Demokrasi, aristokrasi, diktatura ve parakrosi!

Metin AKOĞLU

Parakrosi kavramını siyaset literatürüne,  hepimizin çok sevdiği Prof. Dr. Sayın Osman Altuğ’un yerleştirdiğini bilmeyenimiz yoktur.

Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da bir dönem danışmanlığını yapmıştı.

Montesquieu diyor ki, “özgürlük her iklimde yetişen bir meyve değildir”, onun için her ulus ulaşamaz ona. İnsan, Montesquieu’nun koyduğu bu kural üstünde ne kadar düşünürse, doğruluğunu o kadar anlar; ne kadar çürütmeye kalkarsa, yeni yeni kanıtlarla doğrulanmasına o kadar fırsat verir.

Jean jacques Rousseau, dünyanın bütün yönetimlerinde devlet tüketir, üretmez. Öyleyse tüketilen nesneler nereden geliyor ona?  Yaşayanların ihtiyaç fazlasından. Kamuya gerekli ihtiyaçlar, bireylerin ihtiyaç fazlasıyla karşılanır. Bundan çıkan sonuç şudur: Toplum hali, insanların emeği kendi gereksinimlerinden fazlasını sağladığı sürece ayakta durabilir.

Ama bu fazlalık dünyanın bütün memleketlerinde bir değildir. Birçoklarında önemli, kimisinde orta derecededir. Bazılarında sıfır hatta bazılarında sıfırın altındadır. Ürününün tüketime olan durumu, iklimin uygunluğuna, toprağın gerektirdiği üretim araçları ve emek biçimine, ürünlerin çeşidine, halkın gücüne ve gerekli yiyecek içeceğinin azlığına, çokluğuna bağlıdır.

Öte yandan, bütün hükümetlerin özü bir değildir. Kimisi az tüketir, kimisi çok tüketicidir. Aralarındaki farklar başka temele dayanır. Genel giderler, kaynakları ne kadar aşarsa, yurttaşa yükü o kadar ağır olur. Bu yükün ağırlığını ölçerken, vergilerin tutarından çok, çıktıkları ellere dönmek için geçmek zorunda oldukları yolu ölçmek gerekir.

Bu dolaşım çabuk ve düzenli olursa, verginin az ya da çok olması önemli değildir. Halk her zaman varlıklı, devlet hazinesi dolu demektir. Tam tersine, halk ne kadar az vergi öderse ödesin, vergi eline dönmüyorsa, durmadan vergi ödediği için elinde avucunda bir şey kalmaz olur, devletler de hiçbir zaman varlıklı olamaz ve halk hep yoksul kalır.

Buradan çıkan sonuç şudur. Halk ile Hükümet arasında uzaklık ne kadar artarsa, vergiler de o ölçüde ağırlaşır. Bundan ötürü halk, demokrasilerde en hafif vergi yükü altındadır. Aristokraside(Soylular) daha ağır, monarşilerde en ağır yükü taşır.

Demek, monarşi yalnız çok varlıklı uluslara, aristokrasi varlık ve büyüklükçe orta halli devletlere, demokrasi de küçük ve yoksul devletlere elverişlidir.

Gerçekte, insan bu konuda ne kadar çok düşünürse, özgür devletlerle monarşik devletlerarasında o kadar fark bulur. Özgür devletlerde her şey ortak yarara harcanır. Monarşi ile yönetilen devletlerdeyse, kamu gücü ile kişilerin gücü birbirini karşılıklı olarak etkiler, birinin güçsüzlüğü, diğerinin gücünü artırır.

Zorbalık yönetimi ise, halkı mutlu etmek amacıyla yöneteceği yerde, yönetmek amacıyla onları yoksul duruma sokar, diyor.

Ne zaman söylemiş bütün bunları,

Tam 242 yıl evvel.

Nasıl?

Bize uyuyor mu? 

Uymak ta ne kelime.

Türkiye’de AKPTOKRASİ var. Herkes mutlu…

Tüm dünyadaki yönetimlerden daha iyi olduğunu görmüyor musunuz?

Ne diyor AKP Genel Başkanı.

"Hesap mı vereceğiz."

Adeta, bizim sizi yönetmemiz  şereftir diyorlar!!!

Bir toplum ancak bu kadar aşağılanabilir.

Efendim deprem vergisi adı altına 18 yıldır toplanan 70 milyar Türk Lirası nereye harcandı diye soruyorlar.

“Harcanması gereken yere harcadık. Bu tür şeylerin hesabını vermeye zamanımız yok”

 Uygun yerlere harcanıp harcanmadığını hepimiz görüyoruz.

Hendek savaşlarında 750 şehit verdik miydi?

Evet.

Elazığ ve Malatya’da silahlı çatışmaya girmeden çıkan,6.8 lik deprem savaşında, şimdilik 41 cansız bedeni, binaların enkazının altından çıkararıp, toprağa verdik.

Uzmanlar, İşin maddi kaybının ne kadar olduğunu önümüzdeki günlerde açıklayacaklardır.

Yine bilim insanlarımızın, 50 bin binanın yıkılacağı yönünde öngörüde bulundukları İstanbul depremi için zaman daralıyor.

Umarız ki, o da “teğet” geçer.

Dilemiyoruz ama bu ülke, Her kör kuruşun hesabının verilebildiği demokrasiyi inşa etmeden, daha çok toplu cenaze namazları kılar.

Ne yapalım.

Yangınlar,depremler, dere yatağına ev yapıp, ona iskan ruhsatı vererek gelen felaketler ve  bunları,  yaşamın fıtratında var dediklerini de duyar gibiyim!!!  

Küba’nın güney-doğusunda, 25 yıl diktatör tarafından yönetilen Antilerin fakir ülkesi Haiti isimli bir ada ülkesi var. 2010’da meydana gelen 7 şiddetindeki depremde tam 316 bin insan ölmüştü.

Geçtiğimiz günlerde 7.7 ile sarsılan Küba’da tek bir can kaybı yok.

Sağlık, turizm, şeker kamışı ve purosundan başka geliri olmayan ve Komünist Castro’ların yönettiği Küba’da, paranın gerçek yerlerde harcanmış olduğunu söylersek, yanlış olmaz herhalde.

Sonuç;

Paranın çok sevildiği, kayıt dışı ekonomileri olan, siyasetin finansmanının sorgulanmadığı ve Parakrosi’nin egemen olduğu ülkelerin halkı, hak etmese de yerlerde sürünmeyi kader olarak görmeye devam edecektir. 

KAYNAK; Jean jacques Rousseau Toplum sözleşmesi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.