Amerika'dan korkmayın, Allah’tan korkun!

26 Ağustos’ta başlayan Zafer Haftası törenleri, birçok il ve ilçede yapılan coşkulu kutlamalarla gerçekleştirilmiş olup, bugün İzmir’de yapılacak final kutlaması ile son bulacaktır.

Milli Mücadele öncesindeki işgaller, askeri ve idari mahiyetteydi. Bugün ise uçaklarla, tankla, topla, tüfekle değil, sözüm ona uygarca yöntemlerle, tamamen kendi yönetim anlayışımızmış gibi lanse edilerek veya ettirilerek hemen her yandan kıskıvrak yakalanarak ekonomik olarak işgal altına alınmış durumdayız.

Bakın Balkanlar’a. Almanlar, İkinci Dünya Savaşında Partizan ve Çetniklerin direnişi sonrası tanklarla giremediği Yugoslavya topraklarından 6 devlet çıkardı.  İlk önce Slovenya’nın bağımsızlığı ile başlayan süreç, Kosova’nın bağımsızlığı ile son buldu. Şimdi bu devletleri, Sırbistan da dâhil olmak üzere AB çıpasına bağladılar.  Balkandaki ağır sanayi kuruluşlarının büyük bölümünü Alman ve Fransızlar kapatmış durumdalar.

Cumhuriyetimizin 96 yılda bin bir emekle, fedakârlıklarla var ettiği ve hepsi stratejik değerler olan Kamu İktisadi teşekküllerini özelleştirme adı altında yabancı sermayeye bırakılmıştır.

Banka, sigorta, borsa kurumlarında aynı mantığın geçerli olması, uluslararası tahkime “olur” verilmesi,  piyasanın, tarım ürünleri de dâhil olmak üzere yabancı şirketlere açılması, bu kabil ülke ve millet aleyhine uygulamalar ötesinde basın ve yayın kuruluşlarının dahi işbirlikçi sermaye ağırlığı yetmezmiş gibi yabancılara büsbütün açık hale getirilmiştir.

Kökü dışarıda sivil toplum örgütlerinin ve yabancı istihbarat örgütleri ve içindeki uzantılarıyla kol kola cirit atmalarına ve ülkemizi felakete sürükleyebilecek yanıltıcı, karartıcı, nifak yaratıcı, ılımlılaştırıcı ve uyuşturucu vs. propagandalarına göz yumulmuştur.

Yaratılan bu ortamda oluşan güvensizlik, umursamazlık, manevi değerlerin çöküşü ve teslimiyetçiliğin her alanda yaygınlaştırılmaya çalışılması, dünün “duyun-u umumiye” ve “askeri işgal” koşullarından daha ağır değil midir?

Hele ulusal direncin dumura uğramasıyla bağımsızlığı, toprak bütünlüğüne dayalı ulus-devlet yapısını ve yönetim anlayışını gözetmekten tamamen vazgeçmeye hazır beynelmilelci iktidar ve muhalefet anlayışının hüküm sürüyor olması, 1919’dakinden daha elim ve ağır şartlara düşülmeyecek midir?

Ülkemizin keskin bir dönemeçte olduğu görülmektedir. Jeopolitik seçeneklerimizi doğru belirlemeye ve en uygun olanını hayata geçirmeye olan ihtiyacımız ise ulus-devlet varlık ve güvenliğini koruma uğruna birlik ve bütünlüğümüzden asla vazgeçmeden, Yeni Milli Mücadele seferberliğine ihtiyaç bulunmaktadır.

Jeopolitik seçeneklerimiz birden fazla olarak vardır. Hemen şimdi, gecikmeksizin İran, Irak, Suriye, Rusya ile stratejik, Büyük Selçuklu Coğrafyasındaki ülkelerle de geniş çaplı işbirliği olanakları aranmalıdır.

Çünkü fiilen psikolojik savaş yöntemleri dâhil(askeri saldırı hariç) tüm araçlar ve eşzamanlı stratejik inisiyatifler kullanılmak suretiyle üzerimize gelinmektedir. Bu aşamada hala silahlı bir saldırı emaresi beklemenin mevcut olumsuz gelişmeler altından kalkmada, saha da zorlanacağımız bir kerteye varıncaya kadar farklı bir jeopolitik tercihe yönelmekte gecikmenin ne gibi sonuçlar doğuracağını, uğramakta olduğumuz gün be gün kayıplardan anlaşılmıyor mu?

Suriye iç savaşının sona erdirilmesi hayati öneme haizdir. O pis ve kirli savaştan kazanacağımız hiçbir şey bulunmamaktadır. Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğü bizi bütün kılacaktır.

Buradan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na seslenmiştim. Tekrar sesleniyorum. Suriye Devlet Başkanı Beşar ESAD ile yapacak olduğunuz görüşme, bölge dinamikleri açısından önem taşıyordu. Suriye halkı ve Suriye Askeri üzerinde psikolojik bir üstünlük sağlayacağına da kuşku yoktur.

Bu konuda hiç empati yaptınız mı? Siz ülkeyi yönetiyor olsanız ve ülkeniz haksız yere işgale maruz kalmış olsa, kimlerin sizi ziyaret etmesini beklersiniz!

Kılıçdaroğlu’ndan sonra İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e de seslenmek isterim.

Sayın Akşener!

Parti kurdunuz. Genel Başkan da oldunuz. Hep böylemi kalacaksınız. Bir gün “lider” olmayı düşünüyor musunuz? İşte size altın tepsi içinde bir fırsat. Bu Suriye ziyaretini siz gerçekleştirin. Emin olun şahsınıza, partinize ve ülkemize getirisi çok yüksek olacaktır.

ABD çıkarına uygun olmayan bir görüşme olacağı için Nobel ödülü vermezler ama bölge barışına büyük katkı sağlayacağı muhakkaktır.

Bakınız, Suriye’deki bu yangın söndürülmezse, bu ateş hepimizi yakacaktır. İşgale gelenler korkmadan bu günahları yanı başımızda işleyebiliyorlarsa, biz niçin korkalım ABD’den. Bunlar haçlı seferi değil mi? Ölenler, göçenler, tecavüze uğrayanlar, mağdur olanlar hep Müslüman kardeşlerimiz değil mi?

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in 2015 yılında ESAD ile Şam’da yapmış olduğu görüşmenin büyük takdir topladığını unutmayalım.

CHP eski milletvekili Muharrem İnce TBMM’deki yaptığı konuşmada; “Amerika’dan korktuğunuz kadar Allah’tan korkmuyorsunuz” demişti. Ben de siyaseti korkarak yapanlara buradan seslenmek istiyorum:

Amerika'dan korkmayın, Allah’tan korkun! ​

Sonuç:

Ulus-devlet varlığını korumanın yolu, gerçek demokrasi içinde demokratik hak ve özgürlüklerin batı normlarında kullanılabildiği bir ortam yaratmaktan geçmektedir. Milli birlik, toprak bütünlüğü, kamu düzenini ihlal edecek biçimde kullandırmaksızın, istismara ve baskılara da fırsat vermeyecek, tam bağımsızlık ve milli egemenlik sayesinde mümkün olabilecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum