İğneciler’in Hamdi Bey

1950’li yıllarda, Ramazan Paşa Camisi’nin karşı köşesinde, Gazi Bulvarı ile Hükümet Bulvarı’nın kesiştiği yerde bir manifatura mağazası vardı. (Şimdilerde, aynı yerde Kuveyt Türk banka şubesi bulunuyor.)  O zamana göre oldukça güzel, lüks bir mağazaydı. Geniş vitrinleri olan; bayan giysilerinin üçayaklı, ahşap, başsız mankenlerin üstünde teşhir edildiği, gösterişli bir mağazaydı.

Sahipleri “iğneciler” lakabıyla anılırdı. Her halde bu işe ilk olarak iğne-iplik satmakla başlamışlar olsa gerek. Eskiden her işin, her ticaretin, her sanatın bir evveli, bir başlangıcı olurdu. Piyasada söz sahibi olan her tacirin, her sanatkârın büyük mücadele ederek elde ettiği temiz bir mazisi olması gerekirdi. Öyle bir yılda, beş yılda tacir olmak, sanatkâr oluvermek, piyasada yer edinmek, itibar kazanmak söz konusu bile değildi.  Hizmetin, alın terinin karşılığı ancak yıllarca sonra kazanılırdı.

“İğneciler”  mağazasının güney cephesindeki vitrinin alt bölümünü yaşlı, iki büklüm, kambur bir zat kullanır; ayakkabı bağcığı, iğne, iplik,  makara vb. ıvır zıvır şeyler satardı. Mağazanın vitrininin alt kısmını dolap-dükkân gibi kullanırdı. Gündüzleri vitrinin önüne sergisini yayar, kendi işine bakardı. Akşamları sergisindeki öteberiyi toplar,  vitrinin altındaki dolaptan yapılma dükkânına yerleştirirdi. Akşamları dükkânın kepenkleri kapanınca, bu ıvır zıvır satılan küçük yer de içeride kalır; dükkânla birlikte kapanmış olurdu. Mağaza açılınca iki büklüm olmuş bu ihtiyarın tezgâhı da açılırdı.

Aslında kambur ihtiyarın tezgâhı, dükkânın önüne yaydığı sergisi, böyle gösterişli lüks bir mağazanın önünde kötü bir görünüm oluştururdu. Çocukluğumda bu güzel mağazanın önünde öteberi satan bu sakat adamın yaptığı işe; bu yaşlı adamın burada kendi vitrinlerinin önünde iş yapmasına müsaade eden “İğneciler”in işine bir türlü anlam veremezdim. Öyle ya, yarısı vitrinin içinde, yarısı önünde serili bir sergide, eğri büğrü kambur bir adamın ıvır zıvır, öteberi satmasına, bu güzel mağazanın vitrin görünümünü bozmasına nasıl izin verilebilirdi ki! Anlayamazdım!

“İğneciler” çarşının önde gelen bir mağazasıydı. Sahiplerinden “Hamdi Bey” sözüne pek güvenilir, muteber bir insandı. Sıradan esnaftan her haliyle ayrılırdı. Hamiyetperver, iyi bir insandı. O vakitler varlıklı bir aileydi “İğneciler”. Gel zaman, git zaman, mağaza sahipleri terki dünya ettiler. Bu güzel mağaza, mirasçılarınca satıldı.

Beli bükülmüş bu yoksul, çaresiz kambur ihtiyar “İğneciler”in himayesiyle, kendisine verdikleri o küçücük yerde, alışveriş yaparak geçimini sağladı. Kimseye muhtaç olmadan yaşadı. Mağaza sahipleri en kötü günlerinde bile,  bu yoksul ihtiyarı yıllarca şefkat kanatları altında himaye ettiler. Kendilerine verdiği onca zahmete, sıkıntıya aldırmaksızın bu insanı korudular: onu asla sokağa atıp, dilenmek zorunda bırakmadılar. Herkes bilirdi ki, bunu gösteriş için değil; toplumda himayeye muhtaç birisini, ekmeğini geçimini kimseye muhtaç olmadan kazanması için, Allah rızası için yaparlardı.

Bugün ne “iğneciler”, ne de o ihtiyar yaşıyor aramızda. Sanki onlarla birlikte toplumsal dayanışma,  sosyal yardımlaşma geleneklerimiz de; hamiyetperverlik, fedakarlık, sosyal tahammül vb. erdemli duygularımız da terk-i dünya ettiler. Hamdi Bey ve onun gibiler sayesinde yıllarca toplumsal dayanışma, sosyal uzlaşı ve barış içinde, huzurla yaşadık hep.  Gösteriş tutkusu, bencillik, hasetlik, fesatlık ve tamahkârlık yaktı, yıktı tüm erdemli değerlerimizi. Huzurumuz kalmadı; toplumsal güven duygumuz hepten sarsıldı.

Artık Hamdi Bey’ler yok aramızda. Oysa iki büklüm, çaresiz, muhtaç, yaşlı, binlerce bakıma muhtaç ihtiyar sürünüyor, dileniyor ortalıkta! Ne yazık ki, dönüp de bir bakanları bile yok artık!

Ruhu şad olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.