80'li yıllar -3

Ahmet KELEŞOĞLU

Kiraz ağacının dibindeki, ruhu büyük kendisi küçük tek odalı barakamıza bir solukta varmıştım.

Babam iki aylık fındık hasadı için kendi elleriyle yapmıştı o barakayı. Her yıl köye geldiğimizde yıkılan dökülen yerlerini tamir eder eksiklerini tamamlardı.

Annemi kapıda gördüm bulaşıkları yıkıyordu. Babam içerde uzanmıştı uyukluyordu. İkisi de çok yorulmuştu, hallerinden belli oluyordu. Bizim oralarda kadınlar iki kişilik yaşar, iki kişilik çalışırlardı. Birisi kendisi için diğeri de eşi ve çocukları. Annem imkanı olsa, benim yerime nefes bile alabilirdi, ben yorulmayayım diye. Öyledir benim annem, her şeyi yoktan var eder, her yere yetişirdi.

Küçük kız kardeşim annemin ona özenle yaptığı bez bebekle evin yan tarafında oynuyordu. O da tek başına kendine yetiyordu. Çocuk işte kendi dünyasına dalmıştı, mutluydu.

İlk erkek çocuk dünyaya geldiğinde ikincisi oğlan olsun demiş annem. İkinci çocukta erkek olunca umudu kesmiş kız çocuğundan. Üzülmüş tabi. Doğumdan önce kız elbiseleri dikmiş, patikler örmüş kızım olacak diye. Kolu komşuya saçlarını şöyle mi örsem, yoksa aşağımı mı salsam dermiş. Hayalleri boşa gitmiş annemin. Benim kızım olmayacak galiba demiş. Gel zaman git zaman üçüncü çocuğa hamile kaldığında, sağdan soldan kız olacak, bu hamileliğin bir başka görünüyor gözümüze demişler. Üçüncü çocukta erkek olunca çok üzülmüş güzel annem. Genç kızken başlayan zorlu dert yumağı yaşamı katlanmış gitmiş üç çocukla. Yürümüş zamanın taşlı dikenli yollarında. Çocuklarıyla ağlamış çocuklarıyla gülmüş. Aslında çocuklarıyla büyümüş, kadın olmuş, hayat olmuş benim annem. Yıllar acı tatlı akmış küçük evin daracık odalarında. Aklı kız çocuğunda kalmış.

Uzun yıllar sonra tekrar hamile kalmış.

Hiç unutmam annemin en son doğum sancısı başladığında ben altı yaşındaydım. Ağabeyim ve küçük kardeşimle kapının önünde bekliyorduk, evden bir şey istediklerinde hızlıca koşup yerine getirecektik. Yerimizde duramıyorduk. Bu sefer kız olsun dedik, annemin yüzü gülsün artık istedik. Üçkardeş iyice birbirimize kenetlenmiştik. Mahallenin kadınları koşarak gelmişlerdi eve. Bir tek mahalle ebesi yetişemedi doğuma. Bitişiğimizdeki komşumuz kilimci Emine teyzenin zaman kaybetmemek için pencereden eve girdiğini gözlerimle gördüm.

Tek katlı evimiz.

Emine teyzenin daha önce doğum yaptırdığını duymuştum. Demek ki doğruymuş. Taşlığın üstünde bekliyorduk. Biraz sonra çocuk sesiyle karışık uğultu duyuldu içeriden. Bir koşuşturma oldu odalarda. Birisi, "kızımız oldu kızımız oldu, müjdemi isterim müjdemi isterim" diye bağırıyordu. Biz üç kardeş birbirimize sarılıp sevinçten ağlıyorduk. Olduğumuz yerde hoplayıp zıplamaya başladık. Sanki her birimizin ağzından çıkan sesler, evrende bir melodiye dönüşmüştü. Dünya çok güzel görünüyordu. Yoksa mutlu olmak böyle bir şey miydi?

Kız kardeşimin başını şöyle bir okşadıktan sonra annemin elini yanaklarını öptüm. Annem, “Gel otur oğlum Samsun'a gittin mi, kayıt yaptırdın mı?” dedi. Yaptırmadım anne ben İzmir'e gideceğim dedim.

Cevap vermedi başını öne eğdi sadece. Üzülmüştüm yüzüne bakamadım geri döndüm, ben anneannemlere gidiyorum dedim. O gece dönmedim. Ertesi gün geç vakitlere kadar uyumuşum. Uyandığımda hiç kimse yoktu etrafta, herkes fındık toplamaya gitmişti. Hızla giyinip yüzümü yıkadıktan sonra eve gittim.

Kapıda babamı gördüm, bana bağırıp kızacağını düşündüm.

Babam, “Bak oğlum sen nerede okumak istiyorsan oraya git, ben ceketimi satar seni okuturum” dedi. İlk defa babama sarılmıştım, hüngür hüngür ağlıyordum kendimi tutamadım. Karşımda annemi gördüm hemen onun boynuna sarıldım. Gözyaşlarımı annem siliyordu.

Ağabeyim yıllar önce bizi bırakıp gitmişti. İstanbul'da yaşıyordu. Benden küçük erkek kardeşim ise evden kaçmıştı o da kasabayı terk etti. Yarıda bıraktı okulu devam edemedi. Siyasi olayların en yoğun olduğu zamanlardı. Ondan da ara sıra haber alıyorduk.

Köydeki evimizden bakıldığında deniz görünürdü. Havanın açık olduğu zamanlarda büyük gemileri bile görebiliyorduk. Evimiz ile denizin ufku arasında irili ufaklı dağlar tepeler vardı. Ama biz en yüksek yerdeydik. Uzaktan baktığımızda köyün yılan gibi kıvrılmış yolları dikkatimizi çekerdi. Köy arabasının görüntüsünü diğerlerinden ayırmak çok kolaydı. Önü burunlu arkası uzun eski sapsarı bir otobüs. Biz ona cemse derdik.

İşte o cemse beni köyden alacak ve yolları yara yara dağları tepeleri aşacaktı.

Şimdi İzmir yolları beni bekliyordu.

Bundan sonra yolların uzunluğu zamanın darlığı umurumda bile değildi. Artık kanatlarımı takmıştım uçuyordum. Kısa zamanda toparlandım. İzmir'in yolunu tutmuştum, uzun bir yolculuktan sonra Buca'daki okulun kapısına dayandım. Evraklarımın hepsi tamamdı. İşlemler kısa sürede bitti. Kayıt memuruna, puanımın yetip yetmeyeceğini sormuştum memur, bilgi veremeyeceğini söyledi. Peki kazanıp kazanamayacağımızı nasıl öğreneceğiz dediğimde; Telefonla, telgrafla haber vereceğiz dedi.

Buca'da işim bitmişti.

Görevli memur arkamdan, bakar mısınız siz uzak yerden geliyorsunuz galiba kalacak yeriniz var mı? Eğer yoksa Bornova yurdunda kalabilirsiniz, dedi. Kalacak yerim yok bu akşam döneceğim memlekete teşekkür ederim dedim.

İçimden, vay be İzmir gözünü seveyim diye mırıldandım kendi kendime. Ertesi gün kasabaya gelmiştim.

Aradan birkaç gün geçti. Bir telefon bağlantısı için PTT’den arandığımı öğrendim. PTT santralı evi iki kez aramış. Ben evde yoktum.

Eskiden PTT’den ararlardı. Telefon bağlantısı için müsait olup olmadığımız sorulurdu.

Beni evde bulamayınca Ulak kapıya haber kağıdı bırakmış. Koşarak PTT binasına gittim. Bankın arkasındaki görevliye, sanırım buradan aranmışım şimdi haberim oldu dedim. Adım, Ahmet Mahmut Keleşoğlu.

Görevli, şu kulübeye geçin şimdi bağlıyorum size karşı tarafı dedi.

Ahizeyi kaldırdığımda ellerim titriyordu. Kalbim ağzımdan çıkacak gibiydi. Çok heyecanlanmıştım. Karşımdaki ses, asilden kesin kayıt yaptırma hakkını kazandınız diyordu. Dilim tutulmuştu ikinci kez büyük mutluluğu yaşıyordum.

Birkaç gün sonra telgraf geldi. Kesin kayıt işlemleri için tüm bilgileri öğrendim.

Artık İzmirli yıllar başlayacaktı.

Okullar açılmış, aradan bir yıl geçmişti. Okulumuzun tam bitişiğinde Yabancı Diller Yüksekokulu vardı. Aklıma Samsun geldi. Eğitim süresinin dört yıla çıktığını öğrendim. Mezunlarına öğretmenlik hakkı da verilmişti. Bunu bilemezdim pişman değildim.

Şimdi benim saatim İzmir'i gösteriyordu. Zamanımı bu saate göre ayarlamıştım.

Aşk gibi bir şeydi bu, seviyordum..

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.