Gazi Mustafa Çavuş

Babamın amcasıydı Gazi Mustafa Çavuş.                                                                     

Yaşlılığında fersiz kalmıştı gözleri, yanına gittiğimizde de uzun savaş hikâyelerini anlatır, çocuklar sıkılır, gider, dinleyen bir ben kalırdım. “Buradasın değil mi” diye de arada bir sorardı ki “boşuna nefes tüketmeyelim.”          

Birinci Cihan harbi ardından 12 sene askerde kaldıktan sonra çıkıp gelmişti. Herkes onun şehit olduğuna inanmış, ailesi ruhuna mevlit okutmuşlardı. En sonunda anası artık oğlundan umudu kesmişti…

Mustafa Çavuş, okuma yazma bilmemesine rağmen sert, kararlı tutumundan dolayı zabitleri, bölük çavuşu yapmıştı, Osmanlı zabitlerinden de okuma yazma bilmeyenlerin olduğunu görünce şaşırır.

O günleri anlatırken, heyecanlı bir şekilde başlar,

“Ürfe, Merdin, Müsül hattında çok can verdik. Arpa kavurması cebimizde, İngiliz’e kurşun attık. Arpa da bitti, bir çekirge sürüsü geldi ki askerler toplayıp çöl güneşinde ısınan bir saçın üzerine atıver, sonra da çıtır çıtır ye”  Diye anlatmalara başlar, duygulanır, daha sonra ağlamaya başlardı. “Araplar desen din kardaşıyız ya! Biz önümüzdeki İngiliz keferesiyle savaş veriyoruz, arkamızdan gelip önceleri erzakları çalmaktalar, derken bize de silah çektiler. İki taraftan sarıldık. Açlıktan susuzluktan kırılacaz nerdeyse. Araplar, teslim olanı öldürmekteymiş. İngilizlere teslim olduk. Çöl denen kumlanın ortasında, tel örgünün içinde aylarca kaldık. Mübadele ile gurtulduk” Savaş bitmiş, anlaşma yapılmış, Koca bölükte 18 kişi eski asker kalmışız. Kumandan bize “Terhis edileceksiniz.” deyince, inanmadık da kötü bir şeyler olur mu diye düşündük. Birer kâğıt, az tayın verdiler. Birer de kırmızı çaputa bağlı sarı demir verdiler. Dönüşte ortak para ile bir eşek aldık, sıra ile bindik geldik. Yollarda daha iyi eşek gördüğümüzde değiştirirdik. Menderes nehrine gece ulaştım. Sandal kapalı, sandal teline asılarak azgın suların üzerinden kayarak Yenipazar kasabasına geldim.”

Öncelikle evlerini, çadırını sorar, herkes kendisine tuhaf bir şekilde bakmakta, dediklerini anlamaz bir hal takınmaktaydılar. Uzun savaş yıllarında, Arap ellerinde dilinin, şivesinin bozulduğunun o an farkına vardı.

Hacı Bey dayısını sormaya çalıştı. Birisi eliyle işaret etti. Kapıda beklemekte olan dayısının iki adamı onu içeriye sokmadı, tersledi, iteledi. Evin köşesinde oyun oynayan küçük bir kıza yaklaştı, bozuk Türkçesi ile sordu,

“Sen Kesep Bekir Beyi bilir min he?”

“Ben onun kızıyım”

“Edin ne senin?”  

“Münire”

“Koş kızım, söyle babana ben onun abasının oğluyum, habarla da beni göster. Bu adamlar beni içeri sokmamaktalar” dedi son bir nefes ile…

Münire kız, bir koşuda fırladı, eve girdi. Pencerede perdeler oynadı, birisi göründü kızla birlikte. Kapı önündeki adamın birisi geldi, Mustafa Çavuşu içeriye aldı. Şaşkın gözlerle birbirine bakmaktalar. Hacı Bey, yeğenini tanımakta güçlük çekmekteydi. Kara, kuru yeğeninin konuşması da bir hoştu. Sorgudan geçirmeye başladı. Bu adamın yeğeni Mustafa olduğuna inanamadı. Anasının, babasının, kardaşlarının adlarını sordu. Fakat Kara oğlan, daima sekiz değil de, altı kardaşı olduğunu söylemekteydi. Osman ile İsa oğlanları bilmiyordu. İki oğlan da Mustafa efeleri savaşta iken dünyaya gelmişti. Dayısının gözleri yaşardı, birlikte kasap dükkânına gelirler, günlerden de Çarşamba, kasabanın pazarı. Babaya haber ulaşır. Ana Emine kadın, yazmasını bağlar, ardında İsa oğlan entarisi ile donsuz, pipisi sallanarak dükkâna ulaşırlar. Kara sakallı, kapkara iskelet haline gelmiş, oturmakta olan bir adam ayağa kalkar, Emine kadının eline uzanır ve seslenir.

“Ana… Ana ben oğlun Mustafa…”

Diyerek ellerini uzatır, kadın ters bakar.

“Otur, otur, bu benim oğlan Mustafa değil ki, Bekir gardaşım sen benimle eğlenir min zaar”  Tek tük müşterilerle de ilgilenen Hacı Bey,

“Yahu abla be, işte Mustafa bu, ablam gözün aydın ola”

Kara sakallı adam, tekrar elini uzatır,

“Ana, ben oğlunum Mustafa”

Hiçbir şey demeden uzaklaşan Emine, çadıra döner, kocası Ekiz Halil, heyecanlıdır. “Ne oldu Emine hısımım? Mustafa’mız hani” Emine kadın söylenir,

“Halil’im, bizim Bekir oğlan, kafayı buldu ki eğlence arar kendine zaar”              

Sonra aniden bir şey hatırlamışçasına tekrar geri döner, arkasında İsa oğlan fıldır fıldır… Hacı Bey’in kasap dükkânına varırlar.

Emine kadın kara sakallı adama döner ve sert bir ses tonu ile

“Aç ulan bakayım karnını” diyerek seslenir.

Kara sakallı adam, karnını açar, anasına gösterir. Meğer küçüklüğünde Mustafa’yı köpek ısırmış, izi kalmıştır. Anası köpeğin diş izlerini görmesiyle sarılır ve ağlamaya başlar, uzun uzun yaslar etmektedir.

“Oğlum, Mustafa’m, kara sakallı koca adamlar olmuşsun, anan seni bilemedi. Mustafa’m, senden umudu kestiydik. Emmin Mehmet de şehit oldu, Emmioğlun Mustafa da. Hadi evimize gidelim. Bak Mustafa’m baban bekliyor. Kardaşın Mehmet de gurbet ellerde, ırak ellerde, Urum, Balkan ellerinde 7 sene kaldı, yaralandı gene götürdüler. O da döndü ay oğul…

Diyerek ağıtlara başlar.

Siz nutuk atmayı bırakın, arpa kavurması, çekirge ile karın doyuranların bıraktığı topraklar üzerinde yaşadığımızı unutmayalım….

Geçtiğimiz 19 Eylül Günü Gaziler Günü idi. Bu haftada tüm şehit ve gazilerimizi minnetle bir kez daha anıyoruz. Şehitlerimizin ruhu şad olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum