Şerif KUTLUDAĞ

Şerif KUTLUDAĞ

Mehmet Âkif Ersoy; Millî ruhun mimarlarındandı

27 Aralık 1936’da Hak’ka yürüdüğü yıldan bugüne 87 yıl geçmiş aradan “İstiklâl Marşı” şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy’un.

Her şeyden önce, 18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Savaşı ve Zaferi için yazdığı “Çanakkale Şehitlerine” şiiriyle, savaşın şiirden bir anıtını diken şairimizdir o.

mehmet-akif-ersoy.jpg“Çanakkale Şehitleri”nden “İstiklâl Marşı”mıza gelinceye kadar Safahat’ta toplanan şiirleriyle, gazetelerdeki yazıları, cami kürsülerindeki konuşmalarıyla, karanlık günlerin meşalesi olmuş; bedbin ruhlara verdiği can suyuna misal Millî Mücadeleye olan azim ve heyecan duygularıyla millî ruhun mimarlarından olmuştur Mehmet Âkif Ersoy…

Türk milleti tarih ırmağının akışına koşut olarak, “Dört nala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket..”e gelinceye kadar geçen bin yıllar içerisinde bizim insanımız Fransız usulü bir ırkçılık yapmamadan gelmiştir Anadolu’ya…

İslam öncesinde Gök Tanrı inancına sahipken de gök kubbenin altında birlikte yaşadığı toplumlara kardeş gözüyle bakmış; İslâm dinini benimsedikten sonra da insanı Allah’ın “Ahsen-i takvim üzere/en güzel şekilde yarattığı” inancıyla devlet yönetimi altındaki farklı inanç, farklı dil ve farklı milliyetlerdeki insanları devletine bir emanet olarak kabul eden bir yaşama iradesiyle koruması altına almıştır.

Bu bakışın nasıl olması gerektiğini de Ahmet Yesevî, Hacı Bektaş Velî, Yunus Emre, Mevlânâ, Ahi Evran, Nasrettin Hoca, Kaygusuz Abdal vb şâirlerimizle ozanlarımız ve gönül sultanlarımız şiirleri, ilkeleri, sohbetleri ve yaşantılarıyla ortaya koymuşlardır.

Anadolu Selçuklu devletinde mayalanan, Osmanlı Devleti ile Tuna boylarına taşınan bu anlayış sayesinde yüzlerce yıl farklı inanca, dile ve milliyete sahip olan onlarca kültürel yapı bir arada kardeşçe yaşayıp gelmişlerdir.

Osmanlı’nı gerileme döneminde devletin zayıflaması ile bu yapı da ne yazık ki çözülmeye başlamış ve her bir grup Osmanlı’daki gücü oranında devletin sahip olduğu makamları ve varlıkları paylaşma devamında da etnik bir kimlikle ayrı devletçikler kurma kavgasına girişmişlerdir.

İşte bu sürecin en can alıcı noktasında Türk milletinin haykıran sesi olmuştur içinde düşülen türbülansa benzer günlerde hak ve hakikati haykıran şâirler…

Kimler midir bunlar? Namık Kemal’dir, Mehmet Emin Yurdakul’dur, Ömer Seyfettin’dir, Yahya Kemal Beyatlı’dır ve en gür sadâsıyla da Mehmet Âkif Ersoy’dur…

Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışıyla başlayan ve 9 Eylül 1922’de İzmir’de işgalci Yunan ordularının denize dökülmesiyle zaferle noktalanan ve 29 Ekim 1923’te de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve ilânıyla noktalanan süreç içerisinde millî ruhun oluşmasını gerçekleştiren Allah’ın Türk Milletine armağanı olan bir şahsiyettir Mehmet Âkif Ersoy…

Aralık 1873’te Fatih semtinde doğan Mehmet Âkif’in babası Arnavutluk’un İpek kazasından, Fâtih Medresesi Müderrislerinden M. Tahir Efendi, annesi de aslen Buhara Türklerinden olup sonradan Tokat’a gelip yerleşen Emine Şerife Hanım’dır.

1888’de babasını kaybedince Mülkiye Baytar Mektebine girer; Baytar/Veteriner olur. Mesleği gereği Rumeli ve Anadolu’yu dolaşır insanımızı yakından tanır.

20 Yaşında Hafız olur. Halkalı Ziraat Mektebinde hocalık yapar. Sırat-ı Müstakîm Mecmuasının baş yazarlığını yapar. 1908’de İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Şubesinde müderris olur. Çeşitli kurumlarda dersler verir.

Heyet-i İrşadiyye’ye katılır. Burada halkı edebiyat yoluyla uyandırmak ve aydınlatmak için Abdülhak Hâmid, Recâizâde Mahmud Ekrem, Süleyman Nazif, Hüseyin Cahit (Yalçın), Mehmed Emin, Abdülaziz Çâvîş, Cenab Şahabeddin ve Hüseyin Kâzım Kadri’yle beraber heyetin kâtib-i umûmîsi olarak çalışır.

Sebilürreşâd ve Hakkın Sesleri’ndeki şiirlerini yazar, Fatih ve Süleymaniye Camilerinde vaazlar verir.

Mısır ve Medine’ye gider, Teşkilât-ı Mahsûsa(O günün Millî İstihbarat Teşkilatı)Nın verdiği görevle Berlin’e gider. Arabistan’da, Şerif Hüseyin’in başlattığı isyanın bastırılması için Teşkilat-ı Mahsusa başkanı Kuşçubaşı Eşref’le Necid Bölgesine gider. 18 Mart 1915 günü yaşanan Boğaz Harbi ve Zaferi’nin müjdesi ile “Çanakkale Şehitlerine” şiirini orada yazar.

I. Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti aleyhine sonuçlanması, ağır mütareke şartları ve yurdun işgaliyle Yunanlılar’ın 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkması üzerine başlayan Millî Mücadele hareketine fiilen katılma kararıyla 1920 Şubatında Balıkesir’e giden Mehmed Âkif burada Kuvâ-yi Milliyeciler’le görüşür. Zağanos Paşa Camii ile çeşitli yerlerde halkı birliğe davet ve direnmeye teşvik maksadıyla vaaz ve konuşmalar yapar.

12 yaşındaki büyük oğlu Emin’i de yanına alarak 10 Nisan 1920’de gizlice yola çıkar. Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ertesi günü Ankara’ya varır. (24 Nisan 1920).

Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın teklifi üzerine Burdur mebusu seçilir (5 Haziran 1920).

Zaman zaman Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya, Konya, Kastamonu gibi şehirlerde halka ve diğer bazı mebuslarla beraber cephelerde askerlere hitaben Millî Mücadele’yi teşvik eden konuşma ve vaazlarını sürdürür. Bunların en önemlisi meclis kararıyla gittiği Kastamonu’da Nasrullah Camii’ndeki ünlü vaazıdır. Bu vaazında Sevr Antlaşması’nın bizim için nasıl bir felâket olacağını izah eden, onu yırtıp atmayı ve Batılı sömürgecilerin karşısına iman ve silâhla dikilmeyi hayatî bir mecburiyet olarak telkin edip Millî Mücadele’yi büyük bir heyecanla teşvik eden önemli bir belgedir.

Bu vaazlar Eşref Edip’in Kastamonu’da tekrar çıkardığı Sebîlürreşâd’ında yayınlanır. Ayrıca bu sayılar ve risâle haline getirilen vaazlar birkaç defa basılarak Anadolu’nun her tarafına ve cephelere dağıtılır.

1920 yılının son aylarında Erkân-ı Harbiyye Riyâseti’nin isteğiyle Maarif Vekâleti millî marş güftesi için bir yarışma açtı. Yarışmaya gönderilen 724 şiir arasından Mehmed Âkif’in şiiri, Meclisin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda okunur ve şiir ittifakla “İstiklâl Marşı” güftesi olarak kabul edilir. Ancak meclis kararı olduğu için kazanana verilmesi zaruri hale gelmiş bulunan nakdî mükâfat Âkif tarafından alınıp Dârü’l-mesâî adlı bir hayır cemiyetine bağışlanır.

Bu bağlamda, bugün Mehmet AKİF’imizi hayırla yâd ederken, yazımı onun mısralarıyla noktalamak isterim:

AĞLARIM AĞLATAMAM

Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim,

Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım:

Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;

Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım.

Şi’r için “gözyaşı” derler; onu bilmem, yalnız,

Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!

Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!

Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;

Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.

Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim,

İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:

Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek. Mehmet Akif Ersoy

Bize Türk Milleti olma duygusunu yaşatan Millî Mücadele kahramanlarımız başta Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere şehitlerimizi ve gazilerimizi; gün dolayısıyla da Mehmet ÂKİF ARSOY’u ve Millî ruhun mimarlarını da hayırlarla yâd ediyorum. Ruhları şâd, mekânları Cennet olsun…

GÜL/AYDIN… SEVGİLERİMLE…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.