Nebil ALPARSLAN

Nebil ALPARSLAN

Kara gün için ak akçe

“Ak akçe kara gün içindir”

Anonim nasihatlerimizin hem güzel, hem lüzumlu misallerinden biridir. Eskiler buna darb-ı mesel demişler. Şimdilerde “atasözü” demekteyiz.

Bu deyiş keyfiyet ve kemiyet itibariyle sınırsız bir mana taşır. Muhatabı bireyden aileye, aileden devlete topyekûn insanlıktır.

Nasihat folklorumuzda bunu destekleyen pek çok söz var.

“Kefen parası” gibi.   

(Folklor, halk oyunları demek değildir. Toplumun ezelden ebede taşıdığı sosyal ve kültürel değerlerin toplamıdır)

Bu günlerimiz yine “kara gün”ler. Ak akçelere ziyadesiyle muhtaç olduğumuz günler. Hatta “kefen parası” tartışmalarının yapıldığı günler.

Kovid-19 salgını nedeniyle bütün ülkeler hem sağlık endişesini, hem de maddî sıkıntıları birebir yaşıyor. Ülkemiz insanı da can derdinden geçim derdine payına düşeni fazlasıyla yaşamakta. Geçim derdi çok yoğun hissediliyor. Öyle ki daha geçenlerde yukarılarda bir yerde “askıda ekmek polemiği” bile yaşandı.

Kısa bir süre önce de Sayın Cumhurbaşkanı “gerekirse acı reçete uygulamaktan kaçınmayacağız” deyiverdi. Mesele çok vahim olmalı ki Cumhurbaşkanımızın ağzından ilk kez böyle “acı reçete” diye bir söz işittik.

Bu millet tarihi boyunca acı reçeteyle pek çok yüzleşti. Dedem rahmetlinin “seferberlikte köylerde duvar kovuklarına çocukların sokup unuttuğu kurumuş ekmek kırıntısı var mı diye bakar geçerdik” dediği dün gibi kulaklarımda. 2. Cihan Harbi yıllarındaki ekmek karneleri halâ hatıra olarak saklanır.

Acı reçete tamam. Ancak halkımız herkesin reçetesindeki “acı” oranının (miktarının değil oranının) aynı olmasını istiyor. Birilerine “acı reçete” dayatılırken birilerine  “bal şerbeti” sunulmasından endişeli. Söz gelimi yap işlet devret modeliyle yapılan yol-köprü gibi yatırımlarda, hedeflenen ciro tutturulamazsa kamu bütçesinden karşılanan sübvansiyonlarda mücbir sebep nedeniyle eksiltme yapılacak mı yapılmayacak mı?

Yazının en başındaki cümlenin mesajı tasarruftur. Bugünlerde tasarrufun önemi daha bir anlaşıldı. Herkes için tasarruf. Şahıs için, aile için ve en önemlisi devlet dediğimiz “millet ailesi” için tasarruf.

İkinci Büyük Harpten sonra İngiliz hükümeti askeri kıyafetlerdeki düğme sayısını tasarruf amacıyla bir adet azalttı. Askerin pantolonunun yerle en fazla temas eden bölgeleri, diz ve arka kısımları aşınınca yama yapıldı. Sonradan bu biçim moda oldu. Yine aynı harp sonrası Almanlar günlük yasal mesailerine ücretsiz 1 (bir) saat eklediler. Ülke yararına. Almanya, bugünkü Almanya haline böyle geldi.

Öğretmenlik yaptığım yıllarda, kamu hakkına el uzatmış olmamak için, cep telefonunu okulun elektrik şebekesinden şarj etmeyen idealist vatan evladı da tanıdım; yıkadıktan sonra ellerini okulun demirbaşı A-4 kâğıdı ile kurulayanı da.

Birincisi olamadım. Ama ikincisi de olmadım.

İstanbul’da kamu kurumunda çalışan bir arkadaş vardı. Ondan dinlediklerim beni çok etkilemişti. Haftanın bazı günleri görevli olarak Ankara’ya gidermiş. Evinden hava alanına özel araçla gitme, THY da businees class mevkide yolculuk yapma, Ankara’da lüks otelin süit odasında kalma hakkı varmış. Giderleri kurum ödermiş. Ancak araç yolculuğunu HAVAŞ ile uçak yolculuğunu Pegasus ekonomik sınıfla yapmış. Konaklamayı da 3-5 liraya kamu misafirhanelerinde. Mademki kurum bu imkânları sunuyor neden kullanmıyorsun dedim. “Benim gibi düşünenlerin böyle tasarrufları ve yaptığımız işlerden kazanılan gelirlerle, bizden önce yıllarca zarar eden kurumu geçen yıl nihayet kâra geçirdik” cevabını verdi.

Bu cevap vatansever bir kamu görevlisinin zaman ve mekâna sığmayacak bir mesajıydı.

Yüz yıllık Devlet aygıtında hep böyle bireyler vazife yapmış olsaydı bugün acı reçetelere gerek kalmazdı. Geçim derdi içindeki vatandaşımıza nafakasını temin edecek yardımı da tastamam yapabilirdik. Bu yardım sayesinde 2 haftalık sokağa çıkma yasağı ilan eder, belki de pandemi sürecini en az hasarla atlatırdık.

Kefen parası deyimi, “yaşlı teyzelerin yastık altında sakladığı tedavülden kalkmış banknotlar” olarak şaka konusu edilse de, şu salgın döneminde kendisini olanca önemiyle aklımıza kazıdı.

Kapalı tutulan kahvehanelerde, küçük kasabaların sanayi sitelerinde,  lokantalarda, buna benzer dar gelirli yerlerde haftalıkla çalışan insanımız için bir somun ekmeğin kıymeti çok büyük. Keşke devletimizin hazinesinde bol bol “kara gün akçesi” olsaydı da, ilerdeki iyi günümüzde tekrar ikame etmek şartıyla, hiç esirgemeden zordaki insanımızın ihtiyacını giderebilseydik.

Demek ki israf yerine tasarruf yapmak gerekiyormuş. Demek ki “ak akçe kara gün için”miş.

Bugün fert, aile, toplum ve devlet olarak israf sarmalı içindeyiz. Saymakla bitmez öylesine lüzumsuz harcamalar var ki biriktirilmiş olsaydı güncel ekonomik krizin üstesinden pekâlâ gelebilirdik.

Örnek olması bakımından herkesin hemen her an şahit olduğu marjinal bir israftan bahsedeyim. Belli bir kurumun hizmetini ya da münferit bir ilanını duyurmak için asılan afiş ve pankartlara kurum yetkilisinin dev bir portresi eklenmekte. Karayollarında yol kenarlarında yahut da kent merkezlerindeki afişlerde falan bakanın veya falan belediye başkanının kocaman renkli resimlerini hep görürüz.

Bir bilgilendirme ya da ilan afişine koskocaman bir resim eklemenin anlamı tastamam kişinin kendi reklamını yapma arzusudur. Bu şahıs kamu bütçesinden ayırdığı bir fonla kendi reklamını yapmış olmaktadır. Bu, kabul edilemez bir durumdur. Kimsenin böyle bir hakkı olmamalı. Bırakınız şahsi itibar reklamını; devlete nasıl itibar kazandırılacağını merak eden varsa, merhum Ömer Seyfettin’in “Pembe İncili Kaftan” hikâyesini okusun.

Bir zamanlar heykel ve portreleri israf kabul eden bizlere ne oldu sahi? Hani Halife Ömer ofisinde iki mum bulundurur, birini şahsi işi için, birini de devlet işi için kullanırdı. On yıllarca bu kıssayı dinledik.  Ne yazık ki bugün bu düstura uymaz olduk. Sözümüz sayfalarda duruyor; peki özümüze ne oldu?

Mevzuat ve yasalarımız kamu kurumu yöneticilerine afiş ve pankartlara boy boy rengârenk kendi posterlerini ekleme hak ve yetkisi veriyor mu bilmiyorum. Böyle bir yetki varsa baştan sona yanlıştır. Derhal iptal edilmelidir.

Tasarruf işi kala kala afiş ve pankartlara mı kaldı demeyin. Tabii ki değil. Devede kulak ayrıntılar. Bunlar gibi ne kara delikler var israf uzayında.

Devlet aygıtında israfı önleme ve tasarruf, bireylerin inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemli olmalı. Çok ciddi önlem ve bir o kadar denetim gerektirir. Demokratik toplumlarda denetim mekanizmaları mevcuttur. Ancak denetimin bir ön şartı vardır, o da şeffaflıktır. Akçeli her işlem adeta canlı yayın gibi halkın gözünün önünde olmalıdır. Demokratik sistemi anti demokratik olandan ayıran en belirgin ve vazgeçilmez özellik, ilkinin şeffaf ve denetlenebilir olmasıdır. Şeffaflık ve denetlenebilir olmayı ciddiye almayan bir sistem, demokratik olma iddiasında kesinlikle bulunamaz.

Şeffaflık denetlenebilir olmanın ön şartıdır dedik ya. Bu şart denetimin olmazsa olmazıdır. Şeffaf olmayan bir sistemin denetlenme imkân ve ihtimali yoktur. Şeffaflık, sisteme güven verir. Aynı zamanda sistemi ayakta tutan birim ve bireylerin teminatı olur. Her türlü mesuliyetin hesap verebilirliğini kolaylaştırır. Mesuliyet, eylem ve işlemlerini ne oranda karartırsa, ne ölçüde gizlerse, hesap vermesi de o ölçüde zorlaşır. Hesap vermenin zorlaştığı zeminde mesuliyet, meşruiyetini yitirmiştir. Mesuliyetin meşruiyeti tartışılmaya başlanırsa toplum hızla kaosa sürükleniyor demektir.

Bilinçli bir toplumda en büyük denetçi bizzat toplumdur. Resmi denetleme mekanizmalarının şu ya da bu şekilde görevini yapmadığı/yapamadığı durumlarda toplum devreye girer. Bilinçli birey ödediği her kuruş verginin akıbetini sorma yetkisine sahip olma bilinciyle çekinmeden bu denetimi yapabilmelidir. Ferden ya da sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla. Herkes istediği her ilgiye her an ulaşabilmelidir. Buna hakkı vardır. Çünkü hazinenin mülkiyeti halka aittir. Yerinde ve doğru kullanmak şartıyla zilyetliğini yöneticilere devretmiştir. Yerindeliği denetleme hakkı mülkiyet hakkının ayrılmaz parçasıdır.

Ferdin denetim hakkı engellenir, sorgulayan bireyler baskı görürse, toplum, kapalı toplum haline dönüşmüş, antidemokratik bir düzleme girmiş demektir. 

Pek çok batı ülkesinde, misal ABD’de ücretliler ücretlerini isterlerse brüt olarak alırlar. Vergisini de yılsonunda kendileri öderler. Bireyin cebinden vergi olarak çıkan para canını biraz acıtır. Sonuçta ödediği verginin akıbetini, nereye ve nasıl harcandığını sorgulamak ister. Bu hal etkili bir denetimdir. Zira vergiyi yerinde kullanmayan iktidar için bir sonraki sandık, karanlık bir kuyu olacaktır.

Ülkemizde ücretlilerin vergisi kaynaktan tevkif edilmektedir. Vergi ödediğimizi biliyoruz da farkında değiliz. Sonuçta bütçe harcamalarını denetleme gibi bir arzumuz pek oluşmamış. Oluşanlar da şu ya da bu şekilde susturulmuş.

Şimdilerde denetleme yetkisine sahip kurum ve kuruluşların yetkilerinin engellendiği yazılıp çizilmekte. Sayıştay’ın bazı yetkilerinin kısıtlandığı söylenmekte. TBMM’nin denettim mekanizmalarından bazıları da yeni Anayasa ile kaldırılmış durumda. Bunlar demokratik bir sistemde arzu edilen düzenlemeler değildir. Demokratik sistem her türlü denetime açık olmak zorundadır.

Mesuliyet, denetimden kaçar ya da denetimi engellerse, ortada görülmesi ve bilinmesi istenmeyen bir anormallik var zannedilir. Toplum böyle bir vehme kapılır.  Demokratik ve sosyal hukuk devleti böyle bir vebali taşımaz/taşıyamaz.

Sağlıklı ve bereketli günler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum