Gaflet Uykusundan Ne Zaman Uyanacağız.

Sayın okuyucular eğer gazetelerin yazdıkları doğru ise AB’liğinin

Bürüksel bildirisinde Türkiye başlıklı bölümünde şöyle denmekteymiş.

Madde 23 “ Müzakerelerin yalnız Türkiye’yle değil, diğer devletlerle de yapılabileceğini….Bu müzakereler sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya Güney doğu bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağı…

Eğer gerçekten bu haber doğruysa veya böyle bir haberin ihtimali bile korkunçtur.

Amerika birleşik devletlerinin 1920 yılından beri siyaseti belli. Doğuda bir Kürt ve Ermeni devletleri kurdurmaya çalışmaları unutulmamalı.

1920 de büyük önder Mustafa Kemalin emperyalist ülkelere karşı verdiği savaş kazanılınca batı kabuğuna çekilmeye mecbur kaldı.

Ama bu hayallerinden asla vazgeçmediler. Bu AB. Bürüksel raporu eğer yukarıdaki gibi yayınlanmışsa, tekrar ediyorum batsın bu Avrupa birliği.

Ülkeyi yönetenler bu duruma sessiz mi kalıyor. Bu yüz kızartıcı utanç verici habere bir tepki gösterilmedi mi?

Bir diğer utanç verici olayda Kastomunu jandarma Er eğitim alayında 148 er yemin törenine çıkmamış. Her asker adayının neredeyse yüz yıldır yaptığı yemin merasiminden muaf tutulması ve bunların çirkin isteklerinin yerine getirilmesinin orada bulunan komutanların bu bölücülere karşı hiçbir cezai müeyyide uygulamasına engel bir durum mu vardı? Veya tepeden bir emirle mi es geçildi. Eğer böyle bir durum varsa çok korkunç bir yıkımın ayak sesleri duyulmak üzere.

Bu bölücü eyleme bu zamana kadar ne genelkurmaydan ne de hükümetten bir tepkinin geldiğini duymadım. Orada bulunan ve bu bölücü harekete engel olmayan komutanlar hakkında bu zamana kadar ne işlem yapıldı.

 

Değerli okurlar rahmetli Aziz Nesin’in Cimri diye çok güzel bir hikâyesi var.

Bu önemli hikâyenin noktasına virgülüne kadar yayınlıyorum. Okumanızı dilerim

 

 EŞİ BULUNMAZ BİR CİMRİ 
> Yunan ordusu 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal etmişti. Bu sırada 
> Ayvalık'ta Türk ordusunun Yüzyetmişikinci Alay'ı vardı. Yüzyetmişikinci 
> Alay'ın komutanı Yarbay Ali (Çetinkaya) Bey'di. Bu alayın erlerinin 
> çoğu, Büyük Dünya Savaşı'na katılmış gazilerdi. Bu erler, askerlik 
> görevlerini bitirdiklerinden, birkaç gün sonra terhis olup köylerine 
> döneceklerdi. Evlerine gidecekleri için sevinçliydiler. 
> O günlerde Ayvalık koyuna iki Yunan torpidosu gelip demirlemişti. Bu 
> torpidolarda Yunan deniz erlerinden başka, Yunan piyade erleri de 
> vardı. Gemilerde piyade erlerinin bulunması, Yunanlılar'in Ayvalık'a 
> asker çıkaracaklarını gösteriyordu. 
> Yüzyetmişikinci Alay Komutanı Yarbay Ali Bey, işgalci Yunanlılar'a 
> karşı koymaya, düşmana karşı direnmeye karar verdi. Ama İstanbul'daki 
> Padişah hükümeti, Yunanlılar'a karşı direnilmesini istemiyordu. 
> Yarbay Ali Bey, Yüzyetmişikinci Alay'ın erlerini, erbaşlarını, astsubay 
> ve subaylarını toplayıp onlara şöyle dedi: 
> — Arkadaşlar! Biliyorum, Büyük Savaş'ın yorgunluğunu bile daha 
> üzerinizden atmadınız. Büyük Savaş'ta silah arkadaşlarınızdan çoğu 
> şehit düştü. Sizler de kanlarınızı döktünüz. Sizlerden artık hiç 
> kimsenin bir görev istemeye hakkı yoktur. Bir kaç gün sonra terhis olup 
> köylerinize gidecek, evlerinize dönecek, ailelerinize kavuşacaksınız. 
> Ama biliyorsunuz, İzmir'imizi düşman işgal etti. İşte görüyorsunuz, 
> karşımızda da düşmanın iki savaş gemisi duruyor. Belki bugün, belki 
> yarın, bu iki düşman gemisi Ayvalık'ı top ateşine tutacak. Yunan 
> askerleri Ayvalık'ı da işgal edecek. Biz, yurdumuzun bu bölümünü 
> düşmana bırakıp evlerimize gidemeyiz. Bu görevi sizden ben istemiyorum, 
> anayurt istiyor. Yurdumuzu savunmak için benimle burada kalıp savaşmak 
> isteyenler şu yana geçsinler. "Hayır, biz savaşmaktan çok yorulduk. 
> Bundan sonra artık askerlik yapmayız" diyenler de haklıdırlar. Onlar da 
> silahlarını bıraksınlar, güle güle evlerine gitsinler! 
> Yarbay Ali Bey, yüzü gülmez, sert görünüşlü, duygularını dışa vurmaz 
> bir askerdi. Ama erlerine bu sözleri söylerken o denli duygulanmıştı 
> ki, gözleri buğulanmış, sesi titremişti. Dudaklarından bir hece daha 
> çıksa, yıllarca savaş alanlarında vuruşmuş o yiğit yarbayın gözlerinden 
> yaşlar boşanacaktı. 
> Komutanlarının bu sözü üzerine, Yüzyetmişikinci Alay'ın tek eri bile 
> silahını bırakmadı. Hepsi birden, yurtlarını savunmak için, alay 
> komutanlarının gösterdiği yana geçti. Hükümet, işgalci Yunanlılar'a 
> karşı direnilmesini istemediğine göre, direnişe geçen Yüzyetmişikinci 
> Alay, hükümete karşı geliyor demekti. Bu durumda hükümet 
> Yüzyetmişikinci Alay'ın gereksinmelerini karşılamayacak, giderlerini 
> sağlamayacaktı. Alaydaki subayların, astsubayların, erlerin 
> yiyecekleri, giyecekleri, yakacakları, yunacakları, sonra hayvanların 
> yemleri kısacası bütün bu gereksinmeler nasıl, nereden sağlanacaktı? 
> 1919 yılının 26 Mayıs günüydü. Yunan ordusu İzmir'i işgal edeli onbir 
> gün olmuştu. İşte o gün Yarbay Ali Bey atına atlayıp Ayvalık'tan 
> Burhaniye'ye geldi. Burhaniye'deki tanıdıklarından zeytinyağı fabrikası 
> sahibi Ali Osman Ağa'yla bu konuyu konuştu. Ali Osman Ağa, 
> Burhaniye'nin ileri gelenlerini çağırdı. Tüccar Hacı Tali Bey'in 
> yazıhanesinde gizli bir toplantı yaptılar. Yarbay Ali Bey, o toplantıda 
> bulunanlara şöyle dedi: Burhaniyeliler, alayımın her türlü 
> gereksinmesini sağlarsa, yiyeceğini, giyeceğini, hayvan yemini verirse, 
> ben hükümete karşı gelip alayımla düşmana karşı direneceğim. 
> Burhaniye'nin ileri gelenleri, Ali Bey'in bu önerisini benimsediler. Bu 
> iş için Burhaniye Hakları Savunma Derneği (Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) 
> kuruldu. Müderris Şükrü Hoca Efendi, bu derneğin başkanlığına seçildi. 
> Tüccar Hacı Tali Bey de derneğin levazım işleri yönetmenliğine 
> getirildi. İlk toplantıda, düşmana karşı direnmek için Yüzyetmişikinci 
> Alay'dan başka, bir de sivillerden oluşacak bir milis alayının 
> kurulmasına karar verildi. 
> Bundan sonra, Burhaniye'ye çok yakın olan Havran ve Edremit ilçelerinde 
> de Hakları Savunma Dernekleri kuruldu. 
> Yoksul Burhaniye halkı Yüzyetmişikinci Alay'la milis alayını 
> besleyemez, bu iki alayın tüm gereksinmelerini karşılayamazdı. 
> Havranlılar'la Edremitliler de bu yurt görevine katıldılar. İki alayın 
> giderlerinin yüzdekırkbeşini Edremitliler, yüzde otuzunu Havranlılar, 
> yüzdeyirmibeşini de Burhaniyeliler karşılıyordu. İlk ağızda o günün 
> parasıyla yetmişdörtbin lira (Bugün için iki milyon lirayı aşkındır), 
> onbin şinik 
> buğday (Bir şinik onbeş kilo olduğuna göre yüzellibin kilo buğday), 
> üçyüzyirmi koyun toplanarak bu iki alayın bir süre için gereksinmesi 
> sağlandı. Alayların giderlerini sağlamada zorluk çekiliyordu. Başkan 
> Şükrü Hoca Efendi, derneğin bir toplantısında şöyle dedi: 
> Arkadaşlar! Varlıklı olanlara, zenginliklerine göre salma koyacağız. 
> Başka umarımız yoktur. Parası olan para, malı olan mal verecek! Herkes 
> olanını bağışlayacak... 
> Bunun üzerine, o toplantıda bulunan üyeler, kendilerinden yardım 
> istenilecek varlıklıların adlarını saymaya başladılar. Üyeler bağış 
> alınacakların adlarını söylüyor, derneğin yazmanı olan Hüseyin Hüsnü 
> (Develi) de bu adları bir deftere yazıyordu. İşte böylece, para ve mal 
> istenilecek kişilerin adlarıyla, her adın yanına da, o kişiden nice mal 
> ya da para alınacağı yazılarak bir salma listesi yapıldı. Bu listedeki 
> adlar arasında bir de Çoruk Köyü'nden Çapkınoğlu Hasan Ağa adı vardı. 
> Bu adın yanına 500 şinik buğday salma yazılmıştı. 
> Çoruk Köyü'nden Çapkınoğlu Hasan Ağa'nın adı söylenip listeye 
> yazılırken, ordakiler alaylı alaylı gülümsemişlerdi. Çünkü bu Hasan 
> Ağa, onların tanıdığı en cimri kimseydi; dünyada ondan daha pintisi 
> olamazdı. Çok zengin olduğunu herkes biliyordu, ama kimseye bişey 
> verdiğini, bir yoksula yardım ettiğini gören olmamıştı. Ondan para ya da 
> mal istemek, canından can koparmak demekti. Biriktirdiği altınları, 
> tenekeye doldurup toprağa gömdüğü söylenirdi. 
> Salma listesine yazılanlara gidip, biçilen salmayı vermeleri 
> istenecekti. Ama oradakilerden hiç kimse, salma istemek için Çoruk 
> Köyü'nden Hasan Ağa'ya gitmek istemiyordu. Çünkü O'nun bişey 
> vermeyeceği belliydi. 
> Bu Hasan Ağa çok yaşlıydı. Bu denli yaşlı ve zengin bir adamın bu denli 
> eli sıkı olmasına herkes şaşar kalırdı. O'nun dillere söylence olmuş 
> pintiliği üzerine pek çok olay anlatılırdı. 
> Pazara gitmek için köyünden Burhaniye'ye geleceği zaman, yolda yürürken 
> aşınıp eskimesin diye, ayağından ayakkabısını çıkarıp koltuğuna 
> sıkıştırırdı; Burhaniye'ye dek yalınayak gelirdi. Burhaniye'ye girerken 
> ayakkabısını giyerdi. Akşam olup da köyüne önerken, yine ayakkabısını 
> ayağından çıkarıp koltuğunun altına kor, köyüne dek yalınayak giderdi. 
> Eskimesin diye giymeye kıyamadığı ayakkabısı da o zaman, yirmi iki 
> kuruştu. 
> Onca zengin, onca varlıklı olan Hasan Ağa para harcamaktan çok 
> sakınıldı, parası gidecek diye ödü kopardı. Öyle eli sıkı bir adamdı ki, 
> Burhaniye'ye gelişlerinde, O'nun bir çayevine oturduğunu, bir bardak 
> çay ya da bir fincan kahve içtiğini gören olmamıştı. O kocamışlığıyla 
> Burhaniye'ye dek yayan ve yalınayak yürümekten çok yorulduğu için, 
> Burhaniye'ye gelince alandaki koca çınara sırtını dayar, orda bir süre 
> soluklanıp dinlenirdi. Bu çınarın önündeki çayevinde oturanlardan O'nu 
> tanıyanlardan biri, 
> Hasan Ağa, gel, buyur, bir yorgunluk kahvesi iç! Diye çağırsa, 
> gitmezdi. Para kendisinden çıkmasa da, alışkanlık olur korkusuyla, 
> ısmarlanan çayı, kahveyi bile içmezdi. O'na çay, kahve ısmarlayanlara, 
> günün birinde kendisinin de çay, kahve ısmarlaması gerekeceğini 
> düşünürdü. O zamanın parasıyla bir fincan kahve on paraydı. Hasan Ağa 
> on paraya bile kıyamazdı. 
> İşte bu denli cimri olduğu bilinen Hasan Ağa'ya salma almak için, 
> oradakilerden hiçbiri gitmek istemeyince Hacı Tali Bey, derneğin yazmanı 
> Hüseyin Hüsnü'ye, 
> Senin dilin tatlıdır, ağzın laf yapar. Var sen git, iste! dedi. 
> Hüseyin Hüsnü Çoruk Köyü'ne gitti. Salma alacağından umutsuzdu. Köy 
> kahvesine girdi. Kahvede gördüğü köyün korucusuna, Hasan Ağa'yı 
> çağırmasını söyledi. Az sonra korucu, Hasan Ağa'yı köy kahvesine 
> getirmişti. Hüseyin Hüsnü, köy kahvesinde oturanların da duyacağı bir 
> sesle, 
> Hasan Ağa amca, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti sana beş yüz şinik buğday salma 
> yazdı... Dedi. 
> Hasan Ağa, 
> Bana çok salma koymuşsunuz yiğen... Dedi. 
> Hüseyin Hüsnü de O'na, 
> Allah daha da çok versin, sende de çok var Hasan Ağa amca... Dedi. 
> Bunun üzerine Hasan Ağa, 
> Öyleyse kalk yürü! Dedi. 
> Hüseyin Hüsnü'nün bileğinden tuttu. Bileğini bırakmadan O'nunla yürüdü. 
> Tahtadan yapılmış bir büyük ambar önüne geldiler. Ambarın uzunluğu 
> yirmi metre vardı, belki de daha uzundu. Hasan Ağa anahtarıyla ambarın 
> kapı kilidini açtı. Ambara girdiler. 
> İçeri girince Hüseyin Hüsnü şaşıp kalmıştı. Çünkü içerisi tahılla 
> doluydu. Ambarda tahta perdelerle ayrılmış onbir bölüm vardı. Her 
> bölüm, silme, tepeleme tahılla dopdoluydu. Hasan Ağa her bölümü Hüseyin 
> Hüsnü'ye ayrı ayrı gösterip, 
> İşte bu bölmede buğday var! Bu bölmede arpa dolu! Bu bölmeye de çavdar 
> yığdık! İşte burası da yulaf bölmesi, dolu... Diyordu. 
> Hüseyin Hüsnü şaşkınlıktan konuşamıyordu. Sanki düş görüyordu. 
> Hasan Ağa sözünü sürdürdü. 
> Bana beş yüz şinik buğday mı saldınız? Neye bu kadar az salma koydunuz 
> bana yiğen? İki alaya beş yüz şinik buğday yeter mi hiç! Bak yiğen, bu 
> ambardaki salt buğday altıbinikiyüz şinik... Buğdaylar da, arpalar, 
> yulaflar, çavdarlar da, hepsi hepsi, burda her ne varsa, hepsi 
> Kuvvayimilliyye'nin, hepsi askerlerimizin... Alın, götürün! Taşıma için 
> araba isterseniz, arabalarım da var. Arabalarımı da alın götürün, onlar 
> da askerlerimizin... Yedirin tahıllarımı askerlerimize. Buradakiler 
> yetmezse hiç kaygılanmayın, daha da bulur buluştururuz. Her ne 
> isterseniz, her neyim varsa, varımı yoğumu vereceğim. Bende yoksa 
> olanlardan ödünç alıp, borç alıp vereceğim. Başka hiçbir umarımız 
> kalmadı yiğen; yeter ki gâvuru buralara sokmayın. Evimde, odamın 
> duvarına asılı bir tüfeğim yar, salt bir onu veremem. Çünkü onu kendime 
> ayırdım. Yaşlıyım diye tüfek kullanamam belleme. Düşman buralara dek 
> girerse o tüfekle namusumuzu koruyup savunacağım ölene dek... Hadi 
> şimdi var git güle güle! Bu dediklerimi böylece bir bir anlat! Güle güle! 
> Benden selam söyle Hacı Tali'ye! 
> Hüseyin Hüsnü, Burhaniye'ye döndü. Burhaniye Hakları Savunma 
> Derneği'nin dokuz üyesi yine Hacı Tali Bey'in yazıhanesinde 
> toplanmıştı. Hüseyin Hüsnü içeri girince, ne haber getirdi diye, 
> üyelerin hepsi merakla O'na baktılar. Dünyanın en cimri adamı olarak 
> bildikleri Çoruk Köyü'nden Hasan Ağa'dan ne haber getirmişti? 
> Yazman Hüseyin Hüsnü olanları anlattı. Hasan Ağa'nın sözlerini onlara 
> iletti. Bu sözleri duyunca oradakilerin başlan önlerine eğildi. Bir 
> derin sessizlik oldu. 
> Burhaniye'nin yaşlı ileri gelenlerinin gözlerinden yaşlar süzülüyordu. 
> Ençok üzülen de Hacı Tali Bey olmuştu. Ağladığı görülmesin diye 
> yazıhaneden çıkmıştı. Koca adam kendini tutamamış, hüngür hüngür 
> ağlıyor, biyandan da sesi titreyerek, 
> Hiç kimse için kötü düşünmeyeceksin! Diye söylenip duruyordu. 

 

Değerli okuyucular büyük önderin dediği gibi “önemli olan vatansa gerisi teferruattır”.

Çünkü bu vatan kolay kazanılmadı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum