Alinda gezisinin düşündürdükleri

Bundan birkaç ay önce, değerli tarih dostu arkadaşlarımla birlikte Kraliçe Ada’nın kenti”Alinda”ya bir gezi yaptık. Alinda Karpuzlu ilçe merkezi ile iç içe 600 metre rakımlı bir tepe üzerine Karia’lılar tarafından kurulmuş antik bir kenttir.

Karpuzlu ilçemiz, Alinda’nın eteklerine tutunmaya çalışan bir yerleşim merkezi. Nüfusu 5000’i geçmez. Oysa üçbin yıl önce Alinda, nüfusu 100.000’den fazla olan önemli bir ticaret merkeziydi.

Karpuzlu’nun tarihi tipik köy evlerinin arasından Alinda’ya çıkmaya başlıyoruz. Kentin eteklerinde bütün Alinda’yı kuşatan kaya mezarları yer alıyor. Herhalde ölülerin ruhlarının kentlerini koruyacaklarına inandıklarından olsa gerek, ölülerini surların hemen dışına, kentin yanı başındaki kayaların içini oydukları lahltlere gömmüşler. Alinda’nın mezarları 3000 yıl önceki bu muhteşem kentin sosyal hayatını, sanatını, kültürel durumunu anlatmaya yeter de artar bile.

Alinda kentinin merkezine doğru ilerliyoruz. Kraliçe Ada’nın sarayı tüm ovaya hakim küçük bir tepe üzerine kurulmuş; kalıntıları hala ayakta duruyor. Tırmanışımıza devam ediyoruz. Tepede tiyatro binası yer alıyor. Tahminen 5000 kişilik. İki giriş kapısı var. Birisi asillerin tiyatroya girdiği kapı, diğeri ise vatandaş kapısı.(Bugün de olduğu gibi.) Tiyatronun seyirciler için yapılmış taş sıralarına oturuyoruz. 3000 yıl öncesine zaman tünelinden gidip geliyoruz. Karyalılar tiyatro sanatını dinsel bir gösteriyle sunmuşlar. Belki de tiyatro dinsel oyunların sergilendiği bir mekan.

Zirvede durarak Kraliçe Ada’nın muhteşem ülkesini hayranlıkla seyrediyoruz. Bütün ova benzersiz görüntüsüyle ayaklarımızın altında uzanıyor. Artemis tapınağı ve tanrılar için kesilen kurbanların kanlarının akıtıldığı sunak, hala gizemini koruyor. Bin yıllar boyunca burada, ne için, kimler kimlere kurban edildi. Biraz ieride 3000 yıldan beri dimdik ayakta kalmayı başarmış iki katlı bir gözetleme kulesi zamana karşı hala meydan okuyor.

Zirvedeki küçük meydanın altı, kayalara oyulmuş dev sarnıçlarla dolu. Şehre kilometrelerce uzaktan su kemerleri ile getirilen memba suları için depo görevini yerine getiriyor olmalı. Su kanalları ile getirilen suları çeşitli yerlerdeki çeşmelere dağıtan su sistemlerini inceliyoruz.

Kenti çevreleyen surların bazı yerleri hala yıkılmamış duruyor. Taş ve tuğlanın bolca kullanıldığı yapı kalıntıları arasından  Agora’ya iniyoruz. Geniş bir meydana kurulmuş, büyük bir alışveriş merkezi.

İnsanı etkileyen büyüklüğüyle muhteşem bir eser Agora. Günümüzde dahi bu büyüklükteki benzerinin pek fazla olduğunu sanmıyoruz. Üç katlı büyük bir kapalı çarşı; büyük bir alışveriş merkezi  sanki. En alt katta depolar yapmışlar. Birinci ve ikinci kat blok kesme taşlardan inşa edilmiş. Üçüncü kat ve çatı ise ahşap yapı. Bu ihtişamın ve zerafetin, sanat ve zenginlikle bütünleştiği ender bir eser. Binlerce yıldır dünyanın dört bir yanından gelen tacirler burada konaklamışlar, mallarını sergilemişler, alışveriş yapmışlar. İnsanın hafsalasına sığmıyor.

Alinda zamanın en önemli ticaret merkezlerinden birisiymiş. Bölgenin tarım ürünlerinin, madenlerinin mamul maddelerinin ve en önemlisi zeytin ve zeytınyağının ve zeytinyağından Antik Çağda imal edilen “alaca” sabununun buradan dünyanın birçok ülkesine ihraç edildiği biliniyor. Halikarnos (Bodrum) ve Didim Limanlarından Akdeniz ülkelerine deniz yoluyla ihracat yapılıyor.

Kraliçe Ada’nın kenti Alinda’nın lahitleri arasından bugünün Karpuzlu’sunun dramatik fakirlik ve çaresizlik manzaralarını görüyoruz. İnsanın içini tarifsiz bir sıkıntı basıyor. Nasıl oluyor da 3000 yıl önce büyük bir ticaret ve tarımsal zenginlik merkezi olan bir kentin mekanında, günümüzde böyle bir geri kalmışlık yer almakta? Alinda’nın zenginliği ve uygarlığı ile bugünkü Aydın’ın içinde bulunduğu çirkin yapılaşma ve geri kalmışlık paradoksu geliyor aklımıza.

Nasıl olur da günümüzün yaşayanları bu çarpık durumu kabullenebiliyor ve bu koşullara seyirci kalıyorlar? Bu büyük paradoksu düşündükçe hepten sıkıntı basıyor, bunalıyoruz.

Kraliçe Ada’nın Büyük İskender’in bile hayran kaldığı zenginliğini oluşturan ticaret hacminin büyüklüğünü, kurduğu kentin çağdaşlığını, kent yönetimindeki bilgeliğini, yarattığı uygarlığı biçimleyen bilginin, sanatının ve kültürünün derinliğini görüyoruz. Aslında görmek yetmez. Bu uygarlığı iyi tanımak, anlamak, araştırmak ve öğrendiklerimizi bugüne ve geleceğe taşımak gerekir. Buradaki tarihsel derinliği ve bütünlüğü kavrayamıyorsak, bugüne ve geleceğe taşıyamıyorsak eğer; bugünlerde nelerle uğraştığımızı sorgulamamız gerekmez mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.