Bakmayın bize de yeni yılın geldiğine

Liseyi devlet parasız yatılı okudum. Yatılı okulda ki ilk gün hafızamdadır.

Babam cebime para sıkıştırırken, gülümseyerek,
“Gurbette anan da, baban da bu harçlık artık, unutma evlat”

Bana ayda en az bir gün sinemaya gitmemi öğütledi.
Üstelik kahveye oturduğumda gazete okumamı da söylerdi. Çoğumuzun babası kahveye gitme falan der ama bizim rahmetli git ve gazete oku diyordu. Kim bilir belki kendi okuyamadığı için olsa gerek. Bizlere en büyük iyiliği yolu, suyu, elektriği olmayan o dağ köyündeki toprak damlı evimize, haftada iki gün gazete girmesiydi.

Babam okul yüzü görmemiş, 21 yaşında ölen büyük amcamızın meşe ağaçları gölgesinde kumda parmakla yazarak okuma-yazma öğrettiğini anlatır ve gülerdi.

“Bizler meşe tahsili yaptık.”

Okulda biz yatılılar, çalışkan öğrencilerdik.

Yarım gün tatilde birlikte anlaşarak evlere “izinliyiz” deyip okulu ekiverdik.

Okula dönüşte, Müdür yardımcısı Dalton hoca elinde sopa ile hoş geldiniz diyerek karşıladı bizi. Biz çok dayak yedik, okulda, askerde, evde dayakla büyüdü bizim nesil. Olay kapandı zannediyorduk. Meğer bizlere uyarma cezası da vermişler. Babam yine okula beni ziyarete geldi. Nöbetçi hocamızdan izin alarak yemeğe çıktık. Kahveye oturduk. Veda vakti geldiğinde usulca cebime sarı bir zarf bıraktı, beni öptü ve otobüse bindi. El salladım, cebimdeki zarfı açtığımda “uyarma cezası” verildiğini öğrendim, hem üzüldüm, hem de utandım.

O yaz sonunda son sınıfa başlayacağım, 40 yaşında olan babam hastalandı, başı ağrıyor, yürüyemez hale gelmişti. Dengesi de bozulmuş ayakta duramıyor, beni okuluma gönderdiler.

Birkaç hafta sonraki Ramazan Bayramı için geldiğimde babam iyice kötüleşti. Bayramda hep birlikte babamın başında bekledik. Sonrasında beyin tümöründen ameliyat oldu. İyileşir gibiydi artık…

Birkaç ay sonraki Kurban Bayramı tatiline geldiğimde, ağlayarak ninem karşıladı beni. Dedem bahçenin bir köşesinde kurban kesiyor. Yarı genç, yarı çocuksu çağımda babamın acı içinde inlemelerini, çırpınışlarını o kurban bayramı gününde başucunda çaresizce ağlayarak izledik, okuluma döndüm.

Biz yatılılar, her pazar sabahı futbol maçı oynardık.

O yıllarda haberleşme çok zor, telefonla konuşmak bir sorun.

Yeni yıla birkaç gün kalmıştı, Pazar sabahı baş müstahdem Fikri ağabey, elime bir kâğıt uzattı. Yıldırım Telgrafta amcam, babamın beni görmek istediğini acilen gelmemi istiyordu.

Herkes öyle midir bilmem ama ben o çağda, benim babam asla ölmez diye düşünüp aksini aklıma bile getirmek istemiyordum.

Soğuk bir Aralık ayı sonunda, büyük bir kalabalık, durmaksızın yağan yağmur altında, şemsiyesiz, arabasız, yaya babamı vasiyeti gereği yaylada, Yörük şenliği yaptığımız tepedeki çoban çeşmesi önünde, cenaze namazını kıldık, nasıl gittim, nasıl yürüdüm anlamadım, sırtımda babamın paltosu, tepeden tırnağa yağmurdan ıslandığımı hatırlıyorum.

Karşı tepedeki Yörük Mezarlığında, 21 yaşında ölen amcamın yanında toprağa verdik.

Birkaç gün sonra yılbaşı kutlamalarından söz ediliyor, anamın ve ninemin ağıtları arasında biz, yasımızı tutuyorduk.

Bakmayın siz, bayramların ve yeni yılların da bize geldiğine…

Bu günler benim yüreğimi acıtır, içimi sızlatır ve ben babamı özlerim.

Gideli tam 47 sene oldu…

Siz siz olun!
Vakit geçirmeden bu yılbaşı gününde, babanıza sarılın, geç olmadan gülümseyin, yüzünü okşayın ve koluna girin, konuşun, yürüyün, bir ağaç altında birlikte sohbet ederek çay için...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum