Efendi BARUTÇU

Efendi BARUTÇU

Seçimler ve yargı bağımsızlığı

Türkiye 24 Haziran’da yeni bir genel seçime gidiyor. Ortalık toz duman, siyasetçilerin vaatleri havalarda uçuşuyor. Her genel seçimde milli birlik ve dayanışmanın her şeyden önemli olduğunu, bu sebeple de siyasetçilerin seçimleri bir savaş değil, bir hizmet yarışı olarak görmeleri gerektiğini, bu hizmet yarışı esnasında da üsluplarına dikkat etmeleri gerektiğini yazarız, söyleriz, konuşuruz. Ama maalesef değişen hiçbir şey yok. Yine hakaretler, ihanet ithamları karşılıklı salvolar birbirini izliyor.

Bir başka garabet çok değil iki sene öncesine kadar, burada tekrarından hicab duyacağınız ağır hakaretlerle birbirlerine saldıran bazı siyasiler şimdi kol kola, dün kol kola oldukları dost ve partidaşlarına da bu defa koro halinde beraberce saldırıyorlar. Tabi bunlar ilk defa olmuş şeyler değil. Türkiye’de demokras kültürü tam manasıyla özümsenmediği sürece her zaman karşılacağımız çirkin tablolardır.

Bizler bu devletin vatandaşları olarak seçim günü sandık başına gidip tercihimizi yapacağız. Bu seçimler aynı zamanda sistem değişikliği ile ilgili verilecek son karar olacaktır.

Adı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak ilan edilen ve başkanlık sistemi diye takdim edilen sistemin gerçek anlamda başkanlık sistemi ile ilgisinin olmadığı açıktır.  

Gerçek başkanlık sisteminde yasama, yürütme ve yargının kesin hatlarla birbirinden ayrı olması gerektiğini, bu olmadığı takdirde böylesine bir sistemin “Burhan Kuzu hocanın ifadesi ile” “diktatörlük”e dönüşeceğini, anayasa oylamasının yapıldığı 16 Nisan 2017 tarihinden önce bir takım internet sitelerinde ve sosyal medyada arka arkaya yazdığımız yazılarla ile ifade etmiştik.*

Sonuçta YSK’nın hâlâ tartışma konusu olan bir kararı ile bu anayasa değişikliğinin kabul edildiği ilan edilmişti. İşte bu seçimler bu değişikliğin kesin kabulünü veya reddini getirecektir.

Dileriz ki şaibesiz, gölgesiz, hukuk kaideleri içerisinde bir genel seçim yapılsın ve yine dileriz ki YSK son anda yeni sürpriz kararlara imza atmasın.

Peki iki seneden fazla devam eden OHAL şartlarında, yeni anayasaya uyum kanunlarının bile OHAL yetkileri çerçevesinde çıkarıldığı ülkemizde seçim sonuçlarının sağlıklı ve şeffaf  bir sonuç olacağı kabul edilebilir mi?

Adına demokrasi denilen ama seçmenlerin sandığa giderken gönüllerindeki milletvekilleri adaylarını değil de, parti genel başkanlarının liyakati, bilgiyi, tecrübeyi, fazileti çoğu zaman göz önüne almaksızın tamamen partideki konumlarını sağlamlaştırmak amacını güderek hazırladıkları milletvekili listeleri demokrasi ile ne derece bağdaşır?

Türkiye’de her siyasi parti kurulurken parti genel başkanlarının ilk vaadi parti içi demokrasiyi sağlamak olacağıdır. Ama nedense bu hiçbir zaman hayata geçirilmez. Yargı denetiminde bir ön seçime –CHP’nin kısmen yaptığı ön seçimler hariç- gidilmez. Gerekçe her zaman hazırdır: “Türkiye çok kritik bir dönemden geçiyor” veya “Devletimiz beka sorunu ile karşı karşıya.”

Buna siyasi gelecekleri ile de ilgili olarak duydukları derin korkularını devletin beka sorununa bağlamak kurnazlığından başka ne denilebilir. TBMM üyelerinin(yasama) teşkilindeki bu antidemokratik tutum Türkiye siyasetinde çok kötü bir gelenek haline gelmiştir.

Yargı bağımsızlığına bakarsak; adalet bakanının ve müsteşarının HSK’nın başkanı ve üyesi olduğu, diğer üyelerinin bir kısmının meclisteki çoğunluk partisi tarafından, diğer kalanlarının da çoğunluk partisinin cumhurbaşkanı tarafından atandığı bir yapının bağımsızlığından bahsedilebilir mi?

15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra devletimizin bütün müesseseleri ve özellikle yargının içine sızmış şer odakları mensubları tasfiye edilirken bazen kantarın topuzunun bir hayli kaçırıldığına şahit oluyoruz. Öylesine ölçüsüz, insafsız, haksız ihbar ve isnatlara itibar edilerek on binlerce insanın hayatı karartılıyor ki mazlumların feryadı arşa yükseliyor.

Türkiye hukukun hiçbir temel konusunda geri adım atmamalıdır. Yargıya siyasi baskı yapılabilir, bazı kanunlar otoriter yönde değiştirilmek istenebilir, hukuk dışı yollarla milli iradeye karşı çıkmak gibi hareketler yapılabilir. Fakat bunların ilanihaye devam etmesi ve bu metodlarla sonuç alınması mümkün değildir.

Bu hukuk dışı yollara başvurmanın sonucu toplumda gerilim, tartışma, sıkıntı ve çatışmaları artırmak olur.

“Bugün yargıda yaşanan sorunlar hat seviyeye çıkmıştır. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulama alanı daralmış, yargıya müdahaleler artmıştır. HSK’ya resmen partili üye atanabilmiştir.”(Taha Akyol, Türkiye’de Hukukun Serüveni, s.293)

Hakim ve savcıların bile yarınından emin olmadığı, her an “paralelci” ithamı ile karşı karşıya kalmak korkusu yaşadıklarını görüyoruz. Böylesine bir ortamda kendilerini büyük bir manevi baskı ve tehdit altında hisseden insanların sağlıklı ve adaletli karar verebilecekleri nasıl mümkün olabilir? 

Yazımızı yine aynı kitaptan aldığımız büyük hukuk alimi Ahmet Cevdet Paşa’nın şu ifadeleri ile bağlayalım: “Asıl lazım olan mahkemeler hakkında kamuoyunun güveni olup, bu da hakimlerin kendi konumlarından emin olmalarına bağlıdır. Bütün muntazam devletlerde bu kaide benimsenip uygulandığı gibi Devlet-i Aliyye’de daha eski zamanlarda haklı-haksız, şunun-bunun başı kesilirken dahi hakimler bundan müstesna ve her türlü sıkıntıdan uzak ve saygın idiler.”(Tezakir-40, s.101)

*http://www.ulkucudunya.com/index.php?page=yazar-yazi-detay&yazar=11&yazi=925

http://www.ulkucudunya.com/index.php?page=yazar-yazi-detay&yazar=11&yazi=926

http://www.ulkucudunya.com/index.php?page=yazar-yazi-detay&yazar=11&yazi=931

http://www.ulkucudunya.com/index.php?page=yazar-yazi-detay&yazar=11&yazi=933

http://www.ulkucudunya.com/index.php?page=yazar-yazi-detay&yazar=11&yazi=934

http://www.ulkucudunya.com/index.php?page=yazar-yazi-detay&yazar=11&yazi=935

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.