Efendi BARUTÇU

Efendi BARUTÇU

Merhum Türkeş Bey ile bazı hatıralar (3)

Ebediyete İntikalinin 22. Yıl Dönümünde Başbuğ Alparslan Türkeş’i Rahmetle Anarak Bazı Hatıralar

Particiliğe gelince; ancak Türkeş Bey rahmetli olduktan sonra millet bize oy vermeye başladı. Ama onu da büyük bir basiretsizlik örneği göstererek layıkıyla değerlendiremedik. Eğer 1999’dan sonra Türkeş sağ olsaydı 128 milletvekili ile çok değişik hükümet formülleri kurar, ne yapar yapar başbakan olur, uzun yıllar Türkiye’yi yönetirdi.

Merhum Başbuğ Türk tarihini çok iyi bilirdi, Türkiye’de birçok siyasetçinin gündeminde bile yokken “Türk Dünyası” gerçeğini zihinlere yerleştiren komünizmin esareti altındaki Türkistan Türklüğünün, Kırım’ın, Balkan Türklüğünün, Batı Trakya Türklüğünün, Irak, Suriye ve Kıbrıs’taki Türk varlığının yaşadıkları mezalimi her vesileyle kamuoyuna duyurmuş ve MHP’nin ve ülkücü teşkilatların çok geniş faaliyetleriyle Türkiye kamuoyunda “Türk Dünyası” gerçeğini kabul ettirmişti.

Sovyetler Birliği’nin bir gün dağılacağını ve buradaki Türk varlığının hürriyetlerine kavuşacağını her vesileyle vurgulamaktaydı. Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı merhum Ebulfez Elçibey Ankara’da Türk Ocakları Genel Merkezi’nin tarihi Türk Ocağı binasındaki bir kurultayında: “1970’li yıllarda ülkücüler Ankara’da yürüdüğünde Moskova’da deprem olurdu.” demişti. Şimdi Doğu Türkistan Türklüğünün yaşadığı büyük mezalim karşısında Türkiye kamuoyunun ve devlet yöneticilerinin büyük bir sessizliğe gömüldüğünü görünce “Gel de yetmişli yılların her konuda ses getiren ülkücü mücadelesini hatırlama!” diyor ve bir kere daha kahırlanıyorum.

Merhum Türkeş ilk gençlik yıllarından beri uğrunda nice mücadeleler verip, tabutluklardan idam talebiyle yargılanmaya kadar büyük acılar çekip badireler atlattığı Türk dünyasının bağımsızlığını kısmen de olsa görmüş bahtiyarlardandır.

Yine yazımın birinci bölümünde belirttiğim 1973 seçimlerinden sonraki MHP Genel Merkezi’nde o tarihteki gençlik kolları genel başkanı Gökhan Maraş’ın başkanlığında istişare toplantısı yapıldığında seçimlerde gençlik kolları genel merkezinin olağanüstü bir çaba göstererek Türkiye’nin bütün il ve ilçelerinde MHP adaylarının gittiklerinde görüşebilecekleri üç yüz bine yakın isim adres tespit ederek önemli bir başarıya imza atmıştı.

Daha sonra meş’um 12 Eylül askeri darbesi üzerimize bir zulüm canavarı olarak çöktü. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin başlıca sebepleri Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünü temin etmek, Türkiye’den Kıbrıs Barış Harekatı’nın intikamını almak, büyük devletlerin Washington Mutabakatı doğrultusunda 24 Ocak 1980 iktisadi kararlarının daha kolay hayata geçirilmesini sağlamak ve Türkiye sathında her geçen gün daha da güçlenen ülkücü-milliyetçi hareketi engelleyip, ezip yok etmekti.

Bir özel mülakatımızda, Sadi Somuncuoğlu:

“Mamak mahkemelerinin kararıyla tahliye olduktan sonra Mevki Askeri Hastanesi’nde tutuklu olan TÜRKEŞ bey beni Harp Okulu yıllarından Kenan EVREN’ in ve kendisinin sınıf arkadaşı olan bir emekli Albay’a gönderdi. Kendisinden Mamak Mahkemelerinin bir an önce ve adaletle neticelenmesi için Kenan EVREN’ le görüşmesini istemiştik. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi öncesi Türkiye’sinin birçok meselesini de sohbet etme imkânımız oldu.

-Albay bana: “Sizinle ilgili karar 15 Nisan 1978 de ki Büyük Yürüyüş ’ten sonra verildi” dedi.

Emekli Albay’ın bu sözleri bile devletin içinde ki bir takım karanlık odakların ve dış güçlerin Milliyetçi Hareketin geniş kitlelerin teveccühüne mazhar olmasından nasıl rahatsız olduklarının bir göstergesidir.” demişti.

12 Eylül askerî darbesinin elebaşısı Kenan Evren ve Nurettin Ersin harp okulundan Türkeş Bey ile sınıf arkadaşıdırlar. Nurettin Ersin’in İzmir’de yaşayan bir yeğeni bizim bir ülkücü ağabeyimizdir. 12Eylül’den sonra birkaç arkadaşımız yeğeni vasıtasıyla Nurettin Ersin’i ziyarete giderler. İstedikleri Türkeş Bey ve ülkücü sanıklara karşı daha adaletli davranılmasıdır. Nurettin Ersin, arkadaşlarımıza hiddetle şöyle der: “ Türkeş bize ihanet etti. Hacca bile gitti.” Bu cümle 12 Eylül cellatlarını ele vermektedir. Evet imkanları olan her Müslümanın yerine getirmesi gereken bir islami şartı yerine getirdiği için eski asker arkadaşları tarafından ihanetle suçlanan bir siyasi lider. Ben çok fazla yakınında bulunmadığım için Merhum Türkeş Bey’in dini konulardaki hassasiyetlerine çok fazla vakıf olduğumu söyleyemem sadece 1969 Adana Kurultayındaki konuşmasının ana fikri ve uzun yıllar verdiği mücadele İslami duyarlığının en bariz göstergelerindendir. İleride de yazacağım üzere cezaevinden çıktıktan sonra yaptığım ziyaretlerden birisi bir cuma gününe denk gelmişti. Kendisiyle beraber Samsun’dan misafiri Mustafa Bağışlayıcı Hoca ile Türkeş Bey’in arabasıyla Hacı Bayram-ı Veli Camiine gittik. Caminin avlusunda yan yana Cuma namazını eda ettik.

Nevzat Kösoğlu yazıyor: “Ben Türkeş’in öyle namazlarını gördüm ki imrendim, şöyle kendimi vererek bir namaz kılabilsem diye. O kadar huşu ile secdeye kapanmış adam çok görülmez. Bunlar önemli şeylerdir. Üzülerek söyleyeyim ki halk onu benim gördüğüm gibi değerlendirmiyordu; O, hep Menderesi asan ihtilalci bir adam olarak kaldı. Halk onu bir türlü ilk resminden dışarı çıkarmadı; Bana göre çoktan çıkmıştı ama halk çıkarmadı.”

12 Eylül müdahalesinin MHP'nin iktidar yürüyüşüne öldürücü bir darbe vurduğu, yerli ve milli bir hareketi 12 Eylül zulmü ile kaynağında boğmak istedikleri inkâr edilmez bir hakikattir.

Türkeş Bey dahil MHP’nin genel idare kurulu üyeleri ve üst yöneticileri tutuklandı. O tarihe kadar Ülkü Ocaklarının değişik kademelerinde görev almış binlerce arkadaşımız tutuklandılar, yargılandılar.

“MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasıyla ilgili ilk duruşma başlarken, fevkalade bir hadise yaşandı. 1 nu.lu sanık konumundaki Alparslan TÜRKEŞ salona girerken bütün sanıklar bir anda ayağa kalktılar ve İstiklal Marşı’nı gür bir sesle okumaya başladılar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmak suçlamasıyla yargılanan ülkücüler duruşmaya Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Milli Marşını okuyarak başlıyorlardı. Hakimler ve savcılar dahil, herkes ayaktaydı. 507 sanığın, gözyaşı ve hıçkırıklar arasında yükselen sesleri, aylardır çektikleri çilelerin eziyetlerin kefareti olarak duruşma salonunu doldurdu. Gencecik insanların hüzün ve acı dolu yüreklerinden kopup gelen ve bütün insanlığa ve Türk Milleti’ne toplu bir çağrı anlamı taşıyan bu coşku dolu gösteri, bütün canlılara yaşama sevinci, diriliş muştusunu dağıtan bir ilkbahar yağmuru gibi serinleticiydi.”

Türkeş, 14 Ekim 1981'de yapılan duruşmada savunmasına şu cümlelerle başlıyordu: “Bu iddianame, baştan aşağı yalan ve iftiradan ibarettir. Benim bütün hayatım, demeçlerim, icraatım bu iddiaları baştan aşağı reddedişten ibarettir. Sayın hakimler, Cumhuriyet tarihimizin en önemli davasına bakıyorsunuz. Siz bizi yargılıyorsunuz. Tarih ise, biz olduğu gibi sizi de iddia makamını işgal eden bu zevatı da yargılayacak ve hüküm verecektir.

  Ruhi Kılıçkıran'dan Gün Sazak'a kadar şehit evlat ve kardeşlerimin ruhaniyetlerinin şu anda bizimle beraber olduklarını biliyorum. Onlar da beni dinliyorlar. Onların tekzip etmeyecekleri şekilde konuşmaya, yalnız hak bildiğimi söylemeye mecburum. Çünkü onlar, o üç bin altı yüz can, bu hak bildiğimiz yolda "Vatan-millet-din ve devlet" uğrunda şehit oldular. Onlar hem şehitlerimiz hem de şahitlerimizdir.

 Yarın huzur-i ilahide de bana şahitlik edecek olanlar, onlardır... Onların huzurunda, onlar için konuşacağım!

..

Huzur-i ilahiye yüz akıyla çıkmaktan başka bir endişeye gönlümde yer yoktur. Hiçbir beşerî kudret önünde eğilmem. Kimsenin merhamet ve insafına şahsen ihtiyacım yoktur. Sözüm, tenkidim, talebim yalnız mülkün temeli olan adalet namınadır, yalnız milletim ve devletim içindir...

Uzun yargılamalar neticesinde Türkeş Bey 1985 yılının Nisan ayında tahliye edildi. O gün bütün ülkücü camiada bir kurtuluş ümidi ve sevinci ile adeta bir bayram havası yaşanmıştı. Bizim tutuklu olduğumuz Bartın Özel Tip cezaevinde de bütün bir gece ‘Başbuğ Türkeş’ nidalarıyla cezaevinin duvarları adeta sarsılmıştı.

DEVLET ADAMLIĞI:

İstanbul Ülkü Ocakları eski başkanı Abdullah Kederoğlu anlatıyor: 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra biz şehrin birçok yerinde “Ülkücü Gençlik Kıbrıs’ın Tamamını İstiyor.” yazılı afişler asmıştık. Türkeş Bey, İstanbul’a geldiğinde: Efendim, Bülent Ecevit bize çok düşmanca davranıyor, biz neden bu konuda Ecevit’i destekliyoruz dediğimde, bana cevaben: “Evladım, biz Ecevit’i desteklemiyoruz biz Türkiye Cumhuriyeti hükümetini destekliyoruz. Hükümetimiz şu anda savaş halindedir tabii ki onu destekleyeceğiz.”. Türkeş Bey yine bir devlet adamlığı tavrıyla 17 Kasım 1977’de CHP’li Cahit Karakaş’ın TBMM Başkanı seçilmesini MHP’li milletvekillerinin oylarıyla destekleyerek meclis başkanlığı seçimlerinin kilitlenmesini önlemişti. Yine Türkeş Bey’in, Merhum Gün Sazak Bey vasıtasıyla Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay üzerinden Ecevit’le uzlaşma çabaları partisindeki aşırı sol ve bölücüler tarafından adeta tutsak edilen Bülent Ecevit’in o tarihlerde ki uzlaşmaz tutumu ve MHP’ye karşı çok azgın bir tavır takınması sebebiyle sonuçsuz kalmıştı.

Eski cumhurbaşkanlarından Anavatan Partisinin kurucusu Turgut Özal’ın merhum Türkeş Bey’le arası hiç iyi olmamıştır. 1.Körfez Harekatı sırasında Turgut Özal ABD Başkanı Bush’u ikna etmiş, Misak-ı Milli sınırları içerisindeki Musul ve Kerkük’e bir askeri harekat düzenleyip buraların Türkiye’ye ilhakı gündeme gelmişti. Amerikalıların da işine geliyordu. Turgut Özal, Anavatan Partili milletvekillerini gruplar halinde Çankaya Köşkü’ne davet ediyor, bu harekatın Türk milletinin milli menfaatleri açısından önemini anlatarak: ‘Artık dışarıdan petrol ithal etmeyeceğiz, dış ticaret açığımız önemli ölçüde azalacak.’ Diyordu.

Türkeş Bey o tarihlerde Turgut Özal’a tam bir devlet adamı nezaketine yaraşır bir saygı ve üslupla yazdığı uzun mektubunda kısaca şöyle demektedir:  

“Sayın Cumhurbaşkanım,

Körfez krizi ile ilgili dış politikanız her bakımdan ülkemiz menfaatlerine uygun ve isabetli bir politikadır…

Körfez krizi Türkiye için tarihi bir fırsatı ortaya çıkarmıştır. Musul ve Kerkük’ün bizim tarafımızdan alınması çok önemlidir…

Özetle yürütmüş bulunduğunuz Körfez politikasının tam başarıya ulaşması için her zaman emirlerinize amade bulunduğumu arz etmek isterim.

Alparslan TÜRKEŞ

Zamanın genelkurmay başkanı Orgeneral Necip Toruntay görevinden istifa ederek bu teşebbüsün akim(sonuçsuz) kalmasına sebep oluyordu.

Devam edeceğiz…

 

Nevzat Kösoğlu ile Söyleşiler, s.228, Osman Çakır, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2008

ARSLAN TEKİN,ALPARSLAN TÜRKEŞVE LİDERLİK,BİLGE OĞUZ YAYINEVİ,2008

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.