Ayşe kadının bir günü

Şafak vakti… Çil Horoz, ıkınarak ötmekte, yapraklardan çiğ damlacıkları süzülüyor, karşı tepeden güneş ışınları bulutlara yansıyordu.

Sobanın üzerindeki güğüm fokurdamaya başladı. Ayşe kadın ayakyolundan geldi, güğümdeki sıcak sudan demlediği çaydanlığı sobanın bir köşesine sığıştırdı. Çocuklarına seslendi, ellerini çırptı. “Uyanın bakalım, haydi, haydi çabuk hazırlanın kahvaltıya…”

Kocası çoktan kalkmıştı, süt güğümlerini sokak kapısının önüne bıraktı. Kooperatifin adamı gelir, notunu alır giderdi. Buzağıları, anaları ile bahçeye bıraktıklarında etrafa yığılan yem ve samanlara saldırdı hayvanlar. Köşedeki iki küveti su ile dolduruyordu oğlu, iki buzağı merakla küvetin içine başını soktu, ağızları ıslak tekrar analarına koştular. Oğlan gülümseyerek arkalarından baktı.

Adamcağız bu esnada traktörü kapının önüne çıkardı, dün onca paralar ödeyerek aldığı gübreleri taşımaya çalışırken, oğlu yardıma koştu. Büyük kız kasaba ortaokulu son sınıfa gidiyordu. Küçük kız ise, taşımalı servis ile ilkokula başlamıştı. Evin bıcırı idi, evin neşesi, şımarığı, büyük çocukların oyuncağıydı adeta, sevilen bir o kadar da örselenen kız…

Anaları harçlıklarını verdi. Küçük kız beslenme çantası hazırlamayı unutmuştu, aklına gelince, ablası ve annesi kızarak çığlık attılar. Bahçede dip köşedeki telden çevrili büyük kümesteki tavuklara yem saçıldı, sulukları dolduruldu.

Baba oğluna “uyuşuk herif” diye çıkıştı. Anası oğluna sahip çıktı, “çocuk yataktan çıkalı, kıçını yere koymadı” diyerek kızdı. Oğlu aldırmaz bir halde ve saygılıca sustu. Baba ise şapkayı yere vurdu, “Sanki benim g*tüm yerden kalkmıyor” diyerek savunmaya geçti. Kocası lök gibi oturur, bazen ota, boka söylense de yine de iyi adamdı.

Bu arada “Aydeeem” sesi ile birlikte, boynunda bir şeyler asılı bir genç girdi, elektrik sayacına baktı. Cııırt bir ses duyuldu, cart diye kopan kâğıdı sayaca sıkıştırdı, kaç para dediklerinde duymazdan gelen görevli “kolay gelsin” diyerek çıktı gitti. Oğlan merakla baktı “Vay canına 1623 lira “dedi, kadın unuttuğu birkaç gün önceki su faturasını kocasına gösterdi “481lira” dedi. Baba kızdı, “Hamam mı işletiyoz anasını satayım” dedi.

Büyük kızın hazırladığı kahvaltı sofrasına oturdular.

Babaları ha bire ekonomiden, yaşam zorluğundan söz ediyordu. “Olmadı, ortalık çok pahalılaştı, önlenecek gibi de görünmüyor dedi. Üre gübre altın gibi kıymetli olmuş, bin lira, çeyrek altın gibi mübarek, Tarım Kredi Kooperatifi, Ziraat Bankası, Çiftçi Malları Koruma, Akçay Sol Sahil Sulama Birliği, Ziraat Odası, Veteriner Alaeddin, Ziraatçı Ayhan hepsi bizi bekler, cebimizi özler, ellerimizden öper…” diyerek sızlandı. Çayından yudum yudum içerken dışarılara bakıyordu. Buğdayda dekarda 480 kg aldık, kötünün iyisi, Domatesi, biberi, yağmur, dolu vurdu, yarısı kaldı. Buğday yerine, silajlık mısır ekeriz” deyip düşüncelere daldı, servis de geldi.

Ayşe kadın, kocasının sızlanmalarına hak veriyordu. Kasabaya gittiğinde elindeki onca paraya rağmen, ihtiyaçlarını karşılamamıştı da cüzdanının köşesindeki çeyrek altını sarrafa giderek bozdurup da ancak alışverişini tamamlayabildi. Şeker 4-5 liraydı, art arda 4-5 kez zam geldi, 26 lirayı aştı diye söylenmişti.

Çocuklar acele çıktı. Oğlan buzağıları ayırmaya koştu, baba bir sigara yaktı, savrulan dumanlara bakıyordu. Karısı da sofrayı topladı, bulaşıkları kenara yığdı, büyük kızı gelince yıkardı nasıl olsa…

Oğlan traktör ile pamuk tarlasına ara çifti sürmeye gitti. Tarlada gün boyu çalıştılar, çapa saldılar, sebze diktiler, uğraşıp didindiler. Akşam yorgun argın traktör üstünde eve döndüler. Ardından bahçenin dip köşesindeki ahıra koştular, İnekler sağılmak için hazırdı adeta, köşede buzağılar analarına bakıp bakıp melemekteler… Süt sağma işini makine ile yapıyorlardı, hayvanlar da alışmıştı. Buzağıları analarına bıraktılar, ahırda temizliğin ardından hayvanların önüne yem dağıtıldı.

Oğlan anasına bir şeyler söyledi, kasabaya arkadaşlarla gideceğini, geç vakit geleceğini söyledi, hem ağaç motoru da bakardı. Anası da babasına aktardı. Kadıncağız arada elçi görevi de yürütmekteydi. Adamcağız elini cebine soktu, bir iki sallandı, ileri geri vücudu gider gibi oldu. “Akşam gelmeyecekmiş demek ha! Mavzerini yağlayacak deyyus, al şu beş yüzlüğü ver o eşşek herife” diyerek gönülsüzce parayı uzattı. Anası koynunda çıkardığı yüz lirayı da ekleyerek oğluna seslendi. Oğlan başını eğerek, usulca önlerinden geçti gitti.

Ayşe kadın, oğlunun Hasibe karının şipil gözlü, çilli yüzlü kızı, Emine’ye ara ara baktığını, kızın da alı al, moru mor kesildiğini görüyordu. Haydi, kız neyse de anası olacak Hasibe’yi hiç sevmezdi Ayşe kadın. Aman yüzlerini görmem inşallah diyerek iç geçirdi. Oysa Duduların Hatça’yi pek beğenirdi, Hatçe çalışkan, olgun, dolgun, bastığı yeri titreten, sağmal inek memeli, hükümet gibi bir kızdı ki hiç sormayın gitsin, Ayşe kadını gördü mü bir hal hatır sorması vardı ki; “Ayşe teyzem nasılsın teyzem benim” deyişi ile Ayşe’nin içinin yağları erirdi. Ağzından bal akıyordu bal, kör olmayasıya evlat da Hatçe şişman der dururdu.

Çaresiz kalır da oğlu illa Emine de Emine diye tutturursa ona da çare bulmuştu. Emine kızı alırız amma benimde hesabım var der dururdu. Ayşe kadın oğluna yan taraftaki boş yere kapısı tam da arka sokağa bakan bir ev yapacaktı ki sabah-akşam şipillik, çilli Emine’yi görmemek için, hatta bu tarafa bakan balkon, pencere dahi kondurmam diye de planlar yapıyor, hesap görme derdindeydi.

O kadar iş güç arasında bunları nasıl düşündüğüne kendisi de şaşırdı.

Ertesi sabah yeni bir güne, yeni bir yaşama uyanmışlardı sanki… Ayşe kadın ve oğlu ahırda iken, küçük kız tavuklara yem atıyordu. Büyük kızı kahvaltı sofrasını hazırlamış, babaları ıslak saçlarını tarıyor, sobanın önüne çöktü. Ayşe kadın çay bardağı elinde, pencereden dışarılara bakınıyordu. “Kendi evimizde, kendi işimizde maraba gibiyiz, sabah uyan, gün boyu dayan, akşam yatağa yorgun, argın uzan. Şehir karıları öğlene kadar uyuyup şişko oluyorlar. Adamın günü dolsun, hele bir emekli olsundu, Hayvanları satarım, keyfime bakarım, sabahları uzunca yatarım, yorgana tepik atarım. Şipillik gelinin anasını satarım. Bahçenin köşesini ekerim. Tavukları yemlerim, durmadan gezerim…”

Dışarıdan “Anne” diye oğlunun sesi geldi.

“Hülyalarımın içine sıçtın be oğlum!” diyerek ayağa kalktı.

Adamı, televizyon haberlerine bakmaya başladı. “Hayat zorlaştı gayri, zam üstüne zam, zam bir kez olur, iki kez olur. Dört-beş kez zam olduğu hangi zamanda görülmüş, kuyruk vardı diyorlar, o eski yıllarda olmayan şeker, sigara, Demirel iktidarının daha ilk sabahında her yerde ortaya çıkıverdi, demek ki birileri saklıyormuş “ diye söylenerek odadan çıktı…

Çil Horoz, gıdaklayarak tavukları kovalıyordu, Durakladı, ansızın ıkınarak ötmeye başladı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.