
Ali AKSÜT
Ben yazmasam tarih yazacak...
Kalem, “Yaz!” diyor. Gördüklerin, bildiklerin ne varsa yaz diyor.
Bir tarafım da “Çok sıcak günler yaşıyor ülke. Aman ha dikkat et; devlet, millet meselesi bu; vatan meselesi, çok çok ölçülü olmak zorundasın.” diyor.
Evet, gerçekten bu yaz çok sıcak geçecek ve geçiyor da.
Ege ve Aydın’ın pek çok tarafında hava sıcaklıklarının gölgede 42-43 dereceyi bulduğu ifade ediliyor.
Hele öğle ve öğle sonrası, güneş altındaki saatleri siz düşünün...
Bir de tarlada, bahçede, burçak tarlasında veya pamuk çapasında helâlinden alın teriyle çalışanları; kızgın güneşin altında inşaatlarda çalışanları bir düşünün!
Bir ara, ihtiyaç molası verildiğinde, fırsat bulduğunda bir soda, bir meşrubat içerek serinleyebilirsin.
Ya da Aydın’ın meşhur kar helvası ile ateşin bir parça söner, kendine gelirsin.
Veya buzdolabından buz gibi bir bardak su, içinizi ferahlatır.
Veya üç beş gün süren bu yakıcı sıcaklar, hafta sonu itibarıyla Balkanlar’dan gelecek yağışlı ve serin havayla —en başta Marmara bölgesi ve İstanbul olmak üzere— diğer bölgelerde de en az 5-6 derece düşerek mevsim normallerine geleceği müjdesi, yüreklere bir serinlik verir.
Herkes der ki:
“Neydi o sıcaklar! 40 senedir böyle bir sıcak görmedim. Çok şükür, bu hafta rahat bir nefes aldık.”
Bilhassa yaşlılar, kronik tansiyon ve şeker hastaları, küçük çocuklar, geceleri güzel bir uyku uyumanın keyfini çıkarırlar.
Ama gel gör ki, bu sıcaklar, ülkenin çok hızlı değişen gündemiyle yaşadığı bu ateş; öyle bir kar helvası kaşıklamakla ya da yaşananların üzerine bir bardak soğuk su içerek geçecek gibi benzemiyor.
Çünkü;
Ülke olarak ciğerlerimiz yandı! Temmuz ayının ilk haftasında, canhıraş şekilde, gece gündüz sekiz yüzün üzerinde noktada, vatanımızın pek çok köşesinde “Yeşil Vatanımız” ormanlar cayır cayır yandı.
Biz;
Sadece orman yangınlarındaki araç, gereç, uçak, helikopter, tüm orman teşkilatı, pek çok büyük şehirden gelen itfaiye araçları, yerel halk ve gönüllü sivil toplum örgütlerinin fedakâr gayretleri sonucu istatistik rakamlarla yetindik.
“Çok şükür insan kaybımız yok.” açıklamaları geldi.
Sonra da dumandan etkilenen yaşlı bir vatandaşımız ile kahraman yangın savaşçısı bir orman personelinin açıklanması...
Pek çok bölgede aniden başlayan sekiz yüz civarı yangın, bilmem kaç hektar alanın yanıp kül olduğu açıklandı.
Milletçe hepimizin yüreği yandı.
Dekar, hektar ve metrekareyle ölçülen alanlarda;
Ne kadar yeşil ağaç,
Ne kadar canlı bitki,
Yaban hayat, kuşlar, böcekler, kaplumbağalar, geyikler, ayılar, aslanlar, yılanlar…
Hepsi kül oldu!
Doğanın iklimi, su döngüsü, yağış rejimi, ekolojik dengesi bozuldu.
Her yıl tekrar eden bu tür yangın felaketlerinin sonucuna da çok muğlak ifadelerle “insan kaynaklı olduğu anlaşılmıştır.” açıklamalarıyla durumu kurtarmış mı oluyoruz?
Orman yangınları içimizi yakıp acıtırken, bu acı yetmemiş gibi Temmuz başında memur, işçi ve emekliye verilen zamlar da, zaten çok zor şartlar altında geçim sıkıntısı çeken emekliye —bilhassa dar gelirliye— “Dağ fare doğurdu!” dedirtti.
Yazın tam ortasında;
“Pek çok meyveyi, sebzeyi alıp yiyemez olduk.” diyen emeklinin tenceresindeki mutfak yangını için için yanıyordu.
Bu yaşam yangını halka halka çarşı, pazar, market her yeri sararken, hiçbir şey olmamış gibi kimseden “gık” çıkmazken, arka arkaya bombalar patlıyordu:
CHP’li belediyelere yönelik yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık vb. şok operasyonlar, adeta bir polisiye macera filmi gibi ulusal kanallarda yayınlanıyordu.
İlgili belediye başkanları ve bürokratlarının elleri kelepçeliydi.
Bu sıcak gelişmeleri yaşarken ülke, hemen ardından “Terörsüz Türkiye” projesi için CUMHUR İTTİFAKI partileri ayrı ayrı DEM heyeti ile görüşüyordu.
Artık silahların sustuğu, anaların gözyaşlarının dindiği, Doğu’da, Güneydoğu’da barış türkülerinin söylendiği bir ülke umudu yeşeriyordu.
Herkes özgürce işine, aşına, okuluna gidebilecekti.
Geleneksel hayvancılığımızın üretim potansiyeli artacak, yaylalarda kuzu, oğlak sesleriyle çobanların kaval ezgileri yükselip bereket getirecekti.
Bu umutlar, bu haklı ve meşru istekler, hem bir hak hem de vatanında göğsünü gere gere yaşamak isteyen halkın özlemiydi.
Dört gözle beklenen bir süreci yaşarken, ne olduysa oldu —sebebini çok derinlemesine bilmiyoruz.
Ancak MSB’nin Kuzey Irak’taki Pençe-Kilit Harekât bölgesindeki mağarada metan gazından zehirlendiği söylenen 19 kahraman askerimizden 12 Mehmetçiğimizin şehit olduğu haberi düştü yüreklere!
Bugüne kadar 41 yıldır “Ateş düştüğü yeri yakıyor.” diye diye, 40 binin üzerinde vatan evladını bu toprağa verdik.
Her yiğidimizin annesi, babası, eşi, kardeşi; baba yüzü görmemiş yetim, öksüz çocukları vardı.
Her birinin bu vatanda yaşamak, gelecek hayalleri vardı.
Çocuklukları, arkadaşları, dostları, anıları vardı.
Hatta Eskişehir’de Eskişehirspor taraftarları, bu son şehitlerimiz için (inşallah son olur):
“Biz, 12 şehidimizi toprağa değil, kalplere gömdük” yazılı pankartı, Adalar’da Porsuk Irmağı üzerindeki bir köprüye astılar.
Vatan uğruna şehitlik şerbetini içen bu kahramanlarımızı yaşatma arzusu, halkımızın vefası ve sevgisinin en büyük göstergesidir.
Türkiye’de; Anadolu’nun dört bir yanında, nice sokak, cadde, okul ve parkta aziz şehitlerimizin adları, künyeleriyle hatıraları yaşatılmaktadır.
Ama şu son günlerde “Terörsüz Türkiye” süreciyle ilgili baklayı, terörist başlarından Bese Hozat ağzından kaçırıvermiş:
“Kürt halkına yeniden saldırı olursa, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü sağlanmazsa, demokratik siyasetin önü açılmazsa, cezaevindeki politik tutsaklar özgür bırakılmazsa bu iyi bir ortam çıkarmaz. Yeni kriz noktaları oluşur…”
Behzat Çarçel de;
“Biz Türkiye Cumhuriyeti’ni zorlayacağız. Dönüşmek zorundadır. Başka yolu yoktur. Türkiye’de yasal, anayasal değişiklikler yapılmalıdır…”
“Hâlâ tam tanımlanmıyor. Sürekli ‘Terörsüz Türkiye’ diyorlar. Çatışmasız, şiddetsiz Türkiye… Ya da Kürdistan diyelim buna.”
Şu rezalete, şu kepazeliğe bakar mısınız?
Bütün bu yaşananlara rağmen terör örgütünün siyasi uzantıları, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne arsızca “havuç ve sopa” tehdidinde bulunuyor.
İşte!
Ortadoğu’da tarihi değiştirmek için yola çıkanlar, ülkeleri bölmeye, haritaları değiştirmeye, iç savaşları körüklemeye çalışanlar...
15 yıl önce, ABD’nin o zamanki dışişleri bakanı, Türkiye ve bölgeyi bekleyen tehlikenin habercisiydi sanki...
Emperyalist devletler; ABD, İngiltere, Batı dünyası ve Ortadoğu taşeronu İsrail iş birliği ile beslenen ve bugünlere kadar büyütülen DAEŞ’e karşı mücadele adı altındaki PYD/PKK’nın göstermelik mağara tiyatrosu, 30-40 teröristin silah bırakmasıyla barış gelmez! Bu bir kandırmacadır!
Hata yapma lüksümüz yok.
Yanlış yapma lüksümüz yok.
Aksi halde bu vatan için toprağa düşen şehitlerimizin kemikleri sızlar.
Tarih affetmez. Millet de affetmez.
Çok nazik ve kritik bir süreçte tarihe kayıt düşmek istedim.
Bu yaşananları ben yazmasam, zaten tarih yazacaktı.
Kalın sağlıcakla.

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.