Üniversiteler nereye gidiyor?

Üniversiteler yaşları 18 ile 28 arasında değişen, meslek ve kariyer edinmek için hayatının en verimli çağında eğitim için yurtlarını terk eden gençlerin eğitim kurumlarıdır.

Genç kitle, yetişmiş ve yetişecek olan donanımlı insan kaynakları oluşturacak ülkemizin geleceğini oluşturacaktır.

Bu kısa tespitle, gençleri sevdiğimi ve onlara çok değer verdiğimi vurgulamak isterim.

Çünkü:

Onlar milletin seçilmemiş seçkinleridir.

Geleceğimiz gençler, ülkemizin kalkınma ve refahında bilimin aydınlık yolunda, yeni ufuklara açılan umudumuzdur.

Üretimde, bilimde ve ekonomideki kalkınma hamleleriyle 21. asrın Türk mucizesini müjdeleyecek öz değerlerimiz ve en büyük sermayemizdir.

Uzun zamandır Aydın ilimizin tek üniversitesi Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’ndeki (ADÜ) öğretim görevlisi hocaların davetlerini alıyordum. Yaklaşık bir on-onbeş gün önce bu davete icabet ettim.

Hem ADÜ'deki öğrenci kardeşlerimizin eğitim sorunlarını yerinde gözlemlemek, hem de değerli öğretim görevlisi hocalarımızın sofrasında, sohbetlerde bulunmak istedim.

60 bin kişilik dev bir eğitim ordusu ile 2 bine yakın idari ve akademik kadronun gündemindeki sorunlarla ilgili bir şeyler öğrenmek ve çözümüne katkı sağlayabilmek beni ayrıca mutlu edecekti.

Bu duygu ve anlayışla, sorumluluk düşüncesiyle, ADÜ' deki hocalarla buluşmuştuk. Selam verdim borçlu çıktım misali, bir dokundum bin ah işittim.

Aman Allah’ım üniversitemiz hocalarının, ne de çok derdi varmış.

Ya öğrenciler, o bilim ordusuna dahil neferlerin sorunları var mıydı?

Olmaz mı hiç?

Önyargısız, sorumlu bir kalem olarak gözlem ve izlenimlerimi kamuoyu ile paylaşmak için notlarımı almıştım.

Sorunlar çok fazla insan nereden başlayacağını bilemiyor.

Tüm üniversitemizin sorunları ayrı ayrı ana mesele olarak karşımızda durmaktadır. Başta eğitimde kalite mi, kantite mi? Bunu incelemek gerekiyordu.

Genel olarak öğrenci kontenjanlarının üniversitenin imkanları gözetilmeden artırılması, eskiden her köye bir mühür, bir müdür mantığıyla her ile üniversite açılması, fiziki mekan, öğretim üyesi ve akademisyenlerin nitelik ve sayısal yeterliliklerinin olup olmadığı konuları beni sorunların içine çekmişti.

Hocalarımızı dinledikçe altyapı ve yeterli öğretim görevlisi sayısına bakmadan üniversitelerin her yerde açılmasının, uzun vadeli olumsuzlukların temel kaynağı olacağı bilinciyle, yetersizliklerin rektörlükten ziyade YÖK kaynaklı olduğunu anlamıştım.

Ancak ben, üniversite hocalarının yayın ve makalelerine dünya çapında atıfta bulunulup bulunulmadığını, TÜBA ve TÜBİTAK'taki ADÜ'nün varlığının karşılığının ne olduğunu ve üniversitemizin dünya sıralamasındaki yerini merak ediyordum. Bir türlü asli konulara gelememiştik.

Sohbetlerimiz, sorunlarımız, çözüm arayışları iyice derin konulara girmeye başlamıştı ki, telaşlı telaşlı bir hoca hanımın içeri geldiğini farkettim. Kendisi Dekanmış.

Biraz heyecan ve üzüntü ile; "Fransız Dili ve edebiyatı bölümünde okuyan, intihar eden Ceysu Sıla Alkaya'nın cenaze işlemleri ile uğraştığını, oradan geldiğini " ifade etti.

Bu acı haber üzerine yıkılmıştık. Herkes bir anda dondu kaldı. Benimde içim bir hoş olmuştu.

Bir can daha gitmişti. Kim bilir ne dertleri, ne sorunları vardı diye, düşündüm.

Sonra, Sıla'nın basında yayınlanan babasına ithafen kahreden mektubunu da okuyunca kahroldum. “Beni çok ihmal ettin baba." diyordu. Mektup çok düşündürücüydü.

Sohbet meclisinin havasını kapıdan giriveren “Şükriye" adlı sevimli kedi değiştirmişti, herkes Şükriye’yi okşuyor ona bir şeyler ikram ediyordu.

Çay, kahve ikramlı bir moladan sonra hocalar, ADÜ’deki temel sorunlardan bahsettiler.

Üniversitelerin araştırmacıları destekleme deki mali yetersizlikler, YÖK'ün doktora ve doçentlik tezlerinin niteliğine değil de niceliğe bakıyor olması, hazırlanan tezlerin ele alınan sorunların toplumun ve ülkenin temel sorunlarını çözme amacı gütmemesi vs.

Özellikle sosyal konulardaki tez konularının sunumunda etliye sütlüye karışmayan konularla durumun idare edilmesi.

Aksi halde akademisyenlerin değişik baskılarla işten atılma ve kadro alamama korkusu yaşaması.

Bu tür nedenlerle üniversiteler de sorunu çözmek hem zor hem riskli, yapılan doktora ve doçentlik çalışmalarının da yetersizliğini ortaya çıkarmaktadır.

Ayrıca maaş, ücret ve özlük hakları itibariyle Tıp bilimlerindeki hocaların maaşlarına 3 defa iyileştirme yapılmış olmasının, buna karşılık sosyal bilimlerdeki maaş ve ücretlere bir çare bulunmamasının ortaya çıkardığı adaletsizlikler. Ve moral bozukluğu.

Yaklaşık 4,5 saatlik bir mesai içinde ardı arkası kesilmeyen sorunlar demeti.

Tam çıkmaya karar verip fakültenin uzun koridorunda yürürken değerli Profesör hocam; “Ali bey bir dakika şu sınıfa girer misiniz” dedi.

Bana; çekmeyen interneti, çalışmayan projektörü ve kürsü üzerindeki arızalı bilgisayarı gösterdi.

Hepsi de tam çalışmayan ders araç ve gereçleriydi. Hocamız bunların yanında başka bir sürü sorunları ardı ardına sıraladı.

Öyle ki, yazmaya anlatmaya sayfalar yetmez.

Bir yaraya merhem olabilir miyim diye gitmiştim oraya..

Sevgili gençlere, ADÜ'ye, değerli hocalarımıza ve Aydın'a, ülkemize vefa borcumuzu ödeyebilir miyim?

Şair : “Ağlayabilseydiniz, anlayabilirsiniz." demiş.

Bir başka düşünür de;

"Sen ki başkasının sıkıntısına, dertlerine kayıtsızsan, sana insan demek yakışmaz.”

Ve Mevlana’dan:

" Mum olmak kolay değildir, ışık saçmak için önce yanmak gerek."

Bu dertleri dert edinen, topluma, Aydın'a, gençlere umut olan ışık saçan gönüllere selam olsun.

Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum