Artık o da küsmez olmuş

Eskiden bahçemizde bir çiçek vardı öyle nazlı, öyle güzel, Sertap’ın şarkısı gibi. Üzerinde yeşilin birkaç tonu olur açığı, koyusu, daha koyusu.  Zarifti,  dokunmaya korkardınız.  Tıpkı tül gibi görünürdü, elinizi okşardı dokunduğunuzda ama dokunamazdınız,  korkardınız çünkü küserdi o çiçek. Tül çiçeği derdik adına bir adı da kuşkonmazdı. Evdekiler öyle söylediği için bizde öyle söylerdik. Tül çiçeği. Dokunmaya korktuğumuz küsen nazlı tül çiçeği. Küserdi, küsünce de yaprakları sararır, sapsarı olur ve o yapraklar ölürdü.  Ona ne kadar değer veriyorduk. Yanından geçmeye korkardık değeceğiz, değersek küstüreceğiz diye.  Çocukluğumuzda;  şimdilerde unuttuğumuz, unutmaya başladığımız bir sürü çiçek çeşidinden biriydi tül çiçeği. Çocukluğumu, büyük bahçeli bir evde geçtiği için çiçeklere karşı aşırı bir sevgim var. Annem de çok severdi çiçekleri. Özellikle bahçenin kenarında bir yerde duran tül çiçeğine çok önem verir, “aman çocuklar sakın dokunmayın bu çiçeğe sonra küser” derdi. Bizde de öyle yer etmiş ki ona öyle uzaktan bakar elimizi değdirmeye korkardık. Sanki antika sırça eşyaymış gibi öylesine kıymetli işte.  Bazen de kimseye görünmeden dokunur gerçekten küsüp küsmediğini dener birkaç gün sonra da o dokunduğumuz yerlerin sarardığını görünce annem “bunu biriniz mi elledi?” dediğinde sinsice güler bir daha da dokunmazdık doğruluğunu kanıtlayınca. Annem o çiçekleri özellikle de tül çiçeğini kışa girerken sarar sarmalar bahçenin en kuytu bir yerine koyar oralarda saklardı. Nazlı çiçeklerimiz kışın soğuğundan etkilenmesinler yaz geldiğinde yine göz zevkimizi doyursunlar diye.

tul-cicegi.jpgYaşadığım apartmanın önüne apartman sakinlerinden birisinin çiçekler koyduğunu farkettim. Büyük büyük saksıların içinde değişik çiçekler vardı. Hepsi yeşil, değişik salon çiçekleri, evlere artık sığdıramayıp hiç olmazsa sokağı süslesin düşüncesi ile hepsi dışarıya çıkartılmışlardı. Bir zamanlar salonlarının baş tacı yapılarak köşelerini süsleyen çiçekleri kapının önüne koymuşlardı birileri.  Önlerinden gelip geçiyor, bazen onlara değiyor, hiç dikkat etmeden geçip gidiyordum.  Hoşuma da gitmişti apartmanın önünde yeşil birkaç saksı çiçek. Artık betonlaşan yerleşim merkezlerinde yeşili görmek pek mümkün olmadığı için çok sevimli gelmişti o çiçeklerin görüntüsü.

Bir gün yine apartmanın önünden geçerken kocaman bir direğin arkasına konulmuş tül çiçeği, birden dikkatimi çekti, o çiçekler arasında çok tanıdık geldi, birdenbire bir sürü çocukluğuma dair hatıralar canlandı gözümün önünde. Bahçemiz geldi aklıma, verandamız geldi, o çiçeğin bahçedeki has duruşu geldi. Daha neler neler gelip geçti gözümün önünden. Daha önce nasıl da farketmemiştim? Nasıl bu kadar geç görebilmiştim, gözümün önündeki ayağımın ve her gelen geçenin sürekli tosladığı o güzelim çiçeği, çocukluğumun o nadide nazik çiçeğini? Birden içimin acıdığını hissettim. Terkedilmiş gibi görünüyordu. O bizim kıymetinden yere göğe sığdıramadığımız tül çiçeği. Gözümün önünde yayılmış, kaldırımın kenarında durmasına rağmen küseyim dememişti.  Soğukta, sıcakta orada öylece direğin dibinde yaz, kış kimsenin dikkatini bile çekmeden kendi kendine yaşayıp gidiyordu. Kime naz yapacaktı ki, yüzüne bile bakan yoktu.  Sokağın bir yerinde,  bir kaldırım üzerinde, bir direğin dibinde tül çiçeği yemyeşil duruyordu. O ilgisizliğe, o hoyratlığa karşı küsecek kimsesi yoktu kime küsecekti? Naz yapacak kimsesi olmayan kime küsecek ki? Onun için belki de yemyeşil duruyordu her darbeye karşılık.

Bir şeyi çok iyi anlamıştım; her şey değer bulduğu yerde naz yapıyordu. O nazlı, o küsken, o kırılgan bir çiçek bile sevildiği yeri biliyormuş demek. İnsanlar vardır bir zamanlar çok kıymetli olurlar da daha sonra çaptan düşerler arayanları soranları olmaz ya aynen öyleydi tül çiçeğinin hali. Her seferinde direkle çiçeğinin arasından geçerken içim acıyor eski kıymetini düşündükçe. Üzülerek bakıyorum. Yanından, yakınından geçen herkes ona bilmeden sürtünüp, dokunup geçiyor. Onların dikkatlerini bile çekmiyordu, bizim zamanında ellemeye korktuğumuz çiçek. Sanıyorum benden başka böyle düşünen olmamıştır onun hakkında. Ona ihanet etmişim gibi vefasızlık etmişim gibi bir duygu oluyor onu her görüşümde. Onu sevdiğimi biliyor mudur?  Ne kadar acıdığımın ve değer verdiğimin, hala yanından geçerken ona değmemek, küstürmemek için özen gösterdiğimin. Acaba o benim duygularımı anlıyor mudur? Keşke bilseydi.

Sevgisizlik, ilgisizlik bu kadar mı törpüler her şeyi, bir çiçek bile olsa, bir nazlı çiçek, hani anasının babasının kıymetlisi olup da yetim kalırsa kimseden aynı değeri görememek gibi, ne zaman yanından geçsem içim acıyor. O çiçek sanki öksüz kalmış, yetim kalmış gibi kendini ispat etmek ister gibi artık kimseye küsmüyor. Kendi başına yemyeşil kim dokunursa dokunsun alınganlık göstermeden yeşilin birkaç tonuyla yaşayıp gidiyor. Unutulmuş yıldız sanatçılar gibi.

Kimse sevdiklerini, sevildiklerini kaybetmesin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum