Bir arkeoloğun anıları

Nevzat ARSLAN

Hay ağzına sağlık Mehmet Eroğlu Ağabey! Bizi acı acı gülümsettin, bir o kadar da düşündürdün…

“Bir Arkeoloğun Anıları” adlı kitabını görünce Zeus başı, Venüs göbeği, Artemis bilmem nesi,  Priene’nin dünyanın ilk planlı şehri oluşu ve müzeleri bir bir anlatacaksınız da sıkıcı olur mu diye de düşünmedim değil hani…

Kayseri’nin Felâhiye ilçesinin uzak bir köyünde doğup büyüyen Eroğlu, çocukluğunu,  yaşamını ve çektiklerini komplekssiz ve yalın bir dilde aktarıyor. Anlatılan o yoksulluk dolu güç yaşam şartlarını, yarım asrı aşan yaşamışlığımda ucundan, kıyısından bizler de gördük ve yaşadık.

Askerlik sonrası ilkokul mezunu olarak askeri fabrikada hamallık yapan yazarımız o yıllarda öğretmen okuluna gitmeye hazırlanan eşi ile evleniyor. Burada bir azim ve hayata asılma dönemi görüyoruz. Ortaokul, liseyi dışarıdan bitiren Eroğlu, Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesini de bitirerek arkeolog olur. Askerlik yaptığı dönemde 27 Mayıs ihtilaflında Ankara TRT önünde nöbet tutarken bitişiğindeki Fakülte önünde resim çektirmiştir. Kader ona aynı yerde 6 yıl sonra hemşerisi Ağırnas’lı Mimar Sinan’ın heykeli ile bir kez daha resim çektirir. Arkeolog olarak Alacahöyük ve sonrasında Side Müzesine atanır. Artık hayatın daha da bir içerisindedir.

Devlet-Halk-Ören Yeri üçgeninde yaşadığı ve yaşanması olası olayları kurcalamaktadır yazarımız. Side ören yerindeki ilişkilerini, tarihi surlar üzerine arkeologlar, kaçak ev yapmışlardır. Ören yer içinde de ayrıca inşaata başlamış bir müsteşar yardımcısı, köylülerin bu kesime ve yaptıklarına isyanı, bir yandan çocuklarına ev, hayvanlarına dam yapmak zorunda olan yöre insanı ve bunlarla mücadele eden görevi gereği mahkemeye vermek zorunda olan arkeoloğumuz Mehmet Eroğlu.

Ülkemizde kazı yapan yabancı ekipler ile ilgili ilginç detayları da okuduğunuz bu kitapta zengin ve yoksul halk kesimi ile ören yerlerinin ilişkilerini de gözlemleyebiliyorsunuz. Milet Müze Müdürlüğünde iken surlara diktiği Türk bayrağı, sorgulandığı çoğu yerde imdadına yetişmiştir. Komünist olsa bu bayrağı diktirmezdi diye düşünülmüştür.

Aydın Kültür Müdürlüğü döneminde 23 yıllık memuriyetinin son demlerinde politika ile hayatının nasıl karmakarışık olduğunu, defalarca müfettiş ifadelerini anlatan Eroğlu, yetki alanındaki Afrodisyas ile 480 kuruşluk telefon konuşması ücreti soruşturma konusu edilmiştir. Acı acı gülümseten olaylar zinciri de başlamıştır. Artık yetkililerin gözünde bir komünisttir.

İşe aldığı Söke’nin dağlık köylerinden bir bekçi ayakkabısız ve yırtık elbiselerle çıka geldiğinde giydirir, yatacak yer bulur, yemek yedirir, eşi çamaşırını yıkar. Oğlunu ziyarete gelen bekçinin anasının halini görünce içi sızlar, anacığını hatırlar. Basma alarak eşine şalvar ve entari diktirip giydirir, kadının hayır duasını alır. Boynunda bir yara oluşan bu bekçiyi Ankara’ya tedaviye göndererek Eroğlu’nun ağabeyi 15 gün misafir ettiği gibi hastaneye getirip götürmüştür. Aynı bekçi müfettişe verdiği ifadede ise; müdürünün sosyalist enternasyonal marşı söylettiği şeklinde ifade verir. Oysaki ne bekçi, ne de Eroğlu bu marşı bilmemektedir. Bekçi Kars’a sürüleceği korkusu ile böyle bir ifade verdiğini söyler. Eroğlu ise bu bekçiye Sezar-Brutus hikâyesini anlatır ve son sözü adeta şöyle olur; “Sen de mi Brutus?”

Komünistliği bakana kadar ulaşmıştır. Kültür Bakanına çıktığında, önce kabul edilmez, sonra çağırılır. Bakan hiç yakından komünist görmemiş olsa gerek, merak içinde, ilk sözü şöyle olur;      

“Bu komünist kim yakından bir görmek istedim. Şimdi gördüm”                    

“Pardon efendim! Siz bu ülkede Kültür Bakanı mısınız?”

Danıştay kararı ile döndüğü makamına oturduğunda hayırlı olsun diye arayan Vali Bey, göreve başlama yazısını ısrarla ister. Masasına oturduktan 10-15 dakika sonra görevden alındığına dair tebliğ için üç kişilik bir heyet hemen çıkagelmiştir. Koca koca adamlar dediğimiz kişiliklerin nasıl da küçüldüğünü bu eserde bütün çıplaklığı ile izliyoruz. Bir ara kahramanımız son bir gayretle aslı astarı olmayan bir örgütten söz eder. “Benim ardımda bağlı olduğum bir örgüt var, öcümü alır.” Diyerek blöf yapmaya kalkışır. Boksör olduğunu söyleyen devlet adamı, doktorlara emir veriyor ki rapor vermeyin diyerek…

480 kuruşluk telefon konuşması için soruşturma geçirdiği dönemde yanında çalıştığı iktidar yanlısı müdürünün işyeri için tahsisli odun ve kömürden kendi evine de tonlarla götürdüğünü, hesaptan her ay 1000 TL avans çekerek esnaftan fatura aradığını, aynı müdürün Eroğlu’na arada bir;                                                                                                 

“Yahu kardeşim sen neler yapmışsın öyle? Müfettişler başından eksik olmuyor”                      

Sözleri de devlet, halk ve siyaset üçgeninden ilginç bir resim. Mardin Müzesinde görev yaptığı bir yılı aşan zamanda sadece mesleği ile ilgili bir haftalık görev verildiğini, (müzede eski eser envanteri) memleket gerçeği olarak okuyoruz ve üzülüyoruz. Eşek bağlanan tuvaletlere pislikten girilmeyen, bakımsız camileri ve yanında tertemiz Süryani kiliseleri arasındaki eğitim ve bakış açısını da gözlemliyoruz.

12 Eylül döneminde 1402’liklerden olur. Resen emekli edilir, emekli maaşı düşüktür. Bu arada Aydın şehir merkezinde bir büfe işletmeye başlar. Buradaki esnaflık yaşamı da anılarda yer alır. Serde Kayserili olmak var ya pastırmadan da söz ediliyor, yine aynı şekilde ekonomik yönden durumunu nasıl topladığını da öğreniyoruz. Daha sonra tüm haklarını elde eder.  Her sürgün ve gezgin memur gibi birçok yerlere tayini çıkarılmış Erzurum ilinde Kültür Müdürü olarak da görev yapmıştır.

İnsani ilişkileri ve gözlemleri anlatan yazarımızın yanında halen “Şefim” dediği güçlü bir kadın portresi çizen eşi Serpil Hanım yer alır. Bu “şefim” olayının da bir hikâyesi vardır. Kısaca anlatalım; sürgünler ve görev değişiklikleri sonunda Aydın’da görevli iken eşi Serpil Hanım, Mehmet Beyin şefi olur. Dedikodu olmasın diyerek şef hanım harcırahsız görevlere, yeni tayin oldun diyerek sürekli eşi Mehmet Beyi göndermektedir. Sonuçta geçtiğimiz yıl 50. evlilik yıldönümünü kutlayan bu çifte nice yıllar diliyoruz.

İnsanlığı ve hoş ilişkileri görüyoruz bu kitabın içerisinde, bunun yanında nankörlüğü de okuyoruz kitabın satırlarında.

Olanlar bazen hani derler ya, “Gel de deli olma” dedirtecek türden olaylardır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.