Bozkırda Açan Çiçekler...

Köy Enstitüleri ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarih ve 3803 sayılı yasa ile kurulmuş okullardır. Anadolu'nun okulsuz ve öğretmensiz gerçeği göz önüne alınarak dönemin başbakanı İsmet İnönü'nün himayesinde Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç'un çabaları ile köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesi ile kurulmuştur.

Ben Köy Enstitülerinin nasıl kurulup, nasıl geliştiği hakkında bilgi verecek değilim. Bu yazımda köyüme çok yakın olan Pazarören Köy Enstitüsü’nü bitirip köyümüze atanan kendi öğretmenim hakkında kısaca anımı yazmak istiyorum.

Köyümüze ilkokul binası benim tahminime göre 1945 yılında hizmete açıldı. İlkokul binası devlet ve köylü işbirliği ile yapılarak hizmete sunuldu. Okulumuz açılıncaya ve köyümüze öğretmen gelinceye kadar eğitmen Hanefi Çakıcı tarafından köyün muhtelif odalarında eğitime devam edildi. Hanefi Çakıcı iyi eğitmen iyi bir eğitici idi. Köyümüze öğretmen atanıncaya kadar bütün çocukların eğitimleri ile yakından ilgilenmiş elinden geldiği kadar hizmet etmiştir. Ruhu şad olsun. Daha sonraları Pazarören Köy Enstitüsü'nden mezun olan iki öğretmen köyümüze atandı. Köyümüze gelen bu öğretmenlerin giyim ve kuşamları bizlerden farklı idi. Bizler o zamana kadar kravat takmayı ve onların giydiklerine nerdeyse tamamen yabancı gibiydik. O yıllarda babam muhtar olduğundan öğretmenlerinde kalacak yerleri de olmadığından bizim odamızda konuk olarak kalıyorlardı.

Bu öğretmenler ilk iş olarak okul çağına gelen çocukları okula kaydetmek oldu. Tabi bu arada ben de okula kayıt olanlardandım. Daha önce eğitmen Hanefi Çakıcı tarafından okuyan bazı büyüklerimizi dördüncü sınıfa bizler de yanlış anımsamıyorsam ikinci sınıfa kaydımızı yaptılar. İkinci sınıfları öğretmen Nabi Çınar dördüncü sınıflar da öğretmen Ahmet Yücel tarafından okutulmaya başlandı. Şimdi benim asıl anlatmak istediğim kendi öğretmenimiz Nabi Çınar hakkında olacaktır.

Öğretmenimiz Nabi Çınar Pazarören Köy Enstitüsü'nü bitirip köyümüze atanınca iyi bir öğretmen ve başarılı bir eğitimci olmak için var gücü ile çalışmaya başladı. Bizlerle yalnız okul içinde değil okul dışında da iyi bir öğrenci olmamız için elinden gelen her türlü gayret ve yardımı göstermiştir.

Sabahtan akşama kadar ders ve müzik çalışmasının yanı sıra bizlerin giyim ve kuşamları ve de temizliğimizle çok yakından ilgilenirdi. Bizler sanki onun çocukları idik.

Dördüncü sınıfa geldiğimizde bizden önde bulunan büyüklerimiz mezun olup hepside Pazarören Köy Enstitüsü'nün sınavına girmişler kazananlar enstitüye kayıt olmuşlar. (hatta sınavı kazanamayanlarda sonradan bu okula çağrılarak kayıtları yapıldı.)

Bizler beşinci sınıfa gelince öğretmenimiz Nabi Çınar Sınıf başkanı, Müzik başkanı ve ayrıca kırmızı bir bezin üzerine beyaz kumaştan yaptırdığı okul koruma başkanı kolluğunu alıp sınıfımıza getirdi.

Bizlere de:

— Çocuklar bu kolluk okul koruma başkanı olacak arkadaşınızın koluna takılacak. Ama okul koruma başkanı olacak her kim olursa bütün okulun öğrencilerinin oyları ile seçilecek. Ben bir öğretmen olarak kesin tarafsız kalacağım. Kim en yüksek oy alırsa bu kolluğu on beş gün okul koruma başkanı olarak koluna takacak bütün okulun durumu bu başkandan sorulacak. Bütün sınıf başkanları ona bilgi verecek oda öğretmene bilgi verecek. Yani anlayacağınız sorumluluk ve onur birlikte gidecek Diyerek aday olanlar isimlerini bir iki gün içinde bildirilmesini istedi.

Yanılmıyorsam ilk adaylar çıktı ve yüksek oy alan da başkan oldu. Daha sonraları bende aday oldum rakibimden fazla oy alarak bende okul koruma başkanı oldum. Yani öğretmenimiz bize ta ilkokul sıralarında demokrasiyi öğretti.

Yine öğretmenimiz bir gün sınıfta şöyle bir öneriyi gündeme getirdi.

Çocuklar sınıf olarak bir duvar gazetesi çıkaralım. Bu gazeteye de bir isim verelim. Bu ismi siz bulun isim bulan arkadaşınızı ödüllendirelim. Size bir hafta izin. Öğrenciler olarak her gün ayrı ayrı isimler sunuyorduk fakat öğretmenimiz tarafından kabul görmüyordu. Bize çevrenize bakın bulursunuz diyordu. Bütün çabalarımıza rağmen bulamadık. Sonunda kendisi söyledi: Çocuklar gazetemizin ismi yapı olsun Bakın, ta tarihin derinliklerinden süzülerek günümüze kadar gelen

Köyümüz hudutları içinde bulunan bu anıtsal antik yapının ismini gazetemize verelim. Çıkaracağımız duvar gazetesinin ismi Y A P I olsun. Bu duvar gazetesine bütün öğrenciler öykü, hikâye ve benzeri yazılar yazabilirler. Beğenileni yazıları duvar gazetemizde yayınlayabiliriz dedi. O günden sonra her öğrenci yazı yazmaya başladı. Tabi başyazı öğretmenindi. Öğretmen eğitici ve öğretici yazılar yazarak bizlere rehberlik yapardı. Bir yazısında beşinci sınıfta bulunan öğrenciler hakkında mecaz anlamda manilerde yazar.

Örneğin o zamanlarda benim için yazdığı mani şu idi:

Adı da Mehmet Eroğlu

Kendisi eski muhtarın oğlu

Tarihi çok iyi anlatır

Fakat kendisi çok yaman            

**

Yine bir arkadaş için de şöyle yazmıştı

Adı da Mehmet Yüce

Babayiğit irice

Sesi gayet ince         

O zamanlar her köyde ilkokul yoktu. O bakımdan bizim köyümüz şanslı idi. Köyümüze komşu olan Alabaş Köyü'nden bizim köye okumaya gelen çocuklar vardı. Hafta içinde bir yakınının yanında kalır Cuma akşamı köylerine giderler. Hâlbuki o zamanlar Cumartesi günü öyleye kadar okul vardı. Ama Alabaşlı arkadaşlar cumartesi okulu asarlar köylerine giderler. Alabaştan gelen bir öğrenci içinde şunları yazmıştı.

Adı da Necmettin Yönyıl

Kendisi Alabaşlı

Cumartesi yaklaştı

Yine köyüne kaçtı.       

1950'li yıllara gelindiğinde Türkiye de seçimler olmuş D.P. İktidara gelmişti. O ara D.P. Köy Enstitülerini kapatarak öğretmen okuluna dönüştürdü. Yalnız köyden değil ilçe ve illerden de öğrenci alınmaya başlandı. Bu sırada öğretmenimizi de birisi bu öğretmen komünist diye şikâyet ediyor. Bu şikâyet üzerine öğretmenimizi sorgusuz sualsiz Boğazlıyan Cezaevine attılar. Biz öğretmensiz kaldık. Okulda öğretmenin sorgusuna veya tahkikatına Müddei-i Umum gelecek diye bir şayia çıktı. Köyümüze o zamana kadar jandarma ve tahsildardan başka önemli bir devler memuru gelmemişti.

Okulda kendi kendimize yorum yapıyorduk: Kim bu müddei-i Umum? Bir arkadaş Bu Müddei-i Umum isterse kaymakamı bile ceza evine atarmış falan diye yorum yapıyordu. Bizim gözümüzde kaymakam ulaşılması çok büyük bir makam olduğundan gelen bu müddei-i umum bizim gözümüzde dev gibi birisi diye çeşitli yorumlar yapıyorduk.  Bir nisan ayı içinde öyleye doğru beklenen ağır misafir yani müddei-i umum beyaz bir ata binmiş çıkıp geldi. Köy muhtarının odasında soruşturmaya başladı. İlk önce bazı vatandaşları dinledi sonrada ilkokul beşinci sınıfında olan bazı öğrencilerinde ifadelerini aldı. Bu öğrenciler arasında ben de vardım. Ben müddei-i umumun huzuruna çıktım diz çöküp oturdum. Müddei-i umuma baktım. Bizim okulda arkadaşlarla yaptığımız yorumlara hiç benzemiyordu. Gözümüzde kartal bakışlı iri cüsseli sandığımız adam hiç yoktu. Müddei-i umum (Savcı) kepçe kulaklı sivri burunlu taslak suratlı kel kafalı kısa boylu ve göbekli birisi idi. Ben karşısında bunları düşünürken Müddei-i umum bana sordu.

— Öğretmeniniz size Allahtan bir kalem isteyin verir mi? dermiş siz isteyince, Bakın Allah vermiyor ben vereyim dermiş. Böyle bir şeyi sen duydun mu?

— Hayır, ben duymadım öyle bir şey yok. Ben böyle bir şey duymadım. Bana daha birkaç soru sordu bende cevapladım. En son olarak çeşitli devletlerin başşehirlerini sordu ben hepsini bilip söyledim. Son olarak Rusya'nın baş şehri neresi dedi bildiğim halde cevap vermedim. Öğretmene zarar gelir diye. Savcı soruşturmayı bitirip gitti. Daha sonra bir iki arkadaşla birlikte Boğazlıyan! Da mahkemeye öğretmen hakkında iki defa  ifade vermeye gittik.

Sonradan öğretmene ne oldu hiç bilgim olmadı. Yani akıbetinden haberdar olmadık. Ben ilkokulu bitirdim. Babamın ortaokula gönderecek ekonomik durumu olmadığından askerliğimiz gelinceye kadar babamın çiftine tarlasına ve diğer işlerine yardım ettim. Askerliğimi bitirip teskere alıp gelince Kayseri Ana Tamir Fabrikasına meydan hamalı olarak girdim (Vasıfsız işçi) oradan çalışarak dışardan ortaokulu bitirip gece lisesine kayıt oldum. Gece lisesine dört sene devam ederek liseyi bitirdim 1965 yılında Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nindin Arkeoloji bölümünü kazandım. Dört yılda Ankara'da fakülteyi bitirinceye kadar kaldım. Tabi bu arada evli ve biri kız bir oğlum var. Bir gün çalıştığım iş yerinden yanımda Orhan diye bir arkadaşla çıktık Ankara'da Dikimevinin yanındaki postahanenin önünde beklerken baktım önümden benim ilkokul öğretmenim Nabi Çınar aynen geçiyor. Hiç tereddüt etmeden koşup önüne geçtim.

— Hocam merhaba deyip hemen elini öpmek istedim. Bana elini öptürmek istemedi. Baktı saçı ağarmış birisi elini öpmek istiyor.

— Estağfurullah rica ederim.

— Hocam beni tanıdınız mı?

— Özür dilerim tanıyamadım.

— Hocam ben sizin ilk öğretmenlik yaptığını Kepiç köyünden 65 numaralı öğrenciniz Mehmet Eroğlu'yum. Bu sözü söyler söylemez hocam bana bir sarıldı meydanda ağlamaya başladı tabi bende çok duygulanmıştım. Bir müddet sonra sakinleştikten ve kendimize geldikten sonra bana

— Mehmet senin zararın yoktu okuyabildin mi? diye sordu. Yanımdaki arkadaşımda hocam merak etmeyin Mehmet Bey Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya fakültesini bitirdi o şimdi arkeolog olarak huzurunuzda.

Hocam o günden sonra beni hiç bırakmadı. Çok iyi bir hanımı ve üç tanede çocuğu var.

Hocam bayağı zengin olmuş dairesi ve arsaları var. Ankara Abidin Paşa ilkokulunda öğretmenlik yapıyordu.

Benim çocuklara her gelişinde çikolata falan getirip bunlar benim torunlar diye severdi.

Ben 1969 yılında Arkeoloji bölümünü bitirip önce Çorum, Antalya Side, Aydın Didim müzelerinde görev yaptım. Her sene nereye gittiysem hocam mutlaka hanımı ile yanıma gelip benim konuğum olurdu.

Bir sene hocam gelmedi telefon açtım nedenini sordum aldığım yanıt üzerine yıkıldım. Hocam Allahın rahmetine kavuşmuştu. Çok üzüldüm yattığı yer nur olsun. Hocamın bir oğlu Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesinde Doçent birisi benim gibi arkeolog kızı eczacı.

İşte bizim okulun temelini bu Köy Enstitüsü öğretmenleri attı. Bizden önceki büyüklerimiz o günkü olanaklarla Öğretmen oldular. Köy enstitüleri kapanınca ne yazık ki köy çocukları öğretmen okullarına gidemediler. Demokrat Partinin belki de en hatalı yaptığı iş bu Köy Enstitülerini kapatmak oldu. Oradan mezun olan her öğretmenin ek dersi ya duvarcı ya da marangoz olarak yetişip kendi okulunun eksik tarafının kendisi tamamlaması için bu mesleklerde öğretilirmiş. Benim öğretmenimin de ek branşı duvarcılıktı. Okulumuzun bir duvarı zarar görse kendisi yapar biz de amelelik yapardık. Bu Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerimizin attığı sağlam temel üzerine köyümden doktor, arkeolog, mühendis gibi çeşitli mesleklerde yetişip ülkelerine yararlı oldular.

Ülkemizin kaçırdığı en büyük eğitim projesi olan Köy Enstitüleri o dönemin en ileri eğitim modeli idi.

Köy Enstitülerinin bu dönemde UNESCO Tarafından Dünya'ya Türk Eğitimi Modeli olarak gösterilmiştir. Bunun yerine geçecek bu zamana kadar geçerli bir eğitim düzeyine de rastlayamadığımızı üzülerek görmekteyiz.

24 Kasım öğretmenleri günü nedeniyle benim ve benim gibilerin yetişmesinde büyük emek ve katkıları olan başta ilkokul öğretmenim olmak üzere bütün öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun.

Değerli öğretmenim sen bizlere ışık verdin doğru yolu gösterdin senin yattığın yerde ışık ve aydınlık olsun.

Nur içinde yat

                 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum