Nebil ALPARSLAN

Nebil ALPARSLAN

“Ölülerle birlikte yaşamak”

Biliyorum. Başlık sizlere biraz soğuk geldi. Yadırgadınız. Şimdilerde devam eden salgın da var. Bu nedenle ölümden bahsetmek moralinizi daha da bozmuş olabilir.

Ama çevremizdeki her şey, olup bitenler hayatımızın birer parçası. Gerçekler. Yolumuza bunlarla birlikte devam etmek zorundayız.

Başlık bana ait değil.

Yahya Kemal Fransa’da bulunduğu tarihlerde, bir Fransız kendisine İstanbul’un nüfusunu sormuş. O da hiç duraksamadan “otuz milyon” deyivermiş.

Fransız bu cevaba pek şaşırmış. Zira o günlerde Türkiye’nin toplam nüfusu on üç on dört milyon. Kaş göz işaretiyle “nasıl olur” der gibilerinden merakını belli edince, büyük şair muhatabına tek cümlelik, fakat çok anlamlı şu cevabı vermiş:

-“Biz ölülerimizle birlikte yaşarız.”

Bu cevap bana ellili yılların alçakgönüllü şairi Ziya Osman Saba’nın “Nefes Almak” isimli şiir kitabındaki şu dizeleri hatırlattı:

Herkesin isi gücü, yeri yurdu, evi

Az başımı çevirsem, ötede mezarlık

Taş taş, selvi selvi…”

Saba bu dizelerde, aslında bizim ölülerimizle hiç bitmeyen birlikteliğimizi anlatıyor.

Evet. Hepimizin evi barkı var. Şimdilerde akamete uğrasa da işimiz gücümüz var. İnşallah şu salgın günlerini de en az zararla kapatırız. İşi olanlarımız işlerine döner. İşi olmayan kardeşlerimiz de iş sahibi olurlar.

Şu sıralar ekranlarda salgın nedeniyle ölüm haberleri de var. (Vefat eden tüm insanlarımıza rahmet diliyorum.)

 Ne kadar aklımıza getirmek istemesek de hiç ayrı kalamadığımız, hep ziyaret ettiğimiz kabristanlar var.

Bizim medeniyetimizde kabristanlar köylerin, kasabaların, kentlerin hemen yanı başındadır. Günümüzün aşırı kentleşme ve dikey mimarisi nedeniyle kabristanlarımız özellikle büyük kentlerin çok uzaklarına savrulmuştur. Ancak uzaklığı ya da yakınlığı şairin Fransız’a verdiği cevabı geçersiz kılmaz. Zira kastedilen, fiziki birlikteliğin içine sığdırılamayacak kadar geniştir. Coğrafi ve fiziki yakınlıktan çok aşkın bir şeydir.

Bizler kabristanları, biraz sonra gideceğimiz yere götürecek treni beklediğimiz bekleme salonları olarak bilmekteyiz.

Biz mezarımızı dünyaya adım attığımız gün ağırlandığımız ilk beşik misali, dünyadan uğurlandığımızda ağırlanacağımız son beşik olarak bilmekteyiz.

Kendimizi “diri”ler, o beşiklere koyduklarımızı da “ölü”ler olarak vasıflandırsak da, mezarlar, kabristanlar bizlere evlerimizin diğer odaları kadar yakındır. En az yılda iki bayram ziyaret ederiz. Kabirlerini diktiğimiz çiçeklerle, gül bahçesine çevirmek isteriz. Dudaklarımızı ellerine değdiremesek, yanaklarından öpemesek de ellerimizi mezar toprağında gezdirir, gözyaşlarımızla diktiğimiz çiçekleri sularız. Çünkü orada sevdiklerimiz vardı. Doyamadıklarımız yatmaktadır. Kimimizin annesi babası, kimimizin evlâdı, kardeşi, dostları. Ama hepimizin birileridir onlar. Vefat yıldönümlerinde dualarla yâd ederiz. Sevabının onlara ulaşması ümit ve temennisiyle sadaka veririz. İsimlerine çeşme, cami, okul, hastane yaptırırız. Cismen olmasa da ismen aramızda yaşatmaya çalışırız.

Onlarla birlikte yaşarız,

Onlar da bize aslında bir şeyler söylemekteler. En gerçeği de sanırım şudur:

“Bizler de dünyadaydık sizler gibi,

Sizler de geleceksiniz bizler gibi”

İşte bütün mesele bu.

Erenler “ölmeden ölünüz” demişler.

Ölmeden ölmek?

İkinci beşiğin bir adım ötesi… Nasıl bir yer orası?

Hepimiz biliyoruz ki,

Orada mevki yoktur.  Makam yoktur, Paye yoktur, Şan şöhret yoktur. Mal yoktur, mülk yoktur. Dünyalık konfor, mevsimlik haz yoktur.  Hırs ve tamah yoktur. Sınıf da yoktur. Kabir ister bir toprak yığını olsun, ister mermerden devasa bir anıt. İçindekiler sınıfsızdır. Bu dünyaya hiçbir şey getirmedikleri gibi hiçbir şey de götüremediler.

Sahip olduklarımızı dünyada bırakacağımıza göre bu kadar hırs, bu denli öfke, böylesine kin, bu derece adavet neyin nesi.

 O da bizim nefsimiz.

Ölmeden ölmek de bu nefsi öldürmek olsa gerek.

****

YAZAR NOTU:

“İstanbul’daki öğrenciliğimin son iki yılında Üsküdar’da Selamsız Caddesindeki bir evde kalmıştım. Aynı bölümdeki ev arkadaşımla, Karaca Ahmet kabristanında Haziran dönemi imtihanları için ders çalıştığımız günleri hiç unutamam. Kabristanın insana dinginlik verdiğini ilk o vakit idrak ettim.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum