Ahmet KELEŞOĞLU

Ahmet KELEŞOĞLU

Semine

Yedi yaşında babasız kalmıştı babam. Babası otuz beş yaşında terk etmişti bu dünyayı. O zamanın amansız hastalığı verem, almış götürmüş hiç görmediğim dedemi bu alemden. Parmak bastırmış babamın amcaları babaanneme. Neyi var neyi yok almışlar elinden. Üç çocukla kalmış ortada. Küçük yaşta berber çıraklığı amelelik yaptığını söylerdi babam. "Ben yedi yaşından beri ev bakıyorum oğlum" derdi. Babamın çocukken yaşadıklarının ilerleyen yaşlarda büyük boşluklar bıraktığını hep düşünmüşümdür. Travmalarla büyümüş maalesef. Her gittiği kapıdan itilmiş kakılmış. Bende hayatını merak etmiştim aslında. Ama hiç anlatmazdı eskiden olanları.

Hep mücadele içindeydi. Çalışkandı. Oradan oraya koştururdu. Her zaman yapacak bir işi olurdu babamın. Annem ve kardeşlerimle akıp giden yaşamda bende sel olur taşardım adeta. Onun amansız mücadelesi beni de kendi alanına çekmiş gibiydi. İyi zamanlarımızda oldu tabi. O zamanda mutluluktan rüzgar olur uçardık ailecek. Özellikle bizi Samsun fuarına götürdüğü zamanları hiç unutamam. Çok sevinirdik, ben iple çekerdim otobüse bineceğim o günü. Anlayacağınız babamın peşinden sürüklenen hayatlarımız bizi de akıntıdan kıyıya vuran odun parçaları gibi savurmuştu. Günlük yaşamın içindeki koşuşturma ve yapılacak işler, bazen evimizin önündeki bahçede, bazen de çarşıdaki babamın küçük berber kulübesinin çevresinde şekillenirdi. Okullar sömestr tatiline girdiğinde fındık toplama zamanı yaklaşmış olurdu. Bizim içinde en güzel yarıyıl tatili buydu.

Yaşamın içindeki zorlu mücadeleler ve babamın yokluk yılları, onu derinden etkilemiş olmalı ki, günlük hayatta endişesi aceleciliği ve hareketliliği hiç eksilmezdi. Geçmişle ilgili bir şeyler sormaya kalksam kulak arkası yapardı. Cevap vermezdi. Neden böyle davrandığına anlam veremezdim. Bazen belki kısa cevaplarla geçiştirirdi geçmişte olanları. Bende merak ederdim tabi, ne olmuş nasıl olmuş, babası erken yaşta neden ölmüş diye. Babaannemin büyük sıkıntılar yaşadığını zaman zaman duyardık ama daha çok babamın alkolü biraz fazla kaçırdığı zamanlarda olurdu bu konuşmalar. Çok duygulanırdı konuşurken, ağlayarak anlatırdı o eski yılları. Köyde fındık zamanı akrabalarla bir araya geldiğimizde, bu sohbetler daha çok alevlenirdi. Bir gün dikkatimi çeken bir şey olmuştu. Babam dayıma, devamlı birader diye hitap ediyordu. Dayım da ona abi diyordu. Yine böyle birlikte olduğumuz fındık hasadı günlerinde harman yerinde, dayıma sormuştum, Babam sana niye "birader" diyor, diye. Sende ona "abi" diyorsun, sen annemin kardeşi değil misin dayı?” demiştim. "Baban benim abim, annen de ablam, abi demeyeceğimde ne diyeceğim yeğenim" diye, cevap verdi dayım. Bu nasıl oluyor diye iyice meraklanmıştım. Yaşım çok küçüktü tabi, altı ya da yedi. Belki de boyumdan büyük işlere karışıyordum ama merakımı da gidermek istiyordum. Dayımsa yüzüme bakar gülerdi, kısa cevaplarla geçiştirirdi sorularımı. Bu bir sır olamazdı. Acaba bizlere anlatılmayacak kadar önemli, gizemli bir şeyler mi saklıydı bu ailede. Ama kimsede anlatmak istemiyordu bu meseleyi nedense.

-Bu hikayeyi dışarıdan birisiymiş gibi anlatacağım hiç aklıma gelmezdi.

Başlayalım:

Küçük sahil kasabasına yakın köyde yaşayan biri vardı.

Arif Ağanın oğlu Ahmet.

Bildik bilmedik, yakın uzak yerlerde, Arif Ağanın Ahmet derlerdi bu adama. Varlıklıydı. Fındık tarlalarının yanında üzerine kayıtlı bir ormanı bile vardı. Atının eyerine bağlı gümüşler ses çıkarırdı at tıkırdak yürüdüğünde. Çıngır çıngır sesler uzaktan duyulduğunda herkes çeki düzen verirdi kendine. Bu yüzden diğer lakabı çıngıraklı Ahmet’ti. Yakın köyden sevdalandığı kızı vermediler bu adama. Kızında gönlü boş değildi ama bu birlikteliğe karşı duruyordu babası ve annesi. İçerlendi adam, neyim eksik diyordu. Üzüldü kızdı içten içe. Gel zaman git zaman bir haber daha saldılar kızın babasına. Aracılar elçiler ne yaptıysa kar etmedi köyün bu güzel kızı için. Başka köylerden görücü gelenlerde oldu bu arada. Kızın gönlü ne kadar ağa çocuğuna düşmüş olsa da ailenin ileri gelenleri bu izdivaca karşı çıkıyordu. Başka bir çocuğa verileceği haberi tez yayıldı. Kız, İstemeye istemeye babasının dediğini yerine getirecek boynunu büküp gidecekti. Haber böyle duyulmuştu köy meydanında. Arif Ağanın Ahmet bir yakını vasıtasıyla haber saldı Ayşe kıza. Hazırlansın kaçıracağım diye. Ayşe kız çaresiz yarı istekli yarı korku içinde, gelsin kaçırsın beni dedi. Adam kızı kaçırmıştı. Haber tez elden yayılınca dört bir yanda silahlar konuştu Gürcü köyünde. Tehditler savruldu köyden köye. Ağanın oğlu epeyce bekledi barış olsun diye. Anlaşma olana kadar da dokunmadı güzel Ayşe kıza. Nihayet barış olunca, yavaş yavaş yumuşamaya başladı ortalık. Aileler arasında da yakınlaşma olunca gelmeler gitmeler oldu. Artık sonsuza dek barış sağlanmıştı iki aile arasında. Çocuklar da ardarda gelince yüzler daha bir güler oldu. Boylu boyunca kızları oldu ağa çocuğunun. Arada iki oğlu dünyaya geldiyse de biri üç yaşında diğeri de sekiz yaşında göçüp gitti bu dünyadan. Hiç oğlunun olmaması çok üzüyordu adamı. Yedi tane kızı olmasına rağmen boynu büküldü köylük yerde. Sokağa çıkamaz oldu. Kahvehaneye gitse, şehre inse herkes hissettiriyordu oğlu olmadığını. O da çaresiz kapandı bir köşeye. Kendisinden başka tasa edenlerde az olmayınca daha bir sıktı kendini. Yer yurt iş çoktu. Oğlan yokluğunu yarıcılarla kapattı. Ama huzuru iyice kaçmıştı, hastalanmıştı yataklara düştü. Nereye gitse, kiminle konuşsa oğlan evlat eksikliği yüzüne vuruluyordu. Sıkıcı yaşamdan yorulduğu zamanlarda şehre iniyor oradaki evinde birkaç gün kalıp olanları unutuyordu. Bu duruma Ayşe hatunda çok üzülüyordu ama onunda elinden bir şey gelmezdi. Çareyi kocasının tekrar evlenmesinde buldu. İzin verdi evlenmesine, bu çok sevdiği adamın sağlığı için. Yedi kızın üzerine gelecek kumayı kabul edecek oda boynunu büküp kaderine razı gelecekti. Boş durmayan aracılar tez elden çalışıp araştırıp şehirde buldular kadını. Kocası erken yaşta ölmüş dul bir kadın. Şehirde yaşam mücadelesi veren zavallı kadın ölen kocasından kalan kuru bir evde yaşıyordu. Üç çocuğu vardı. Kadını nikahına aldı Arif Ağanın Ahmet vakit kaybetmeden. İlk zamanlar zorluk olmasın, anlaşmazlık çıkmasın diye köye götürmedi yeni gelen aileyi. Şehirde zaten bir evi vardı, açtı bu üç çocuklu kadına evi. Haftanın iki günü şehre iniyor diğer zamanlarda köyde kalıyordu. İki oğlu oldu bu yeni evlilikten. Çocuklar ardarda gelmişti. Artık şehirde ve köyde alnı ak, yüzü yukarıda yürüyecekti. Köy kahvesinde daha bir dik duruyor heybetli yürüyüşüyle dikkatleri üzerine topluyordu. Bunun şerefine uzak köydeki tarlasını bile fakir bir köylüye bağışladı. Günlerce kutlamalar oldu, kapıda kazanlar kaynadı. Artık aile iyice genişlemiş sofralar çifter çifter kurulmuştu. Yedi kız Ayşe hatundan iki oğlan bir kız da şehirden gelen kadından, on çocuk bir arada yaşamaya başladılar. Yeni doğan iki oğlan çocuğuyla sayı on iki olmuştu. Kızlar boy boy büyümüş her biri görücüye çıkmış evlenmişti. Adamda iyice yorulmuş malvarlığı azalmıştı. Kızların tamamı varlıklı ailelere gitti.

Sıra beşinci kızı Semine'ye gelince, onu da evlendiği ikinci karısının büyük oğluna verdi.

Babam dayıma neden birader diyordu? Anlaşılmıştı..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum