Arapların ihaneti

Sayın okurlar tarihin derinliklerinden gelen kronolojik bilgiler gösteriyor ki Osmanlı Devleti ne kadar sevecen olarak Araplara yardımcı olmuşlarsa Araplardan o kadar ihanet görmüşler.

Kadeş Savaşı, Hititler ve Mısırlılar arasında milattan önce 1274 yılında, antik Kadeş Kenti yakınlarında yapılmıştır.  Addolunun en büyük emperyalist ülkesi olan Hitit Kralı Muvattali’nin, önceki liderleri Şuppiluliuma’nın Suriye üzerindeki planlarını gerçekleştirmek yönündeki siyasetini benimsemesi, Mısır Firavunu II. Ramses’in de Suriye’de egemenlik kurmak istemesi, her iki devletin de ticaret yolları ve Suriye toprakları içinde kalan Amurru ve Amka toprakları üzerinde hâkimiyet amacı Kadeş Savaşı’nın başlamasına sebep olmuştur.

Çünkü II. Ramses’in Suriye’yi ele geçirebilmesi, Anadolu’daki gücü elinde tutan Hititler’i saf dışı bırakmasına bağlıydı. Bu nedenle Kadeş savaşı başladı. Demek ki geçmiş savaşlar ve Arap ihanetleri M.Ö. yıllara dayanmaktadır.

Daha sonra Yavuz Sultan Selimin 1516 yılında Osmanlı Devleti ile Memluk Devleti arasında yapılan Mercidik savaşı, Lübnan şehrinde yapıldı. Bu savaş neticesinde Suriye, Lübnan ve Filistin Osmanlı topraklarına katıldı.

Peki, Mercidabık savaşının önemi nedir? Bunun yanıtı ise Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim’in Mercdabık Savaşından sonraki dönemi boyunca özellikle doğu bölgelerine yaptığı seferler ile İslam’ı tek çatı altında toplayıp cihat anlayışını gerçekleştirmek istemesindendir.

O, 29 ağustos 1516’da Halep Ulu Camii’nde ilk Cuma namazını kıldı. Bu arada hatip hutbeyi Mekke ve Medine’nin Hakimi (Hakim’ül-Haremeyni’ş-Şerifeyn )diyerek Yavuz Sultan Selim adına okudu. Yavuz Sultan Selim müdahale etti ve’’ hakim’’ kelimesi yerine ‘’hadim’’ yani hizmetçi (Hadim’ül-Haremeyni’ş-Şerifeyn ) diye okunmasını istedi. Artık Yavuz Sultan Selim’den itibaren Osmanlı padişahları Hadim’ül-Haremeyni’ş-Şerifeyn ünvanını da taşıyacaklardır. Bu durum karşısında Yavuz Sultan Selim aşırı derecede duygulandı ve gözyaşları içinde seccadeyi kaldırıp mermer zemine şükür secdesi yaptı. Bu sahneyi cemaat büyük bir hayranlık ve saygı ile izledi. Daha sonra Yavuz Sultan Selim sırtındaki çok değerli hıl’atını cami hatibine hediye etti. Artık Yavuz resmen ve fiilen halifedir.

Fakat bazı İslam âlimleri Yavuz’un bu halifeliğine itiraz edip halifeliği kabul etmeyeceklerini bildirmeleri üzerine iki bin beş yüz İslam alimini İstanbul’a getirerek onları İstanbul’a yerleştirdi ve onlara mal mülk verdi.

Bu gelen alimler Osmanlı Saraylarına ve yönetimine oldukça etken oldular. Türkçe konuşan halkı hor görerek Arap kültürünü Devlet katında önemli bir kültür olarak saraya kabul ettirdiler. Türkçe ve Türklük hor görülen bir dil ve ırk olarak görülmeye başlandı.

Anlayacağınız Arabistan’dan getirilen bu sözde İslam alimlerinin ülkeye büyük zararları olmuştur.Daha sonra İngiliz casusu Lawrence’sın hile ve aldatması sayesinde 1916 Haziranında, Haşim’i Araplarının önderi Mekke Emiri Şerif Hüseyin İbn-i Ali, kendisine, “Arapların bağımsızlığını sağlayacağını iddia eden İngilizlerin kesin olmayan sözlerine kapılarak, bağlı bulunduğu Osmanlı Sultan-Halifesine karşı ayaklanıyor ve Halifeliğin Hıristiyan devletlerce bölünmesine sebep oluyordu.

Tam bu noktada bir hatıramı aktarmak istiyorum:

1965 yılında Büyük Atatürk’ün açtığı Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji bölümünde öğrenci iken birlikte aynı sırayı paylaştığım Ürdünlü Abdullah Enizan Fandı diye bir arkadaşla aynı sırada otururken değerli hocam Prof. Nimet Özgüç Şam’da bir konferansa katılır. Şam Üniversitesinde okuyan öğrenciler bizim büyükelçiliğin önünde Hatay bizim diye gösteri yaparlar. Bizim büyükelçiliğin etrafından üç gün gösterilerine devam ederler. Büyükelçi, elçiliğin balkonuna çıkarak gösteri yapan öğrencilere hitaben şöyle diyor. “Eğer Hatay bir mendil parçasıysa alın sizin olsun, yok Hatay bir toprak parçası ise Türkiye orada gidin alın” diye onlara mendilini atar.

Bu konuşmadan sonra “Suriyeliler 1945 yılında ufacık İsrail’den sopa yediler şimdide bizden sopa yiyecekler” dedim. Ürdünlü arkadaş “Öyle deme Mehmet Suriyelilerin elinde müthiş silahlar var eğer Araplar bıraksalar Ankara’ya kadar gelirler” dediğinde çok canım sıkılmıştı. Ürdünlü arkadaşa dönüp “Bak Enizan Fandı biz 35 veya kırk milyon nüfusa sahibiz topumuz tüfeğimiz olmasa bile en uzun sınırımız olan Suriye sınırında yellensek Suriye’yi duman ederiz onların silahları bize vız gelir. O nedenle bundan sonra böyle bir konuşmayı sakın bana yapma” dedim.

Bir sene sonra Nasır, Akabe körfezini kapattı. Sonunda İsrail ile savaş çıktı çıkacak bir duruma geldi. Bütün Arap ülkelerinden gelen arkadaşlar sınıflarda birbirlerine “Tel Aviv’de buluşalım” diye zafer işareti yapıyorlardı.

Tabi 1967 savaşında İsrail hem Mısır’ı hem Ürdün’ü hem de Suriye’yi altı gün içinde yenerek önemli toprak kazancı oldu.

Sene sonunda yapılan sınavlarda Ürdünlü Iraklı ve Filistinli arkadaşlar hep boş kâğıt veriyorlardı. Tabi onlarla bizde üzülüyorduk. Yine Ürdünlü olan Ömer isimli bir arkadaş ağlayarak bizlere şu konuşmayı yaptı:  

”Arkadaşlar biz Araplar yüz defa İsrail ile savaşsak hep biz yeniliriz çünkü bizde bir bedevi üç hanım alıyor önünde de on veya on beş keçisi varsa çıkıyor dağın başına o hanımlardan doğan çocuklar da ne okul ne eğitim ne de milliyetçilik ruhu var. Evet, yurt sevgisi ve eğitimi olmayan bu çocuklar nasıl yurt savunması yapacaklar. İsrail de ise çocuk doğunca eğitim başlıyor. Elbette onlar bizi yener.”

Sözün kısası ülkesini ve ulusunu sevmeyen ülkesinin çıkarını kendi çıkarından üstün görenle her zaman kazanırlar.

Buradan Ürdünlü Ömer arkadaşa selam olsun.

Özet olarak bütün iyi niyetlerine rağmen Araplardan daima zarar görmüşüz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum