‘Fes’ neyin nesi?

‘Tokat’  bizde bıraktığı çağrışımdan dolayı sevimsiz bir sözcüktür. Böylesine sevimsiz bir sözcüğün   bir güzelim ilimize  nasıl oldu da  ad olduğunu askerliğimi Tokat’ta yapana kadar  hiç düşünmemiştim

Peki, siz düşündünüz mü?

Şiirin ablası rahmetli Gülten Akın ‘İlk Yaz’ şiirinde:   

Ah, kimselerin vakti yok

Durup ince şeyleri anlamaya” deyişine inat, araştırdım, karşıma iki ayrı kökenden gelen iki ayrı  ‘Tokat’ sözcüğü çıktı.  a- ‘Tokı- / toka- kökenli ‘ "dövmek, vurmak" anlamındaki ‘tokat’, b-Sümerceden hatıra  ‘ataku’ kökenli  ”güç sahibi, kıvrak, atak, atik’ anlamındaki ‘Tokat’  Ataku  sözcüğü  Arapçaya ‘takat’  İbranice ve Türkçeye ‘Tokat’ şeklinde girmiş meğer.

Şimdi ‘fes’ sözcüğünün neyin nesi olduğunu araştıralım: İlk kez 1680 yıllarında yayınlanan ‘Meninski – Thesaurus’ adlı kaynakta “  Regnum Fez dictum”  (‘Fas’ adı verilen ülke) şekliyle  geçen sözcük  aynı zamanda “Fas’ta üretilen, Fas mamulü’ demektir.

Bir önceki yazımızda Kuzey Afrika’da (Tunus, Cezayir ve Fas) yaşayan develerin tüyleri daha yumuşak, işlenebilir olduğundan ilk hayvan tüyleriyle örülen giysilere  ‘aba’ dendiğini öğrenmiştik. Buradan anlaşılıyor ki,  ‘fes’ bir abadır.

Daha da geçmişe gidilirse ‘fes’ öncelikle bir ‘İskoç giysisi’, daha sonraki dönemlerde bir ‘Yunan asker giysisi’ olarak karşımızı çıktığı görüyoruz.

fes.jpgŞimdi bir soru: ‘fes’ bir İslâm sembolü sayılır mı?

Hiç alakası yok, hatta hiçbir dinle ilintili değil, sadece eski bir İskoç ve Yunan giysi türü, modası, o kadar…

 Yani?

  Başlarındaki fesi  bir din  sembolü sanıp el sürdürmeyenler Eski bir İngiliz,ya da Yunan modasını günümüzde devam ettirenlerden başkası değildir.

 Akdeniz seferinden dönen Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa Tunus’tan getirdiği fesleri askerlerine giydirmiş, daha sonra.  2. Mahmut, Yeniçeri askerlerine fes giyme zorunluluğunu getirmesiyle fes giyimi Osmanlı’da yaygınlaştığı anlaşılıyor.

1832 yılında “Fes Nizamnamesi” yayınlanıp Haliç’te bir de fes fabrikası kurulduğunu biliyoruz.

İşin gülünesi yanı, tüm yurttaşların fes giymesi zorunluluğu getirilince “Bu gavur başlığını kabul etmeyiz, kahrolsun fes, din elden gidiyor!” diye bağırıp çağırmışlardı.

II. Mahmut, gerici takımından çekindiği, isyan çıkarabileceklerini düşündüğünden fesin “dinen caiz olduğunu” belirten iki fetva yayınlamak zorunda kalmış.

İşin daha komik yanı, ‘Din elden gidiyor’ diye  fes giymeyi reddeden kişiler, bugün ‘Din elden gidiyor’ diye başlarından fesi çıkarmak istemeyenlerdir.  (Anımsatma: Sarığın da İslâm dini ile yakından uzaktan bir bağı yoktur; sarığın Farsça adı ‘destar’dır, destar/sarık Zerdüştlük din adamlarının şapkasıydı. Mevlâna döneminde meşhur oldu.)

Fes’ sözcüğü ile ilintili dilimizde ne mi kaldı?

Feslerin üstünde uzunca püskül kümesi vardı. Püsküller en hafif rüzgârda askerin yüzünü kapadığından, en usta asker bile hedefi vuramıyordu. Hedefi vuramayan asker şanssızlığı ’püskül belâsı’ diye tanımladığından dilimize ‘püsküllü belâ’ diye bir deyimi yerleşti.

Yeniçeri askerleri kahvehane ve benzeri yerlerde dinlenirken askerlerin yüzünü, gözünü kapatan püskülleri tarayarak para kazanan ayakçı takımı  türedi. Bu ayakçı takımına “püskül tarayıcısı” deniyordu.

25 Kasım 1925 yılında ‘Şapka Kanunu” yayınlandı. Bir Kastamonu milletvekili parlamentoda “Dinsizlik bu, şapkayla Kastamonu halkı arasında dolaşamam” diye yaygara koparınca rahmetli Atatürk ‘Şapka Devrimini’ Kastamonu’da gerçekleştirdiğini anımsayınız.

Hayret,  ‘elden gitti gidiyor’ dedikleri din, bu ana kadar elden gitmedi. Çünkü yobazların sandığı gibi din, inançlı beyinlerde ve ellerde ıslak bir sabun değildi.

Bizim kuşak, bu gericilerin çıkardığı isyanları ‘Devrim Tarihi’ dersinde öğrendi. ‘Devrim’ sözcüğünden korktuğumuzdan dersin ve kitabın adını ‘İnkılap Tarihi’ne dönüştüğü yetmedi; daha sonra da ‘gereksiz ders’ kabul edilmiş olacak ki, tümüyle müfredattan kaldırdık.

Konya / Delibaş Mehmet İsyanını yürekli bir Aydınlı (Demirci Mehmet Efe) ve ekibinin bastırdığını her Aydınlı iyi bilmeli.

Düşünebiliyor musunuz, yobazların çıkardığı isyanlardan habersiz  ‘kayıp kuşak’ denilen Türk gençliği geliyor.

Yazık, çok yazık…

23 Aralık 1930 günü ‘Din elden gidiyor, şeriat isteriz’ naraları arasında Aydın’da ilkokulu bitiren,  büyüyünce Aydınlı bir kızımızla evlenen, 24 yaşında Aydın’dan askere yolladığımız Mustafa Fehmi Kubilay’ı  bu tür yobazlar bağ makası ile kestiler

Kubilay’ın adını taşıyan bir okul, bir de Kültür Müdürlüğü yanında bir de mini bir büstü olduğunu biliyorum.

Ama öğretmen yüreğim diyor ki: Bu şehit öğretmenimizin büstünün yeri şu anda dikildiği yer değil, öğretmen olarak çalıştığı Gazipaşa İlkokul bahçesi olmalıydı.

Atatürk ilkelerini benimsemiş öğretmenlerin Kubilay büstünün olmadığı bir okulda çalışması zor değil, çok zor olmalı…

Öyle değil mi?

Şehit Kubilay'a-Kanlı Marifet...

Derviş Mehmet derler, aslen Giritli
Fesi kir içinde, sakalı bitli
Burada kim Müslüman, kim adaletli
Vatan için şehit olan Kubilay...

***

Mehdilik, sofuluk palavra dümen
Caniler galeyana gelmişler hemen
Kanlı marifete tanık Menemen
Vatan için şehit olan Kubilay...

***

O da bu ülkenin aydın yurttaşı
Daha gençliğine doymadan yaşı
Mızrağın ucuna takılmış başı
Vatan için şehit olan Kubilay...

(…)

Aşık Mahmut ÇELİKGÜN.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum