Ahmet KELEŞOĞLU

Ahmet KELEŞOĞLU

Soner

Adamın hiç derdi yokmuş gibiydi. Gülümsüyordu. Çevresine iyi mesajlar vermeyi ihmal etmedi. Belki de iyi intiba yaratma çabası içindeydi. Yolunda gitmeyen zamanlarda bile yüzündeki gülümseme eksik olmamıştı. Sabahları günaydın demeye özen gösteriyordu. Dışarı çıkmayı sevmiyordu. Sadece kısa süreli aralıklarla kapıda görünürdü. Bazen ani hareketlerle koşturur gibi eve girerdi. Hızlı davranışları dikkat çekmişti.

Yoksa içeride bir şey mi oluyordu?

Herkes tek başına yaşadığını biliyordu. Kendisi söylemişti. Neden böyle yapıyordu ki? Garip davranışları şüphe uyandırmıştı.

Bir şeyler saklıyor olabilir miydi?

Biriyle, ya da tek başına yaşadığının bir önemi var mıydı? Doğruyu söylemek gerekirse yoktu. Ama mahallede o kadar çok boş zamanı olan insan vardı ki, bu durum merak edilmezse olmazdı. Adeta bir şeyler olsun da sabahki gazetenin üçüncü sayfasına haber çıksın isteniyordu. Yoksa zamanların içi nasıl doldurulacaktı? Bu fırsat bir daha gelmezdi. Ayrıca sabahki olağan günü değerlendirme toplantısında sunumlar hazır olsa da fazla dedikodu göz çıkarmazdı. Hem bir gün sonrasına konuşacak mevzu hazırda beklemiş olurdu. Üstelik adamın yaşamı da heyecan vericiydi. Bunda ne kötülük vardı ki?

Adı Soner'di. Kibardı. Fedakârlıkta üstüne yoktu. Önceden koşturması öne atılması sıra dışı yardımseverliği dikkatlerden hiç kaçmamıştı. Daha ne olsundu ki? Güler yüzlü ve samimi davranışı kendisine olan yargıları ortadan kaldırmaya yetmişti. Doğrusu Soner'inde, olası bir olumsuzluğu lehine çevirmesi herkesin başarabileceği bir iş değildi. Her şey bir yana, insanı kendisine bağlayan bir yanı da vardı.

Nasıl oluyordu? Kimse bu adamı sorgulamak istememişti. Belki de buna gerek duymuyorlardı. Ama yine de böyle olması hoş olmayabilirdi. Belirsizlik ne zamana kadar devam edecekti?

Peki ama merakın da bir sınırı yok muydu? Bu mahallede merakın sınırı yoktu. Soner'in en belirgin göze çarpan yanı, bir toplantı anında, kahve içilen bir masada sohbetin tam da ortasında benim gitmem lazım deyip çekip gitmesiydi. Bu şimdi neydi? Ani bir manevrayla gitmesi nasıl hoş karşılanabilir di? Artık her ortamda bunu yapıyordu. İyice şüphe uyandırmıştı. Gittikten sonra geri de dönmüyordu. Böyle devam edemezdi.

Her şeye rağmen Soner'i çok seven dostları vardı belki, ama yine de böyle olmamalıydı. Ayrıca dostlarını Soner'in evine girerken gören hiç olmamıştı. Bu nasıl bir dostluktu, yoksa arkadaşları Soner'le anlaşmış olabilir miydi? Belki de bir sır saklıyorlardı. Artık bu saatten sonra onlarda şüpheli sayılırdı. Ne kadar anlaşılmaz bir durumdu. Acaba arkadaşları her şeyin farkında mıydı? 

Bir gün her şey normal rutininde devam ederken evin arka tarafındaki kapının önüne ambulans gelmişti. Kısa süre içerisinde gitmişti. Sanki gelmesi ile gitmesi bir olmuştu. Kimse bir şey anlamadı. Ambulansı arkadaki eski binanın ikinci katında oturan doksan yaşındaki Zehra teyzeden başkası görmemişti. Zehra teyzenin gözleri iyi görmüyordu. Yoksa hayal mi görmüştü? Peki söyledikleri doğru olabilir miydi? Buna tam olarak cevap vermek neredeyse imkânsızdı.

Herkes Zehra teyzeye inanmak istiyordu. Gerçek mi, değil mi? Bir türlü belli olmamıştı. Zaten Ambulansın geldiği haberi mahalleliyi harekete geçirmek için yetmişti. Herkes bir senaryo yazıyordu. Gerçekten Ambulans gelmiş miydi?

Ertesi gece geç saatlerde adamın evine geldiğini komşuları sabah öğrendi. Ama Soner nerden gelmişti? Ayrıca ambulansa binerken de kimse görmemişti. Herkes merak içindeyken halen daha bu adamla konuşmaya neden çekiniliyordu ki?

Soner de o gün hiç dışarı çıkmamıştı, kimse kapısını çalıp bir geçmiş olsun bile demedi, aradan bir gün daha geçmişti, kapıda göründü. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.

Karşı binada yalnız yaşayan meraklı Hüdai amca artık daha fazla beklemek istemiyordu. Aşağı inip onunla konuşacaktı.

Hüdai amca, karısı ve çocuklarını bir trafik kazasında kaybetmişti. Yıllardır tedavi gördü. Bir türlü düzelemedi. Psikolojisi git gide kötüye gitmişti. Doktorlar kendisine gelmesinin yıllar alabileceğini söyledi. Her akşam hava karardığında el ayak çekildikten sonra evin ışıklarını kapatır karanlıkta duvarlara bakarak ağlardı. Çoğu zaman ağlama sesleri dışarıdan duyulurdu.

Hüdai amca aşağıya indi. Soner'in tek katlı evinin demir parmaklıklı merdivenlerini yavaş adımlarla çıkmaya başladı. Arkasından müdür lakaplı Hayrettin, onun da yanındaki Nuri bey, merdivenleri çıkmaya başlamıştı. Sanki herkes birbirine haber vermişti. Adeta Soner'in evine baskın yapılacaktı.

Hayrettin bir bankada ikinci müdür olarak çalışmıştı. Yıllardır bankanın tüm servislerinde özveri ile koşturdu. Verilen görevleri harfiyen yerine getirmişti. Banka personeli Hayrettin'in tam bir görev adamı olduğunu söylüyordu. Müdür olmasına altı ay kalmıştı. Bir gün bankada büyük bir dolandırıcılık oldu. Hayrettin sabah bankaya gittiğinde polis ve müfettişler kapıdaydı. İçeriye müşteri almıyorlardı. Sabah işe gelen banka personeli sessizce alınıp sorguya çekiliyordu. Sıra Hayrettin'e gelmişti. Müfettiş, iki aydır bankanın olmayan likiditesini niçin para varmış gibi bildirdiğini sordu. Bankanın kasası hayali havalelerle boşaltılmıştı. Bu işte Hayrettin'in hiç bir suçu yoktu. Müfettişlere sadece amirlerinin emirlerini yerine getirdiğini söyledi. Hatta Müfettiş; "Amirin sana boğaz köprüsünden kendini aşağıya at dese atacak mısın?" demişti.

Hayrettin'de; "Evet atacağım efendim" diye cevap vermişti.

Çünkü müdür olacaktı. Birinci sicil amiri bankanın müdürüydü. O istemezse Hayrettin müdür olamazdı. Onun için her söylediğini yapması gerekiyordu.

Zaten Hayrettin de gözünü karartmıştı, müdür ne derse onu yapacaktı. Sabırla bekliyordu hiç bir şeye itiraz etmemişti. Karısı da Hayrettin'in müdür olacağı günü sabırsızlıkla bekledi. Kendisine müdürün karısı dedirtecekti. Yıllardır, ben müdür karısıyım diyen, Süheyla'dan nefret ediyordu. Altı ay kalmıştı o da günleri iple çekiyordu.

Hayrettin'in işine son verdiler. Müdür olamamıştı. O günden beri komşuları ona müdür diyordu.

Hüdai amca öne atıldı. Herkes günaydın deme hazırlığındayken, Hüdai amca Soner'e; "Sen kimsin arkadaş, in misin cin misin?" dedi.

O an buz gibi bir hava oldu. Sessizlik oluştu. Herkes birbirine bakıyordu. Hüdai amcanın böyle bir çıkış yapacağını kimse beklemiyordu.

Hayrettin; Ayıp oluyor Hüdai amca, önce bir geçmiş olsun demek gerekmez mi, iki gündür adam koşturuyor hastası var besbelli, ambulans geldi önceki gün kapısına, haberin yok mu? dedi. Hayrettin'in hemen yanındaki Nuri Bey, söylenenleri onaylamak için başını salladı.

Nuri Bey’in başı tamamen keldi. Sadece ortasında iki tane saçı vardı ona da bu yüzden iki telli diyorlardı. Hiç konuşmazdı, sadece söylenenleri dinler ve onaylardı. Neredeyse hiç bir konuda fikri yoktu. O da yurt dışından gelmişti. Emekli olamamıştı. Zayıf çelimsiz vücudu dikkat çekiyordu. Yabancı ülkedeki çalışma disiplinine ayak uyduramadığı söyleniyordu. Zaten çok güçsüz ve yaşlı görünüyordu. Hayrettin haklı der gibiydi.

Hüdai iyice bozulmuştu. Herkes bu sır dolu adamı, masum görüyor hastasına saygı duyulmasını istiyordu. Peki bir tek Hüdai'mi durumu anlamıyordu? Gerçekten ambulans gelmiş miydi? Soner'in hastası var mıydı? Yaşlı Zehra teyze yanılmış olamaz mıydı?

Soner kendiliğinden gelişen bu diyaloğu şaşkınlık içinde ve sessizce dinledi. Hüdai tamam tamam ben artık hiç konuşmuyorum diyerek bir adım geri çekildi. Merdivenlerin korkuluklarına kadar geldi. Demirlere yaslandı. Hiç bir işe karışmayan Nuri Bey, Hayrettin ile sanki olayı tespit etmişlerdi. Bu işide hallettik der gibiydiler. Anlamlımca bakıştılar. Kafalarını öne doğru sallayarak birbirlerini onayladılar. Olayı çözmenin ve konuşmayı sonlandırmanın rahatlığı içindeydiler.

Kolay kolay konuşmayan, hatta hiç bir konuşmayı başlatmayan, soru sormadan olan biteni sadece onaylayan Nuri bey herkesi şaşırtan bir tavırla; "Ne oldu peki beyefendi dün ambulans gelmiş ve birkaç dakika içinde kaybolup gitmiş, hastanız mı vardı, bir şey mi oldu?” dedi. Kimse Nuri Bey den bu çıkışı beklemiyordu. Hayrettin ve Hüdai çok şaşırmıştı. Küçük bir sessizlik oldu. Hüdai atıldı, avucunun içini uzatarak işaret eder gibi yaptı. Hayrettin'e döndü; "Buyrun bakalım" dedi. Nuri beye de, bir dakika Nuri bey, ayıp oluyor desenize, bende Nuri beye katılıyorum, onu diyorum işte, "Neler oluyor arkadaş?" dedi. Soner iyice sıkışmıştı.

Hayrettin ikna olmuş Nuri beyin de bu çıkışına artık bir anlam verebilmişti.

Hayrettin; "Sahiden arkadaş ne oldu geçen akşam" deyince, Soner, neredeyse tüm taraftarını kaybetmiş oldu. Durdu, derin bir nefes aldı, oflayıp pufladıktan sonra, “arkadaşlar içeride felçli yatağa bağlı eşim var, lütfen biraz sessiz olur musunuz?” dedi. Bu sefer derin bir sessizlik oluştu. Herkes mahcubiyet içindeydi. Soner'den boşu boşuna şüphelenmişlerdi. Soner bir adım öne geçmişti. Gerçekten felçli bir eşi var mıydı? Oysa yalnız yaşadığını söylemişti. Hayrettin ve Nuri Bey dudaklarını buruşturarak kafasını salladı. Hüdai ise dudaklarını germiş kaşlarını kaldırmıştı. Soner'in bu manevrası Hüdai'ye hiç inandırıcı gelmemişti. İçeriye girmeyi düşündü. İki adım atsa gerçeği görecekti. Vazgeçti. Münasebetsizlik olacağını düşündü.

Aklına Soner'in dışarı çıktığı zamanlarda kapıyı kapatıp, hatta dış kapının asma kilidini bile kilitlediği o titiz davranışları geldi.

Hüdai iç sesiyle kendi kendine olan biteni aklından geçirdi.

Uzun süredir tek başına yalnız yaşadığını söylemişti ama eve bu ani girişlerinin nedeni neydi? Farklı davranışları devam ediyordu. Acaba ocakta yemeğini unutmuş olabilir miydi? Ondan mı hızlıca içeri giriyordu? Yoksa herkesten sakladığı birini mi kolluyordu? Bazen evde birisi varmış hissine kapıldığımız olurdu ama,... dedi, kendi kendine.

Sonra evde kimsenin olmadığı eve girerken ve evden çıkarken tek başına girip çıktığı açıkça belli oluyordu, dedi.

Tüm bu şüpheler boşa çıkmıştı.

Soner gerçeği söylemişti. Artık evde bir eşi vardı. Üstelik felçli ve yatağa bağlıydı. Bu durumu kimseyle paylaşmak istememişti.

Aradan biraz zaman geçti, bir ara evin önüne polis arabası geldi, Soner polislerle arabaya binip gitmişti. O gün akşam herkes evine çekildi. Bu polis arabası neden gelmişti? Yine neler oluyordu? Ertesi gün sabah Soner tekrar kapıda göründü. Gece geç vakitte gelmiş olmalıydı. Ters giden bir şeyler mi vardı, anlaşılamamıştı. Soner birini saklıyor ya da birine kötülük mü yapıyordu? Hiçbir şey olmamışsa polis arabası niçin gelmişti? Soner'in üzerindeki şüphe iyice artmıştı. Tek başına yaşadığı apaçık belli iken, eşi de nereden çıkmıştı? Yoksa ambulans hasta eşi için mi gelmişti?

Belki de adamcağızın eşi ölmüş, polis arabası da tahkikat için gelmişti.

Şimdi de Almanya’da eşinin tedavi gördüğünü ara sıra geldiğini söylüyordu. Artık mahallelinin gözünde Soner'in hayatı çözümlenemeyen bir sarmala dönmüştü. Soner aslında sahte bir yaşamı mı devam ettiriyordu? Hayatı da böylece ciddiye alıyormuş gibi mi yapıyordu? Sanki bir filmin başrol oyuncusuydu. Hiç derdi yokmuş, hiç bir zaman üzülmüyormuş havası estiriyordu. Bir eşi olduğunu hasta ve yerinden kalkamadığını artık herkese inandırmıştı.

Ama karısını hiç kimseye göstermemesi hep bir soru işareti olarak kalacaktı. Aslında Soner yaşadığı hayatı adeta film senaryosuna dönüştürmüştü. Zaman zaman görünmediği kısa sürelerde annesinin yanına gittiğini onunda felçli ve yatalak olduğunu söylüyordu. Herkesin kafası iyice karışmıştı.

Acaba bu yanılgıyı değiştirmek isteyerek karısına mı meletmişti? Gerçekte karısı değil de annesi mi hastaydı? Artık herkes bıkmıştı, Soner'in bu yaşamını unutmak istiyorlardı.

Mahallede kimsenin tahmin bile edemediği kendisini herkesten gizleyen biri vardı. Olan biteni sessizce takip ediyordu. Polislikten emekliydi. Bu işe iyice kafayı takmıştı. Belirsizliği çözecekti. Ona mahallede hafiye Hamza diyorlardı. Çalıştığı yıllarda hiç kimsenin çözemediği olayları açığa çıkarmıştı. Bu yüzden amirleri Hamza'yı ödüllendirmişti. Zekâsı çok açıktı. Ama biraz fantastik düşünceleri vardı. Bu yüzden onu erken emekli etmişlerdi. Aslında hiç emekli olmak istemiyordu. Daha açığa kavuşturulması gereken çok olay vardı.

Hamza Soner'in çok yakınında oturuyordu, hiç bir şey bilmiyormuş gibi yapıp olayları gizlice takip etmişti. Hiç belli etmeden devamlı notlar aldı. Enerjisi hiç bitmiyordu. Olayları takip etmeyi ve bir an önce sonuca kavuşturmayı istiyordu. Soner'in bu durumunu da çalıştığı yıllardaki hadiselere benzetmişti. O yüzden takibi hiç bırakmamış adeta kendisini görevli addetmişti. Sanki emekli değil de özel dedektif gibiydi. Doğru zamanı kollayıp eve gizlice girme fikri aklına geldi. Ancak bu tehlikeli olabilirdi. Günlerdir hesap yaptı. Soner'in evden çıktığı bir gün olmalıydı. Ayrıca bu planı gece gerçekleştirmek daha doğru olacaktı. Herkes yattığında eve gizlice girecek ne var ne yok öğrenecekti. Bu düşündüklerini hayata geçirmek aslında bir suçtu. Bunu o da biliyordu. Yılların emektarıydı. İçindeki o başkaldırısı engellenemez dürtüyü durduramıyordu. Ama ne yapsındı. Bir kere bu işe kafayı takmıştı. Doğru zaman yaklaşıyordu. Sabah erken kalkıyor akşamları ise geç vakitlere kadar bekliyordu. Artık Soner'in evini gözetim altına almıştı. Sabah perdeyi araladığında mutfağı ara balkondan görebiliyordu. Her şey tamamdı. Sadece Soner'in evden kısa süreliğine de olsa uzaklaşması gerekiyordu. Nasıl olsa ışıklar söndüğünde Soner yatmış olacaktı. Gündüz çok tehlikeliydi komşular görebilirdi.

Aradan bir kaç gün daha geçmişti. Gece geç saatlerdi, Soner’in koridorunun ışığı yandı, dış kapının gıcırtısı duyuldu. Biri gelmişti. Arkadaşlarından birisi olabilirdi. Mutfağın ışığı yandı. İki gölge oluştu. Gölgeler oradan oraya yer değiştiriyordu. Odanın ışığı tam dışarıya sızmadığından loş görüntü gölgeleri daha net hale getirmişti. Ses duyulmuyordu, ancak gölgeler devamlı yer değiştiriyordu. Bir şeyler olduğu kesindi. Ne oluyordu? Soner arkadaşıyla tartışıyor olabilir miydi? Hamza her şeyi hafızasına kazımıştı. Hiç bir ayrıntıyı atlamak istemiyordu. Olası bir hata operasyonu alt üst edebilirdi. Artık dışarı çıkma zamanı gelmişti, merdivenleri yavaş adımlarla çıktı. Tam kapının önüne geldiğinde kapının açık olduğunu fark etti. Biraz rahatladı ama heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Kapıyı sessizce araladı. Koridorun ışığını kapatmışlardı. Biraz daha ilerledi mutfaktan sızan gölgeler koridorda belli belirsiz yer değiştiriyordu. Sanki birisi bir şarkı eşliğinde dans ediyor gibiydi. Şarkı sözlerine bir anlam verememişti. Yoksa bu sesler başka bir yerden mi geliyordu? Gölgeler oradan oraya dönüyor keskin yansımalar duvarlardan tavana kadar süzülüyordu. Sesler ağlamaklı ve anlamsızdı. Daha çok ağıt yakar gibiydi. Sanki sırayla söz atışması oluyordu, ağıtlar uzun ve bitmeyen gazele dönüştü. Gölgeleri görmeyen, sesi uzaktan duyan birisi sadece bu sesleri duyduğu için ağlayabilirdi. Hamza kapının iki metre ilerisinde donup kalmıştı. Sesler Hamza'yı derinden etkilemişti. Olduğu yerde kala kalmıştı, kımıldayamıyordu. Bir kaç adım daha atsa her şeyi görecekti. Ayakları daha fazla gitmiyordu. Sesler beyninin içinde yankılanmaya başladı. Birden uzaklaşmak istedi. Geri dönemiyordu. Morali bozuldu. Yılların emektarı nasıl olurda bu işi yarıda bırakırdı. Bu fikri hemen aklından çıkardı. Arkasını dönüp kapıya doğru baktığında dehşete düşmüştü. İnanılmaz şeyler oluyordu. Kapının tam önünde Hüdai amca, yanında Hayrettin, onunda hemen arkasında Nuri bey gözlerini kırpmadan bakıyordu. Nuri Bey’in de solunda Hayrettin’in karısı, sağında ise müdür eşi Süheyla vardı. Zehra teyzenin kolundan tutmuşlardı. Hamza’nın gözleri yerinden çıkacak gibiydi. Mahalleli artık şüpheli kişiyi bulmuştu. Şüpheli meçhul kişi Hamza’ydı. Zaten günlerdir sesi çıkmıyordu. Hiç bir işe karışmıyordu. Uzun süredir dışarı da çıkmamıştı. Ondan şüphelenmek için bu kadar sebep yeterliydi. Hamza sıkışmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Suçluluk hissine kapıldı. Gizli bir iş çevirirken yakalandığına mı üzülsün? Yoksa hiç bir suçu olmadığı halde o kişinin kendisi olmadığını mı, ispatlasın? Ağıt sesinin etkisi ile donup kalması hiç iyi olmamıştı. Herkes korkunç gözlerle Hamza'ya bakıyordu. Biraz daha ilerlemişlerdi. Mutfağın kapısına geldiklerinde içeride tavana asılı dönen serinletici aspiratörden başka bir şey gözükmüyordu. Hamza dönen bir sürü gölgenin içinde kalmış öylece bakıyordu. Adeta sarhoş olmuştu. Evin odaları tamamen boştu. İçeride kimse yoktu. Herkes şaşkınlık içinde birbirine bakıyordu. Soner’in evi adeta baskın yemiş gibiydi. Bir süre herkes birbirine baktı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Soner kapıda belirdi. Hiç tepki göstermeden içeri girdi. Tek tek komşularının yüzüne baktı.

"Karım öldü ben öldüm, karım öldü ben öldüm” dedi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum