Sağlık çalışanları her türlü saygıyı hak ediyor

Değerli okurlar her sene 14 Mart Tıp Bayramını kutluyoruz.

Bu hususta canımızı emanet ettiğimiz değerli doktorlarımızın bu kutsal bayramları kutlu olsun.

Bu bayram nasıl oluştuğunu anlatan bir yazıyı okuyucularımıza sunuyorum.

3 Şubat 1919 tarihinde Tıp Fakültesi İngiliz askerleri tarafından işgal edildi. Okulun işgalini içlerine sindiremeyen Tıbbiye öğrencileri durumu protesto etmek için çare aramaya başladılar.

İşgal altındaki İstanbul’da her türlü toplantı yapmak yasaktı. Öğrencilerin aklına

Okulun 14 Mart 1827 günü kurulduğu geldi.

Bu açılış gününü kutlamak bahanesiyle Tıp Fakültesi Talebe Cemiyeti 14 Mart 1919 günü Darülfünun Konferans Salonunda bir çay ziyafeti düzenledi. Bu bilimsel bir toplantı olduğu için Hocaların da devreye girmesiyle izin almak kolay oldu.

Bu toplantıya Feyzi Paşa (Feyzullah İz midi, 1845-1923), Dr. Besim Ömer Paşa başta olmak üzere Tıp Fakültesi ve Darülfünun hocaları, İngiliz, Amerikan, Fransız Kızılhaç temsilcileri, Fransız Sıhhiye Müfettişi umumisi, İnas Darülfünun öğrencileri ve Osmanlı basını temsilcileri katıldı.

Salonun bir tarafına Tıp Fakültesi öğrencileri, diğer tarafına İnas Darülfünunun kız öğrencileri ve davetli hanımlar oturdu. Tıp Fakültesi öğrencisi Kemal Bey okulun tarihçesini anlattıktan sonra Tıp eğitiminin Türkçe yapılmasını sağlayan Kırımlı Aziz Bey ve diğer hocaların hizmetlerini anlattı.

Daha sonra Dr. Memduh Necdet (OTMAN) konuşma yaptı. ‘’ İtiraf ediyoruz ki vatan, bilhassa onun kalbi, beyni olan İstanbul bu dakikada korkunç bir buhran geçiriyor. Ama korkmuyoruz.  Buradayız, burada kalacağız.  İstanbul bizimdir, çünkü hakan yatağıdır. İstanbul bizimdir, çünkü şehitler ve tarih buradadır. İstanbul bizimdir çünkü istiklal buradadır.”

Bu sözlerden sonra salon alkıştan inledi. Verilen aranın ardından misafirlere büfeden çay ve pasta ikram edildi.

Bundan sonra kürsüye Dr. Akil Muhtar geldi ve davete icabet ettikleri için Kızılhaç heyetine teşekkür ederek kürsüden ayrıldı.

Daha sonra İnan Darülfünunu son sınıf öğrencisi Mediha Hanım, bu teşebbüsleri için Tıbbiyelilere teşekkür etti.

Son olarak Dr. Besim Ömer Paşa yaptığı konuşmada erkek ve kadının sosyal mevkilerinden söz etti ve salonda hanımlarla erkeklerin ayrı tarafta oturmalarını eleştirerek şöyle dedi: 

“Eğer şimdi burada bulunduğunuz gibi Türk gençliği bir tarafta, Türk kadınlığı bir tarafta ayrı ayrı çalışacak olursak, yükselemeyiz!’’.

Tıbbiyeliler, Tıbbiyenin işgalinden (3 Şubat) bir buçuk ay sonra bu etkinliği gerçekleştiriyordu. Tıbbiye öğrencileri böylece bir ilki daha başarmışlardı.

 

Tıbbiyeli olmak, sadece bir meslek öğrenmenin daha üzerinde bir sorumluluk getirmiştir tüm tarih boyunca.

Örneğin; Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluş Savaşı öncesi toplumu hazırlamak için yaptığı iki tarihi toplantıya, yani Erzurum ve Sivas kongrelerine tıp öğrencileri de katılmak yürekliliğini göstermişlerdir.

Maddi sıkıntı nedeni ile bu düzenlemeye katılacak öğrencilerden sadece bir tanesi yola çıkarılmıştır.  Bu amaçla imece usulü ile toplanan para, sadece bir öğrencinin yol parasını sağlayabilmiştir.

Toplantıya Türk Gençliği ve Tıbbiye öğrencileri adına katılan Mekteb-i Tıbbiye öğrencisi Hikmet Bey, bazı delegelerin İngiliz veya Amerikan mandasını kabul ettirmek istemesine şiddetle karşı çıkmıştır.  Kongre konuşmaları içeriğinde ülkenin egemenliğini öne çıkaran bir konuşma yapan Hikmet Bey, “Ya İstiklal, ya Ölüm!” sloganını yaratan kişi sayılabilir.

Sonradan mezun olarak doktor olan Dr. Hikmet Bey, hepimizin yakından bildiği merhum Orhan Boran’ın babasıdır.

Günümüz dâhil, toplumun her daim özgürlüğü ve egemenliği için savaşan ülkemizin Tıp İnsanları, bu kutsal savaşımlarını fikir bazında halen yürütmenin onurlu temsilcileri olmuştur.  Yakın tarihi bilmeyen bazı siyasetçilerin, başta Türk Tabipler Birliği olmak üzere, ülkemizin hemen her ilinde kurulu olan Tabip Odaları temsilcilerinin bu kutsal mirası devam ettirmek heyecanlarını ve sorumluluklarını anlamamakta ısrarlı oluşlarını, olsa olsa cehalettendir diye yorumluyorum!

Şimdi de son çare olarak meslek odalarını sıkıca denetlemek, asli görevleri sayılacak vatan ve millet sevgisini yok saymak ve de olanaklar ölçüsünde tıp insanlarının sesini kısmak gayretkeşliklerini lütfen bu yazının ışığında bir kez daha değerlendiriniz!

Değerli okurlar her gün yerel ve ulusal gazetelerde haber olan ve çok üzücü olan doktorlarımıza bazı zır cahillerin saldırıları affedilir bir olay değildir. Bu magandaların yakalanıp en ağır ceza verilmeli.

Bir dostum bana gönderdiği çok anlamlı bir mailde şunları yazıyor.

SAĞLIK ÇALIŞANINA SAYGI DUY

Okullar tatil edildi. Üniversiteler tatil edildi. AKM’ler boşaltıldı.

Maçlar seyircisiz, Etkinlikler iptal. Ticaret durdu. Uluslararası sınırlar kapatıldı. Ve insanlar birbirine dokunmaya korkar oldu.

Fakat hastaneler AÇIK!

Sağlık çalışanlar hastaların nabzını kontrol etmek için, karnını muayene etmek için hastalara dokunuyor. Öksürük nefes darlığı olan hastaların akciğer seslerini dinlemek için hastalarla yakın temas kuruyor.

Sağlık çalışanları endişeleri olsa da ateşi olan öksüren, nezle olan hastasını bırakıp gitmiyor. Bu görevini layıkıyla hatta daha fazla çalışarak yerine getiriyor.

En yüksek risk altında olan ancak geri adım atmayan tek topluluk…

SAĞLIK ÇALIŞANLARI ONLAR SAYGIYI FAZLASIYLA HAK EDİYOR…

Yıllarca KOAH hastasıyım. Her sene Aydın’da olduğum süre içinde rahatsızlandığımda Adnan Menderes Üniversitesi öğretim üyesi Sayın Şule Taş Gülen hocama, Kuşadası’nda bulunduğum zaman da Kuşadası Devlet Gastanesinde göğüs bölümünde uzman doktor Sayın Seren Arpaz’a giderim.

Şu günlerde biraz olsun sağlıklıysam bu doktorlarıma borçluyum.

Başta bende emeği olan bu doktorlarım olmak üzere bütün değerli doktorlarımın Tıp bayramlarını kutluyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.