İslâm öncesi Türklerde bayramlar

Pek çok köşe yazarının yazdığı, yazacağı gibi ‘Nerede O Eski Bayramlar?’ gibi, ya da benzeri bir başlık  atarak yazımı devam ettirmek istemedim.

‘Bayram’ sözcüğü ilk defa Kaşgarlı Mahmûd’un XI. yüzyılda yazdığı “Dîvân”da karşımıza çıkıyor; Kaşgarlı’ya göre sözcüğün aslı “bedhrem”, ama Oğuzların bu sözcüğü   “beyrem” şekline kullandıkları bilinmektedir.

Yine Kaşgarlı’ya göre, bayram “eğlenme, gülme ve sevinme ve paylaşım günü olarak algılanmalıdır.” Bayramlar XI. yüzyıl Türk toplumunda “bayram yeri” adı verilen sarı, kırmız, yeşil renkleriyle donatılan bir meydanda kutlanırdı.

Bayram yeri, renkli çiçeklerle süslenmekte, çıra veya meşalelerle aydınlatılır,  âdeta “gönül açan” bir mekâna dönüştürülürdü. Bayram yerinin aydınlatılmış olması kutlamalarının gece de devam ettiğinin gösteriyor.

Burada altını çizerek belirtmek isterim ki: Kaşgarlı Mahmûd bu söylemiyle bizim şu anda hafızamızda canlanan  Ramazan ve Kurban bayramları gibi dinî bir bayramdan değil, millî bir bayramdan söz etmekteydi.

Tarihî kayıtlara göre,  Hunlardan beri bayram ve festival türünden Türklerin kutladığı birçok tören ve faaliyetleri vardı. Örneğin, Hun Türkleri beşinci ayda “Lungcınğ” denilen toplanma yerinde büyük bir eğlence/bayram yaparlardı.

Bu bayramda o günün inançlarını ritüeller yerine getiriliyor hem de eğlenceye dönük yarışmalar düzenlenirdi. Evrenin yaratıcı olarak kabul görünen “Gök Tanrı” adına atlar kurban ediliyordu. (Anımsatma: Türkler kayın ağacından türediklerini inandıklarından kayın  ‘Ata Ana/Ulu Ana’ özüyle bakılan, sıradan bir ağaç değil, özel saygı duyulan bir ağaçtı. ’Kıpçak’ sözcük kökeni irdelenirse aslının ‘kapçık’, yanı ağaç kovuğu, kabuğu olduğu görülür)  

Kurban eti birlikte yendikten sonra yarışlara ve eğlenceye geçilirdi. En çok sevilen spor etkinliği yılın sekizinci ayında kızlı erkekli yapılan at ve ok atış yarışlarıydı.

Göktürkler, her yıl belirli bir zamanda “Ecdat Mağarası” denilen yerde at kurban ettikleri de biliyoruz. 

Kızlı erkekli  ‘ayak topu / tepük / futbol’ oynarlar ve kımız birlikte içerlerdi. Oyun bitiminde galip gelen taraf şarkı söylemeye başlar, yenik takım şarkılara sonradan eşlik edebilirdi. Genç kızların, bugün erkek oyunu olarak bilinen ‘ayak topu’ (‘Foot-ball’ sözcüğünün buradan esinlenerek Hint Avrupa dillerine geçtiğini idea etmek hiç de komik kalmaz)oyununu bizzat erkeklerle oynadıklarını beton kafalılara inandırmak zor olmalı, ama gerçek bundan ibaretti.

Burada dikkati çeken önemli husus; Türklerde bayram kutlamalarına halk seyirci olarak değil, birer yarışmacı, oyuncu olarak katıldığının altını çizmek isterim. 

Uygur Trükleri’nin 9 Martta kutladıkları “Soğuk Yemek Festivali” bayramları daha çok yardımlaşmaya dönüktü; aşırı sıcak olan bölgedeki etkinlik herkesin birbirine su serpmesiyle başlardı. 

Aşırı sıcak nedeniyle yerin altındaki mağaralarda yaşamayı tercih eden Uygurlar, Turfan bölgesinde (Türkçemizdeki ‘turfanda’ sözcüğü buradan gelir) suyun buharlaşmasını gidermek için yeraltından, 110 km uzunluğunda, yüzde on eğimle yapılan ve ‘karız’ (Daha sonra bu sözcük ‘keriz’ şekline dönüşecektir)  denilen su kanalları ile Tanrı Dağları’ndan doğan derelerin sularıyla meyve, sebze yetiştirmeyi başardılar.

Elde edilen sebze ve meyve yoksul halkla paylaşılırdı. Çinliler üzümü ve bostanı ilk kez Türkler sayesinde tanıdılar.( Anımsatma:  Anadolu ve Balkanlar’da Baba Dağ adını taşıyan çok sayında dağın oluşu Tanrı Dağı’nı, Seyhun ve Ceyhun nehir adlarını Seyhan ve Ceyhan olarak Anadolu’ya taşıdıklarının ayrımında olmalısınız? Günümüzde Çin’e giden turistlerin en çok gezdikleri yerlerin başında (Barbar dedikleri) Türklerden kalan bu mini barajlar ve su kanalları olduğu bilinmektedir

Hiç şüphesiz ‘Baş ay / Baharın gelişi’ büyük bir coşkuyla kutlanırdı.

Dini inançlara dayalı kutlamalara ‘rit’, törenlerde kullanılan her türlü nesneye ‘ritüel’ denirdi ( Ritiel’ sözcük kökeni araştırılırsa Latincedeki ritualis’/tören sözcüğünden alıntı olduğunu göreceksiniz. Bu, koca yalan yabancı etimoloji sözlük yazarlarının başarısı olduğu kadar, biz Türklerin tembelliğinden başka bir şey değildir).

Eski Türklerde bayrak ya tam kırmızı, ya da kırmızı ağırlıklıydı. Örneğin,  Karahanlı ve Selçukluların bayrakları ve gelinlik tamamen kırmızıydı. (Anımsatma: Bu nedenle mini bir geline benzeyen lale türü bir çiçeği  ‘gelincik’ demişiz)

11.yüzyılda, kimine göre kılıç zoruyla, kimine göre isteyerek Müslüman olmuşuz. Bu öngörünün hangisinin doğru olduğu konusunu tarihçililere bırakalım, ama şu soruyu sormadan da geçememeliyiz: Sürekli Araplaşmaya çalışan yobazlar Arap devletlerinin yüz doksanının bayrağında net şekilde görünen siyah rengin neyi işaret ettiğini bilirler mi acaba?

Bilmeyenlere yardımcı olalım: Arap bayraklarındaki bu siyah renk “ Tarihte Türklerin, Araplara uyguladığı zulmü gösteren bir yas/Türklere karşı duyulan nefreti işaret eder.” Araplaşma sevdası ile yanıp tutuşanlara birlikte selam yollayalım mı?

Tüm Araplaşma çalışmalarına karşın özellikle düğün, doğum, ölüm geleneklerimiz konusunda kendime hep şu soruyu sormuşumdur: ”Biz, kendini Şaman sanan Müslüman mıyız, yoksa kendini Müslüman sanan Şaman mıyız?”

Ne dersiniz?

Sağlıklı geçecek bayramlarda en sevmediğimiz kişilerle bile sarılarak kutlayacağımız bayramların bir önce gelmesi özlemiyle okuyucularıma sevgi, saygılar ama en çok sağlıklar diliyorum.

(Kaynak: ‘TÜRKLER’ Cilt 3, S:50-60)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum