İnsan hakları (Tanım ve tarihçesi)

İnsanlar yaşarken temelde duygu ve düşüncelerine dayanırlar. Bir yerde kendi istedikleri gibi bir dünya yaratmak isterler. Toplumsal ilişkilerde bazen istemedikleri bir şey olduğunda üzülürler ama insanlar toplumsal yaşamlarında uzun sürede bu üzülme, sevinme, deneme yanılma yoluyla, herkes tarafından kabul edilen, belli kurallara uymayı öğrenmişlerdir. Kendi hareketlerini ve toplumsal kuralların ve diğer insanların hareketlerinin durumuna göre kısıtlanmış veya serbest bırakmışlardır.

Böylece olumsuzlukların giderek azalması ve toplumsal ilişkilerde deney kazanılması ile insanlık belli bir uygarlık düzene ulaşmıştır. Belli bir değerler sistemi oluşturmuştur.

İşte tüm bu evrensel değerler insanların insan olarak dünyaya gelmelerinden itibaren düşünme ve mantık yürütebilme özelliklerini de ortaya çıkarmıştır. Bu insanlara özgü bir yetenektir. Özünde, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, sevgi, saygı hoşgörü dostluk, dayanışma ve karşılıklı anlayış değerleri yatar. İnsanlar düşünme ve mantık yürütme yetenekleri yanında eylem yapma isteğine de sahiptirler. Bir olay karşısında kendi düşüncelerini kendi isteklerini diğer insanlara ve topluma göstermek için tepkisel bir eylem de gösterirler. Bu eylem olumsuz olabileceği gibi olumluda olabilir. Örneğin bir ses sanatçısını çok alkışlamak olumlu bir tepkidir, eylemdir.

İnsanların sahip olduğu, düşünme mantık yürütme ve eylem yapma gücü insanları diğer canlılardan ayıran özellikleridir. Demek ki insan hakları kavramı, bir yerde insanların bu özelliklerini ortaya koyan bir kavramdır. İnsanların bu özelliklerini bir yerde vurgular, belirginleştirir ve destekler, İnsana hem kendisini koruması ve geliştirmesi hem de başkalarına karşı sorumluluklarını yerine getirmesinin gerekliliği amacıyla tanınmıştır.

Burada, insanların bir takım ödev ve sorumluluklara sahip olduklarını da açıklamış oluyoruz. Yani insanlar bu haklara sahip oldukları gibi başkalarının da haklarına saygılı olmak ve başkalarından da kendi haklarına saygı beklemek durumundadırlar.

İnsan hakları, insanlara sırf insan olarak dünyaya gelmeleri nedeniyle tanındığı için, insanların sahip olduğu diğer özellikleri artık önemli değildir. Artık soy, renk, cinsiyet, dil, din, köken v.b. özellikler insanların insan olarak doğmalarıyla sahip oldukları sahip oldukları özellikleri dışındaki özellikleridir ve bunlar hiçbir zaman hiçbir yerde insanlar arasında ayrım nedeni olamazlar.

Şunu gözden kaçırmamak ta gereklidir. İnsanlar sahip oldukları bu hakları, eğitim ve öğretim durumları ile doğru orantılı öğrenir ve tanırlar, örneğin; çok okuyan bir insanın düşünce ve davranışları ile okumayan insanların düşünce ve davranışları aynı değildir, okuyan eğitimli insanların düşünme ve davranışları daha olumlu ve mantıklıdır.

İnsan hakları, insanlara tanındıktan sonra, evrensel ve uluslararasında da tanınmıştır. Hatta giderek belgelere bağlanmıştır, Tüm bu tanınma ve belgelerde de insanlar sadece insan olarak ele alınmışlardır. Örneğin insan olmak, zenci, beyaz, kadın, erkek, Çinli, Japon, Türk, Müslüman ve Hıristiyan olmaktan önce gelmektedir.

İnsan haklarını, insanlara öğretmenin temel ve evrensel bir işlevi, öncelikle insana sahip oldukları bu özelliklerini benimsetmeye yöneliktir.

O halde şimdi insan hakları kavramını tanımlamaya başlayabiliriz. İnsan Hakları insanın sadece insan olması nedeniyle, onun tüm yönleriyle kişiliğini ve değerini korumayı ve geliştirmeyi amaçlayan evrensel ilke ve kurallar bütünüdür.

İnsan Hakları diğer yandan insan onurunu güvence altına alan haklardır. Anayasa da belirlenen haklarla sınırlı değildir. Yazılı hukuk sınırlarının ötesini de kapsayan haklardır, olan değil olması gereken haklardır. Belli bir ülke ve zaman sınırlarını alan haklardır. Tüm insanlara tanınması gereken, tüm insanların ortak noktası ve ortak dili olması gereken haklardır.

Demek ki Anayasalarda yer alan TEMEL Haklar ve özgürlükler kavramı insan hakları kavramından daha dar kapsamlıdırlar. Temel haklar ve özgürlükler insan haklarının anayasa da yer alan kısmıdır. Bir yerde insan haklarından, yazılı hukukun tam değil bazı haklardır.

Şimdi biraz daha detaya inelim. İnsan dediğimiz varlık nedir? Diye soru akla gelebilir. Bir varlığın sahip olduğu temel özellik nedir? Diye sorabiliriz, cevap ararsak şu hususlara rastlarız. İnsan düşünebilen, düşündüklerini açıklamak isteyen, belli bir toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal çevrede yaşayan ve bu çevreyi onunla etkileşime girerek geliştirme yönünde yönetim ve işleyişine katılan, bu faaliyetlerden payına düşeni almak isteyen, bu amaçla da örgütlenen, bir araya gelen, birçok istek, gereksinim, özlem ve beklentisi olan bir varlıktır.

İşte insan hakları ve örgütleri de yukarıda söylediğimiz konuları karşılamayı yarayan üstün değerli kurallar bütünüdür. Bu kurallar bütünü, insanların yukarıda saydığımız değerlere ulaşmasını sağlayan araçlardır. İnsanı ve insanlığı korumanın ve geliştirmenin bütünüdürler. Bu konuda insan hakları eğitimi de insanlara insan ve insanlığı koruma ve geliştirme bilincini kazandırmanın başlıca yoludur. Ancak diğer yandan her ne kadar bu kamusal haklar ile insan hakları arasında ayrım var gibi görülse de, zamanımızda bazı kuralların , hak ve özgürlüklerin evrensel bildirgeler haline gelmesiyle ve uluslar arasında kabul edilmesiyle ayrımın pek önemini yitirmiştir. Uluslararasında kabul edilen bu haklar anayasalara da girip güvenceye kavuşmuşlardır.

Anayasa da yer alan temel haklar, daha çok Anayasaların tanıdığı ve güvenceye bağladığı haklardır. Bunun dışında bir de kişisel haklar ve özgürlükler vardır. Bu hak ve özgürlükler insan hakları ve temel haklardan daha dar kapsamlıdırlar. Bu haklar daha çok 18.yy.da ortaya çıkmışlardır. Genelde kişiyi esas alırlar. Bir yerde geleneksel hakları ele alır.

Bizde, temel haklar ve özgürlükler anayasamıza 1961 anayasası ile girmiş ve yazılı belge de yer almıştır.

1961 Anayasamızda

a)Kişinin hakları
b)Sosyal ve ekonomik haklar
c)Siyasi haklar olmak üzere üç grupta düzenlenmiştir. Bu hak ve özgürlükler Anayasada yer aldıkları için bunlara anayasal haklar da denir.

Fransa da bazı hak ve özgürlükler kamu hukukunda yer alır. Bunlar yürürlükteki hukukta yer alırlar ve güvenceye alınmışlardır. Fransa da bunlara kamu özgürlükleri denir. Bunları ele alıp incelersek, yine de belli belgelerde yer alan hak ve özgürlüklerdir. Oysa insan haklarının kapsamı daha geniştir. Uluslararası hukukta kişisel haklardan daha dar kapsamlı olan haklar yurttaşlık veya vatandaşlık haklarıdır. Bu haklar, kişi hakları yerine de kullanılır. Bu haklar bir ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olan vatandaşların sahip oldukları haklardır. Örneğin siyasal haklar böyledir. Milletvekili seçme ve seçilebilme hakkı böyledir.

Demek ki insan hakları tüm bunların daha ötesinde, sınırları aşan haklardır.

Bazen kişi hakları, bazen bir ülke de yalnız vatandaşlara değil yabancılara da tanınırlar. Örneğin kişi güvenliği, din ve vicdan özgürlüğü hakları böyledir.

İnsan Hakları özünde insan onurudur. Peki, onur nedir? Onur: insanın özünde ve doğasında bulunan değerdir. Türkçe sözlüğe baktığımızda onur şöyle tanımlanır. Onur bir insanın kendine duyduğu saygıdır, özsaygıdır. Yani haysiyettir ve izzeti nefistir, gururdur, şereftir. Tüm bu özellikler insanları doğa da diğer canlılardan ayırırlar. Ancak bu özelliklere sahip olan insanlar, hukuk karşısında eşit ele alınırlar. Hukukta kişiyi özgürlükleri insanlara tanıdığı oranda bu insanlara kişilik kazandırırlar. Kişiler açısından hak ise bu özgürlüklerin temeli ve konusudur. Özgürlük bir hakkın elde edilmesinin yoludur. İnsanın özgür olmadığın kabul etmek ve farz etmek bu nedenle insan onuruyla bağdaşmaz.

Nitekim insan hakları evrensel bildirgesinde ve insan hakları Avrupa sözleşmesinde bu düşünceyle, düşünme özgürlüğü ve hakkı, anlatım özgürlüğü hakkı örgütlenme özgürlüğü ve hakkı kabul edilmiştir.

Şimdi özgürlük kavramını açıklayalım. Özgürlük nedir? Özgürlük önceden düzenlenmemiş serbestliktir. Özgürlük, hak kavramına göre daha soyuttur, belirsizdir. Hukuk düzeninin yasaklamadığı serbestidir, bir davranıştır. Bir bakıma insanın özüdür. Kişinin kendi davranışını seçme erkidir gücüdür. Pratiğe baktığımızda ise insanların istedikleri davranışta bulunma erkine sahip olmadığı görülmektedir. İnsanlar toplumda kendi dışlarındaki belli kuralların etkisiyle davranışlarını sınırlandırmak zorunda kalmaktadırlar. Demek ki insanların kendi davranış ve hareketlerini kendilerinin belirlemesi o kadar kolay değildir. Bunlardan sonra özgürlüğü insanların başkalarına zarar vermeden her şeyi yapabilmesidir.

Özgürlük 1789 insan ve yurttaşlık hakları bildirgesinde yer alan ilk maddelerdendir.

Hak nedir? Hak kavramı farklı şekilde anlatılır. Bir görüşe göre hak hukuk düzeninin kişilere tanıdığı irade kudretidir. Diğer bir düşünceye göre ise, hak hukuk düzeninin tanıdığı, koruduğu çıkardır. Biraz dikkat edersek, iki düşüncenin ortak noktası çıkar kavramıdır.

Özgürlüklerle haklar arasındaki fark nedir ? Özgürlükler tüm hakların ortak kökeni olduğu halde, haklar hukukun özgürlük sağlamak amacıyla kişiye sağladığı meşru yetkilerdir.

Özgürlük yapma yada yapmama serbestliğidir. Hak ise kişi ve toplulukların belli istek ve arzuların belli hukuk yoluyla yapılmasının sağlanması ve güvenceye kavuşturulmasıdır.

Hukuk, belli nedenle özgürlüklerin kullanımını kısıtlayabilir. Ancak bunun uluslararası anlaşmalara ve bildirgelere uygun yapılması gerekir. Örneğin seyahat özgürlüğü, sel, deprem ve salgın hastalık nedeniyle kısıtlanabilir.

Toplumda hak ve özgürlüklerle ilişkin olan bir kavram da ödevdir. Her hak beraberinde bir ödevi de yanında getirir. İnsanın bir şeyi yapması veya yapmaması durumunu gösterir. Bir yerde bir temel hakkın sınırlandırılması sonunda oluşan hukuki bir durumdur.

Sınırsız bir hak olmadığına göre, sınırsız bir ödev de yoktur. Önemli olan bu ikisi arasındaki dengeyi iyi ayarlamaktır.

Doğal Haklar: Şimdi doğal hakların açıklamasına geçebiliriz. Hakların temeli bu doğal haklar dediğimiz haklardır. Nedir doğal haklar? Doğal haklar insanın insan olması nedeniyle sahip olduğu hakları anlatır. Bu haklar yazılı değildir ve insanlık tarihi kadar eskidirler, evrenseldirler. Herkesi kapsar yani yer ve zaman sınırını aşarlar. Bu haklar devlet düzenine geçilmeden önce var olan haklardır. Devlet düzenine geçildikten sonra, devlet kendini bu haklarla bağlı saymıştır. Örneğin insanların insan olarak doğmak hakkı böyledir.

Bu hakların yazılı hukukta olup olmamasının da hiç önemi yoktur. 1776 Amerikan Belgeleri, 1789 Fransız Bildirgesi ve 1948 insan Hakları Evrensel Bildirgeleri var olan bu doğal hakları duyurmuşlardır. Devletler bu doğal hakları tanımışlar ve güvenlik altına almışlardır. Daha sonraları insan hakları doğal hakları temel olarak şekillenmişlerdir.

Doğal hakların başlıca özellikleri şöyledir.
a)Bu haklar evrenseldirler
b)Eşitleyicidirler
c)Bireyseldirler
d)Dokunulmazlığı savunurlar
e)Bu haklardan kimse vazgeçemez

Nitekim bizde de 1961 ve1982 Anayasalarında bu haklar ve özgürlüklerin özellikleri “herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez, temel haklara ve hürriyetlere” sahiptirler şeklinde açıklanmışlardır.

İnsan haklarının bireysellik özelliği, özgür insan kavramına dayanır. Bu da onur sahibi düşünebilen serbestçe davranabilen, iradesini açıklayabilen insan üzerine bina edilmiştir.

Bireysel hakların en temel özelliği, bu haklara devletin bile karışamamasıdır. Devlet bu haklara karışamadığı gibi bu hakları aksine güvence altına almıştır.

Doğal Hakların evrensel olması durumunu biraz aşalım. İnsan hakları, içerik, zaman ve yer bakımından değişmeyen ve eskimeyen üstün haklardır. Evrensel olması nedeniyle de yazılı hukukun üzerinde yer alırlar. Evrensel bildirgelerdeki açıklamayla bu haklar tüm insanlığın ortak bir dilidirler.

Dünyada bir çok ülkenin de bu hakları belgelere alan sözleşmeleri imzalamaları da bu hakların ne kadar değerli olduğunu gösterir. Giderek de bu hakları belgeleyen sözleşmelere daha çok ülke imza atmaktadır. Buda insan haklarının değerinin giderek dana iyi anlaşıldığını anlatmaktadır.

İnsan haklarının bazı belgelerde yasa ve Anayasalarda yer alması ile devletlerin bu hakları tanıdıklarını ve güvenceye aldıklarını görmekteyiz. Bu haklara dokunulamaz. İnsanların kişiliğine bağlı olan haklarıdır. Vazgeçilmez ve devredilemez haklardır.

İnsan haklarının tarihsel evrimi; insan haklarının, devletler tarafından tanınması ve güvenceye alınması çok çetin mücadeleler sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu konuda çok canlar gitmiştir.

İnsanlar düşünme ve bazen düşüncelerine göre hareket etmek eğilimindedirler. Bunu içinde bulundukları ortam ve çevre belirler. İnsanlar bazen bulundukları ortama ters düşünceye de sahip olabilirler. Önce düşüncelerini yaymaya çalışırlar, taraftar bulurlar veya bulamazlar, ama düşüncelerinin kendilerince doğru olduğuna inanır veya inandırılırlarsa, düşüncelerinin gerçekleşmesi için bazı eylemlere ve faaliyetlere girişebilirler.

İnsanlar, çocukturlar, kadındırlar, göçmendirler, işçidirler, köledirler. İşte yaşadıkları bir çevrede, durumlarının düzeltilmesi, bazı haksızlıkların giderilmesi ve bazı hakların kazanılması için hep bir otoriteye ve devlet erkine karşı mücadele ederler. Dünyada ki topluluklarda insanların grupları ve toplulukların mücadelesi giderek hakları ve özgürlükleri belirler, ortaya çıkarır, geliştir ve genişlerler.

Örneğin insan hak ve özgürlüklerini daha çok sanayi devriminin başlangıcından itibaren geliştiklerini görmekteyiz. Özgürlük ve eşitlik fikirleri bu devrede şekillenmeye başlamıştır. Ön plana çıkmıştır. Çalışma şartlarının iyileştirilme çalışmaları eşitlik, eşitsizlik fikirleri böyle ortaya çıkmıştır. Bu sırada sisteme ve düzene karşı düşünceler tepkilere dönüşmeye başlayınca bazı istekler haklar özgürlükler devletler tarafından tanınmaya ve yasalara konmaya başlamıştır. Böylece de haklar ve özgürlükler güvenceye alınmaya başlamıştır. Bu ilke tepkisel isteklerden sonra, sorunlar kişiler arasından çıkarılarak belli bölgeler ve devletler arasında çözümlenmeye başlamıştır. Buna en son 1997’de imzalanan Biyo-Tıp sözleşmesi örnek verilebilir. 1998’de böylece insan kopyalama devletler arasındaki anlaşmayla yasaklanmıştır. İnsan kopyalamanın insan onuruyla bağdaşmadığı konusunda fikir birliğine varılmıştır.

İnsan hakları bilhassa 1945 yılından sonra Birleşmiş Milletler teşkilatının kurulmasından sonra daha da önem kazanmıştır. Günümüzde de bilim, teknik ve iletişim olanaklarının çok gelişmesiyle, insan haklarından yararlanan insan sayısı da giderek artmıştır ve artmaktadır.

İlkel toplumlara baktığımızda bu haklardan ve bu hakların kullanılmasından söz edemeyiz. O topluluklarda demokrasi de yoktu zira bu hakların tanınması ve kullanılması bir yerde demokrasi olayıyla ilgilidir.

Eski çağda Platon gibi Aristo da topluluklardaki eşitsizliği doğal olarak karşılamıştır. Örneğin Aristo “politika” adındaki kitabında köleyi meşru bir durum kabul eder, kadını erkeğe bağımlı görür, köleyi evcil hayvanlarla eş görür.

Hem Platon, hem de Aristo Devleti insanların efendisi olarak görür.

Yine eski Yunan da ve Roma da kişilerin devlet karşısında hakları yoktu ve olamazdı. Devlet kişilerin hak ve özgürlüklerinin her alanına karışabilirdi. El atabilirdi. Halkın büyük çoğunluğu da siyasal haklardan yoksundu. Zaten eski çağda siyasetin ve devletin dayandığı temel dindi.

Hıristiyanlığın ortaya çıkmasından sonra, kişilerin devlet karşısında bir hiç olmadıkları, herkesin eşit ve erdemli olduğu kabul edilmeye başlamıştır. Yavaş yavaş kişilerin devlet karşısında korunması gereği böylece ortaya çıkmıştır.

Orta çağda feodalizmin ortaya çıkmasından sonra da, devletin sonsuz bir kudret olduğu anlayışı zayıflamıştır. Yine orta çağda Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrıya anlayışından sonrada insanların düşünceleri üzerinde tahakküm kuran Hıristiyanlık düşüncesi de yavaş yavaş insanlık düşüncesini dini düşünce etkisinden kurtarmaya başladı.

Bundan önce insan hak ve özgürlükleri, devletin yetkileri yanında Hıristiyanlık düşüncesiyle de tahakküm altındaydı. Bireyler köleydi hiçbir hak ve özgürlükleri yoktu.

Özgür düşünce, Rönesans’la birlikte yapılan reformlardan sonra önemini tarih sahnesinde göstermeye başlamıştır. Rönesans reformlarından sonra, dinin etkisi yani kilisenin etkisi devlet işleyişinin üzerinden kaldırılmıştır. Artık vicdan ve düşünce özgürlüğü ortaya çıkmıştır. Böylece 17. yüzyıl özgürlük tarihinin altın çağı olmuştur. Sanat, bilim, edebiyat ve felsefe alanlarında büyük gelişmeler olmuştur. Giderek burjuvazi gelişmiştir. Bu da özgürlük kavramına yeni boyut kazandırmıştır. Öyle ki 18. yüzyılda ekonomik yönden gelişen burjuvazinin kendini geliştirmesiyle Aydınlanma felsefesi de insanları eski boyunduruk altına alan tüm kısıtlamaları ortadan kaldırmıştır. Artık ekonomik ve siyasal yönden liberalizm gelmiştir. Eşitlik ve idareye ortak olmak bu devrede burjuvazinin aristokrasiye karşı mücadele şeklidir. Özgürlük ve kişilerin güvenliklerinin devlete karşı korunması anlayışı siyasal erke karşı savunulmaya başladı.

1789 Bildirgesinde de “insanlar hukuku açısından özgür ve eşit doğanlar özgür ve eşit yaşarlar ilkesi yer aldı, hak ve özgürlükler acısından yeniçağda da şu hususlara görebiliriz.

İnsanlar toplumsal yaşama geçmeden önce doğal olarak yaşıyorlardı. Tam ve mutlak bir özgürlüğe sahiptiler. Ancak zayıflar kuvvetlilerce eziliyor, özgürlükleri yok ediliyordu. Ortada bir kaos vardı. İnsanlar giderek aralarında siyasal ve sosyal bir anlaşma yaptılar. Bunun için de sahip oldukları doğal ortamdaki bazı özgürlüklerinden gönüllü olarak vazgeçtiler. Bilerek devlet kurdular.

Başlangıçta sahip oldukları doğal hakları bu sefer devlete karşı korumak gerektiği, kurulan devlette bu doğal hakları tanımak ve saygı göstermek zorundaydı. Bu karşılıklı anlaşmayı ve karşılıklı sözleşmeyi J.Jocke ve J.J. Rouse de kabul eder ve ileri sürer. Devlet, insanların gönüllü olarak devlet kurulması için vazgeçtikleri özgürlüklerinin temelindeki sahip oldukları doğal hakları devletin tanımasını isterler. Çünkü bu haklar insanların vazgeçilmez ve devredilmez haklarıdır.

Daha sonra, Amerikan ve Fransa Bildirgelerinde ve evrensel beyannamelerde de bu haklar tanınmıştır. Doğal haklardan temel olan diğer haklarda bu belgelerde tanınmıştır. Artık devletin hiçbir zaman bu haklara dokunamayacağı ve müdahale edemeyeceği haklar olduğu anlayışı esas alınmaya başlanmıştır.

Kişilere tanınan bu serbestiye liberal bireycilik denir. J.Jocke tarafından savunulur. J.Jocke ‘a göre doğal yaşam aslında insanların tam özgür oldukları bir ortamdır. İnsanlar istediklerini yapmakta serbesttirler. İlişkileri düzenleyen sadece doğal yasalardır. Bunlar insanlar tarafından sadece akıl ve düşünce yoluyla öğrenilebilirler.

Bu devrede, bu ortamda insanlar kendilerine zarar verenleri özgürce cezalandırma hakkına da sahiptirler.
Ancak insanlar bu haklarını daha sonraları devlet otoritesine devretmişlerdir.

1789 Fransız devriminden sonra kişi hakları insanı temel almış ve açıklamışlardır. Artık bu tarihten sonra her halkın ve hukukun kaynağının insan olduğu kabul edilmeye başlamıştır.

İnsan haklarının uluslararası hukuka girmesi ancak II. Dünya Savaşından sonra almıştır. Genellikle çalışan işçilerin korunması vatandaşlık durumları, köleliğin kaldırılması gibi konular gündem de tutulmaya bu tarihten sonra başlandı. Demek ki insan haklarının evrensel bir şekilde de alınması tarihi henüz yenidir.

1945 yılında Birleşmiş Milletlerin kurulmasından sonra ilk defa hukuk alanına girmiştir. 1948 de ki evrensel bildirge ile de somutlaştırılmıştır. Ancak bundan sonra ; insan haklarını tanımak Dünyada barış ve adalet sağlanmasının temeli sayılmıştır.

04 KASIM 1950’de insan hakları Avrupa Sözleşmesi kabul edilmiştir.

Bizdeki durumda şöyledir.

1876 öncesinde her şey padişahın kudretine bağlıydı. İnsanlar sultanın kulu sayılıyordu. Tazminat fermanında bazı kişi haklarından söz ediliyordu. Ancak bu hakların devlete karşı ileri sürülmesi mümkün değildi.

1876 Anayasasıyla bir takım anayasal haklar kabul edilmiştir. Bunlar her ne kadar devlete karşı ileri sürülemese de yine de bir hakkın yazılı belgede yer alması açısından önemlidir. Bir de padişahın bazı yetkilerini meclisle paylaşması acısından önemlidir.

1924 Anayasası ile ilk defa insan hakları tanınmıştır. Devlete karşı ileri sürülebilen kamusal haklar bu anayasada düzenlenmiştir ve ilk defa Egemenliğin kaynağının ulus olduğu vurgulanmıştır. İlk defa haklara yargı güvencesi gelmiştir.

1961 Anayasamızda da ilk kez insan haklarından geniş bir bölümünün temel haklar ve ödevler ana başlığı altında toplandığı ve güvenceye alındığını görmekteyiz. Bunlar kişi hakları ve ödevleri, iktisadi haklar ve ödevler, siyasal haklar ve ödevlerdir. Bunlar temel hak olarak yazılı hukukta yer almış ve güvenceye kavuşturulmuşlardır.

1971 değişiklikleri ve sonra 1982 Anayasasını görmekteyiz. Bu anayasada yazılı bir kısım temel hakların sınırlandırıldığını görmekteyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.