Merhamet

Bizi gerçek bir insan yapan en önemli yanımız hiç şüphesiz ki merhamettir. İnsan ilişkilerindeki acımasızlıklar her haliyle hayata yansıyor. İnsanlarda bir yarış, bir çekişme, bir çıkar çatışmasıdır almış başını gidiyor. Çoğu kişi sadece kendini kurtarmanın, kendine kazanmanın, kendisi ayakta kalmanın mücadelesini veriyor. Paylaşmak, yardımcı olmak, elinden tutmak, unutulmuş kavramlar gibi hafızamıza kazınmış duruyor. Ülkeler yalnızca kendisi güçlü olmanın, yalnızca kendisi kazanmanın, yalnızca kendisi hükmetmenin sevdasındalar.Bunun sonucunda dünyanın büyük çoğunluğu, mutsuz, huzursuz, gayesiz ve yorgun.

Eğer annelerin merhameti olmasa, insan veya hayvan neslinin sürdürülmesi mümkün olabilir miydi? Demek ki bütün canlılar daha doğar doğmaz bütün yaratıklara karşı bir merhamet borcuna sahiptirler. Merhamet sadece acıma duygusu değil, varlığımızdan kaynaklanan bir farkındalık ve empatidir aynı zamanda. İnsan kainattaki yerini bilmeli, bütün canlı ve cansızlara karşı sorumluluklarını öğrenmeli ve kendisin den zayıf olanlara karşı merhametli olmalıdır.
Bir zamanlar, büyüklerimizin ellerinde pazar alışverişini yaptıkları, kamıştan örülü sepetleri vardı. Belki canı çeken olur, fakirlerin, hamilelerin gözlerinde kalır, diye bu sepetleri kullanırlardı. Kimse de içini görmezdi. Sonra reklamlarla tanıştık. Yoksulun, parasızın ve güçsüzün artık kaçacak yeri kalmamıştı . Çoluk çocuğu, herkesin aldığı şeyleri anne babasından istiyordu. Bütün çocuklar, bütün gençler, bütün yetişkinler de böyleydi. Kimse bunun dışında değildi...Ne çevredeki sefiller, ne dünyadaki açlar kimsenin umurunda değildi. Dünyada birilerinin refahı için, bu çarkların dönmesi gerekiyordu. "Komşusu aç iken tok yatmaması" gereken bizler, ölen komşularımızdan bile haberdar olamıyorduk. İnsanlık neleri kaybettiğinin farkında bile değildi.

Çocukluğumuzda evimizde veya misafirliğe gittiğimiz yerlerde büyüklerimizin, anlattıkları masalları vardı. Kahramanları iyi ve kötüydü. Sonunda iyiler mükafatını alır, kötüler cezalandırılırdı. Sonra siyah beyaz "Yeşil Çam" filmlerimiz oldu. İyiler kazanır, ama kazanmasa bile, ona şerefli bir ölüm layık görülürdü. Çünkü iyi bir insan olmak kolay kolay feda edilemeyecek bir değerdi. Sonra "Western" filmleri girdi hayatımıza. Onlar kendilerinden olmayan zayıfların yok olması gerektiğini öğrettiler bizlere:Kızılderililer, Vietnamlılar hep bu kötü insanlardan bazılarıydı...Merhamete gerek yoktu, güç en büyük değerdi.

Sonra kendi dizi filmlerimiz çıktı. Bir çoğu Marlon Brando’nun "Baba" filmindeki rolünü aratmayacak kurgu ve efektlerle dolu . Kalite, emek her şey harika. İçlerinde tek bir şey eksikti:"merhamet". Tarihi filmlerimizde bile herkes öldürülüyordu, kahramanlarımız kimseyi esir bile almıyordu. Oysa bir Malazgirt Savaşında bile, Bizans İmparatoru Romen Dijojen’in önce esir alındığını, sonra serbest bırakılıp ülkesine gönderildiğini, orada da öldürüldüğünü çoğumuz bilir. 

Zayıf olanı, güçsüzü ezmek, hayvanların fevkalade yerine getirdiği bir beceridir. İnsanlarınsa böyle olmamaları, din ve felsefe kitaplarında yazmasına rağmen, buna uyan pek az insan vardır. Birçok insan, vicdanî huzuru doya doya yaşayıp, insanlığın dertlerine ortak olmak yerine, onlara hükmetmenin yollarını arar. Bunun için de her türlü yolu mübah görürler ve her türlü şiddeti sergilemeyi kendilerine görev bilirler. Bugünkü, savaşlar, açlıklar, huzursuzluklar hep bu hak tanımazlıkların, vicdansızlıkların doğal sonuçlarıdır. İnsanlardan, insanlığa faydalı olmalarını isteme hakkımız olmasa bile, hiç değilse insanlığa zarar vermemelerini istemeğe hakkımız vardır... 

Bizler zayıf olana el kaldırmayan, aman diyene kıymayan, esir ve hastalara gösterdikleri merhamette bütün dünyayı hayrette bırakan bir medeniyetin insanlarıyız. Yakın tarihimizdeki Çanakkale Savaşları, bunun örnekleriyle dolu değil midir? Haçlı seferleri sırasında Fransız Din adamı Odo de Deuil’e ’’Ey hıyanetten de daha zalim olan merhamet!" sözünü söyleten Selçuklular, bizim atalarımız değil mi?

Ormandan yaşlı ağaç kesmek gerektiğinde, ellerindeki baltayı beze bağlayarak, diğer ağaçları korkutmaktan kaçınan Mevlevîlik, bizim kültürümüzün bir parçası değil mi? Ne acımasız film kahramanları, ne dünyayı çirkin gösteren kaba ve sevimsiz insan görüntüleri bizlere hiç yakışmıyor. Yeterince kötü aktörün olduğu dünya sahnesinde çokça merhametli insana ihtiyaç var. Çünkü hayatı, kalbi, sahip olduğu her şeyi incinen o kadar çok insan var ki. Yalnız onların acısını sarmaya bile yüz yıllar gerekir.

Bence, bizler dünyaya kahramanlıklarımızı anlattığımız kadar, insanlığın gönlünü fetheden değerlerimizi konuşalım. Unutmayalım ki bizler, bu vatanı Yavuzca savaşan kahramanlarımız kadar, Yunusça sevgi ve merhameti işleyen gönül erenlerine borçluyuz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum