Biraz daha sevgi, biraz daha hoşgörü!

Metin AKOĞLU

Depremdeki can kayıpları ve ağır yıkıma rağmen, volümleri sonun kadar açılmış arabalar üzerinden yapılan anonslar ve müzik yayınları ile kampanya bitirildi.

Alem ne der mevzuları mazide kalmış.

Ayıp olur eşikleri çoktan geçilmiş.

Sirkteki küçük şempanzeler gibi kasetler, bu seçimin de vazgeçilmezi oldu.

Siyasetin kasetle dizayn edilmesi geleneği yine bozulmadı.

Sıradaki…

Amaç belli…

Biz kazanalım…

Siz kazanın da…

Mağdur ettiğiniz insan ve ailesinin yaşadığı travma ne olacak?

O siyasetçiye gönül veren insanların nefrete dönüşen duyguları ve aleyhinize dönüşen siyasi tercihleri size ne kazandırdı?

Attığınız, attırdığınız taş…

ABD, AB ve İngiltere bütün gücüyle bu seçimlere abandı ve kazanmak için her şeyini ortaya koydu.

"Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nden atılma vakti geldi" ifadelerini kullanan Avrupa Parlamentosu eski Türkiye Raportörü Kati Piri bile topa girdi.

"Türkiye için çok önemli bir gün, bol şans Kılıçdaroğlu, haydi Türkiye" notunu düştü.

Biden, kurmuş olduğu oyun planında her türlü kazanmak istiyordu.

Adam, Türkiye’yi bohçalayıp getirin…

Bu seçim, bizimmiş gibi görünse de Batı ile Avrasya’nın seçimi olduğunu daha önceki yazılarımda gündeme getirmiştim.

Ülkemiz üzerine tezler, senaryolar ve planların yapılıyor olması yeni bir şey değildir.

Hepimiz aynı gemi içerisindeyiz. Başka gidebileceğimiz toprak yok. Ülkenin birliğini korumak, Mevcudu muhafaza etmek ve daha da ileri götürmek gibi sorumluluğumuz olduğunu, herkesin biliyor olması lazımdır.

Stres ve gerilimin had safhaya ulaştığını, kutuplaşmanın tavan yaptığını görmezden gelirsek eğer nerede duracağı belli olmayan bir süreç bizi bekliyor!

Bu kutsal topraklar, kültürümüz ve hoşgörü ile yoğrulmuştur. Bu kültür de insan sevgisi ile var olmuştur. Ülkemizin içinde bulunduğu bugünkü durum üzerine yazılacak, tartışılacak çok derin konular var ama an itibariyle konu etmek yanlış olacaktır.

Konumuz sevgi ve hoşgörü olduğuna göre…

Bu toprakların ruhunu yansıtan ve anlatan sayısız hikâyeler bulunduğunu hepimiz biliriz. Birbirimizi incitmeden, kırıp dökmeden, bir hata yapılmış ise; onu anlamaya çalışmak ve de hoşgörülü olmak esas olmalıdır.

Ülkemiz bu zor dönemi, Mevlâna aşkı ve Hacı Bektaş-i Veli kültürü ile çok rahat bir şekilde atlatabilir.

Siyaset yapanların da bu anlayışta olmaları yeterlidir.

Kim, hangi değerimizin misyonunu taşımak istiyorsa kabulümüzdür.

Hoşgörü ve diyalog her şeyin üstesinden gelecektir.

Galiba doksanlı yılların ortaları veya sonlarıydı.…

Mübarek Ramazan ayının ilk günü ve TRT 1 ekranlarında iftara doğru programı vardı.

İnsan, toplum ve İslam ile ilgili düşüncelerine büyük saygı duyduğum Prof. Dr. Sayın Bayraktar Bayraklı hocam konuşmacıydı.

Konuşmasının bir bölümünde iki şeyi unutmayın diye telkinde bulunuyordu.

Ölümü…

Bir de Allah’ı…

Arkasından da iki şeyi mutlaka unutun diyerek devam etti.

Biri, sana kötülük yaptıysa eğer onu unutun. Onun kini, nefreti ve intikam hırsıyla yaşamayın.

Sen birisine iyilik yaptıysan, dokunduysan, yardım ettiysen eğer onu da unut gitsin.

Ben sana iyilik yapmıştım diyerek adamın kafasına çakıp durma mealinde bir şeyler söylemişti.

Bunun yanlış olan bir yeri var mı?

Karşılıksız ve beklenti içinde olunmadan yapılan yardımlar ve katkılar değerlidir.

Kamu kaynaklarını elinde tutan gerçek ve tüzel kişilerin, deprem mağdurlarına yapmış olduğu her türden yardım ve imkânın sunulma gerekçesinin oy ile ölçülme anlayışı, insanlığın iflasını gösteriyordu.

Pişmanlık ifadeleri ise incitici ve yüz kızartıcıydı.

Keşke yapmasaydınız.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (9)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.