Darbecilere merhamet (!) – 4

Efendi BARUTÇU

Milletin parasının bankacılık sistemi üzerinden iç edildiği bu saltanat günleri Şubat 2001’deki büyük krize kadar sürdü. Sırtını generallere dayayan sermaye çöktü. Ali Balkaner, Cavit Çağlar, Murat Demirel’in bankalarına el konuldu. Ne ilginçtir ki bu bankaların yönetim kurullarındaki generallerin hiçbiri ne sorgulandı ne de hapse atıldı. Yönetim kurullarına General almayan Yurtbank ve Egebank da ise patronlar ile beraber yöneticilerin tamamı yargılanıp cezalandırıldı.

Şimdi bu generallerin birçoğu “yaş haddi”, “sağlık durumu” bahane gösterilerek salıverilecek ve yaptıkları her haksızlık, karıştıkları her dalavere, çaldıkları ya da çalınmalarına aracılık ettikleri her şey yanlarına kâr kalacak. Kamu vicdanı buna razı olur mu, bilmiyorum.

Değerli okurlarım,

27 Mayıs 1960 askeri darbesi olduğu zaman 9 yaşında bir ilkokul öğrencisiydim. 12 Mart 1971 askeri muhtırası verildiğinde 20 yaşında bir gençtim. 12 Eylül 1980 askeri darbesinde cezaevinde 5. Yılını doldurmuştum. 28 Şubat sürecinde ise bütün yaşananları dehşetle izlemiştim.

İddia ediyorum ki hiçbir askeri darbe ya da muhtıra 28 Şubattaki kadar Türk ordusuyla, Türk milletinin arasını açmamıştır. Evet daha önceki müdahalelerde de geniş kesimler büyük zulüm ve haksızlıklara uğramışlar, işkencelere maruz kalmışlar, haksız idam cezaları uygulanmıştı. Ancak hiçbirisi 28 Şubatçılar kadar Türk milletinin hayat tarzına ve inançlarına müdahale etmemişlerdi.  

Baştan beri yazdıklarımızla maksadımız asker düşmanlığı, ordu düşmanlığı yapmak   değildir. Çünkü her Türk evladı gibi bizim de çocukluk yıllarımızda rüyalarımızı askerlik mesleği süslerdi ve bir Türk subayı olmanın hayalini kurardık. Ayrıca inanırız ki “Askerine düşman olan düşmanın askeri olur”  ve biliriz ki milletimiz ordu millettir. Türk milleti ordusuna “Peygamber ocağı” diyerek en yüce payeyi vermiştir.

Ama ne yazık ki Türkiye’nin son 6o yıllık çok partili siyasi hayatında sık sık karşılaşılan istikrarsızlıkların temelinde demokratik hayata bu şekilde dışarıdan yapılan müdahaleler vardır.

Türkiye’de siyasi hayat günümüz ve gelecekte de kendi mecrasında, kendi tabii akışı içinde devam etmeyip bu tür kanunsuz müdahalelerle karşılaştığı takdirde ülkemiz istikrarsızlıkların pençesinde kıvranmaktan kurtulamaz. Nitekim 28 şubattan sonra da böyle olmuştur. Bu tür müdahaleler olmasa milletimizin demokrasi kültürü de gelişerek başaramayan siyasi kadroların sandık yoluyla iktidardan uzaklaştırılması, başarılı olanların iktidara getirilmesi veya iktidarda kalması sağlanabilirdi.

 Ayrıca bu müdahalelileri içine sindiremeyen tecrübeli ve kaliteli siyasi kadrolar köşelerine çekilmekte meydan fırsatçılar ve siyasi şarlatanlara kalmaktadır.

2002 ortalarında DSP’de arka arkaya yaşanan istifalar sonucunda DSP dağılınca yine önüne bir başbakanlık fırsatı -ve beraberinde MHP’nin mecliste en fazla Milletvekiline sahip bir parti olarak- kurulacak bir hükümeti istediği gibi şekillendirip Türkiye’nin geleceğine yön verme şansı ve imkânı yine sayın genel başkan Dr. Devlet Bahçeli’nin anlamsız tutumları ve gereksiz erken seçim çağrısıyla sonuçsuz kalmıştır.

Demek ki “iktidara gelmemek” kaydı ile siyaset yapmak Başbuğ Türkeş sonrası MHP’ye has bir siyasi anlayış haline gelmişti.

Türkiye bu tür askeri müdahalelerden çok çekmiş, ağır bedeller ödemiştir. Bir aşırılıktan bir başka aşırılığa sürüklenerek askeri vesayetler yerini sivil vesayetlere bırakmıştır. Örnek vermek gerekirse: 28 Şubat sürecinde üniversitelerde, sosyal hayatta, kamu kurumlarında sırf baş örtüsü ve imam hatipler meselesiyle yaşatılan geniş mağduriyetler milletimizin kanına dokunmuş ve yaşanan başka iktisadi, siyasi krizlerde arka arkaya patlak vermiştir.

Düşününüz ki şehit askerin eşi başörtülü olduğu için şehidin cenaze merasimine katılamıyor, şehit annesi başörtülü olduğu için şehit oğlunun cenazesine alınmıyor. Subay annesi ve subay eşi başörtülü olduğu için ordu evlerine giremiyordu.

 Bu dönemde yaklaşık 3000’e yakın subayın önemli bir kısmı ihraç edilmiş diğerleri ise sicilleri bozularak emekliliğe ayrılmak zorunda bırakılmıştır.

 Bir hakkın teslimi açısından belirtmem gerekir ki bütün bu mağdur edilen subaylar kurdukları “Adaleti Arayanlar Derneği” vasıtasıyla haklarını aramışlar ve AK Parti iktidarı döneminde tamamına yakınının özlük hakları ve asker kimlikleri iade edilmiştir -Dikkat çekici bir başka husus ise 28 Şubat sürecinde ihraç edilenler arasında tek bir general dahi bulunmamaktadır. Bu dönemde generaller TSK’nın adeta mutlu azınlığıdır-.

Bu bağlamda AK Parti, milletin yaşadığı geniş mağduriyetleri de kullanarak 3 Kasım 2002 seçimlerinde %33 oy ile iktidara gelmiştir.

Şimdi 20 yıldır bu baş örtüsü ve imam hatip meselesinde başka aşırılıklara şahit oluyoruz. Birtakım insanlar hiçbir kabiliyet, liyakat ve tecrübesine bakılmaksızın sadece lise eğitimini imam hatip okulunda yaptığı için devletin en kritik görevlerine getirilmektedirler. Daha önce eşi baş örtülü olduğu için itilip kakılan, sürgünlere maruz kalan memurlar yerine sadece eşi baş örtülü olduğu için terfi ettirilen, el üstünde tutulan binlerce memurun varlığına şahit oluyoruz.

 Ülkede kendi ihtisas alanlarının dışında binlerce ilahiyat fakültesi mezunu genel müdür, dekan, rektörlerden geçilmiyor. Elbette onlarda bu vatanın evladıdırlar ama devlet görevine atanmada tek ölçü okul veya baş örtüsü olursa bu toplumda başka rahatsızlıklara yol açmaktadır.

Evet tekrar edelim milletin damarına basılınca sonuç böyle oluyor. Eğer 20 senelik AK Parti iktidarından memnunsanız bunun 1. Derecede mes’ulleri olan 28 Şubatçı generallere, Vural Savaş’a, Sabih Kanadoğlu’na, Kemal Alemdaroğlu’na, Kemal Gürüz’e, Erdoğan Teziç’e, Ahmet Necdet Sezer’e minnet duygularınızı ifade edip madalya ile ödüllendirmeniz gerekir.

Bize göre 28 Şubat süreci ile Türk milleti ters köşeye yatırılmıştır. Eğer 57. Cumhuriyet hükümeti korku iklimine kapılıp 28 Şubatçı darbecilerin tavsiye kararlarını kanunlaştırmasa ve o dönemde haklarında dava açılıp mahkûm edilselerdi, “28 Şubat 1000 yıl sürecektir.” diyen dönemin genelkurmay başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu emekliye sevk edilip yargılansaydı, 28 Şubat’ın sivil kanadından da kanun önünde hesap sorulsaydı Türkiye’nin son 20 yıldır yaşadıkları yaşanmayacaktı.

 Ne Irak’ta Türk askerlerinin başlarına çuval geçirilecekti. Ne açılım, çözüm ve Habur rezaletlerini yaşayacaktık. Ne hendek savaşlarıyla şehirlerimiz tarumar edilip yüzlerce vatan evladını şehit verecektik.

 Ne Suriye bataklığına saplanacaktık. Ne paramız pul olacaktı. Ne işsizlik %20’lere çıkacaktı. Ne Türkiye’nin dış borcu 450 milyar dolar olacaktı. Ne “Babuş” dilli bazı nankörler “Ak Parti sayesinde hepimiz Türk olmaktan kurtulduk” diyebilecekti. Ne Reza Zarrab’ın rüşvet çarkına adı bulaşmış bir eski bakan “yıllardır biz bu ülkede gerçek kimliğimizi söylemedik” diye hezeyan savurabilecekti.

Ne “Balyoz” , “Ergenekon” davalarında darbecilerle mücadele ediyoruz bahanesiyle TSK’ya operasyonlar çekilip yüzlerce Türk subayı tasfiyeye maruz kalacaktı. Ne de askeri vesayeti son vereceğiz bahanesiyle sivil vesayetin önü açılıp ülkede yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığına, bağımsız medyaya, bağımsız STK’lara veda etmek zorunda kalacaktık.

Bu ve benzeri anti-demokratik müdahaleler Türkiye’nin siyasi istikrarsızlığına yol açan başlıca sebeplerdendir. Dileriz ki bu talihsizlikler bir daha yaşanmasın ve aziz milletimiz aydınlık büyük geleceğine doğru hızla yol alsın.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.