Din, siyaset ve Atatürk

Mehmet EROĞLU

Dinlerin doğuşunu incelendiğinde; temelinde, hak, hukuk, adalet, eşitlik gibi ulvi kavramları görürsünüz. Dinlerin tamamı doğruluğu, dürüstlüğü, namuslu kalmayı, adaletli olmayı öğütler.

Bütün peygamberler zulme isyana baskıya direnmişler; büyük acılar çekmişler, çekilmez çilelere katlanmışlardır.

Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammet zamanın yozlaşmış hükümdarına başkaldırmışlar; ezilen, sömürülen, hor görülenlerin sesi olmuşlardır.

Yani Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammet ilerici, onlara karşı olanlar da gericiydi.

Her devrim, karşı devrimini içinde taşır.

Yenilen, kaybeden çekip gitmez, zamanı kollar; “Suret-i Hak ”tan gibi görünür, rejim karşıtlarını yanına alır ve adım adım kendi düzenini kurar.

Hz. Muhammet’in mirasına sahip çıkan, yolunda ilerleyen devrimcileri astılar, kestiler, yaktılar. İslam’ı, kuruluş ayarından saptırdılar, esas yolundan ayırdılar.

Hile ve desise ile kazanılan Sıffın Savaşı’ndan sonra da Muaviye’nin kurduğu Emevi Devleti Hazreti Muhammet’in düzenini değiştirmiştir.

Yeniliğin, dürüstlüğün, doğruluğun egemen olması için kurulan düzen, böylelikle çıkarcının eline geçmiş ve ona hizmet etmiştir. Güzelim düzen, fırsatçının, rüşvetçinin çıkarı için kullanılmıştır.

Maviye, kendisinden sonra oğlu Yezit’i halife ilan etmiş ve Halifelik o günden sonra babadan oğula devreden bir makam olagelmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, Sıffın Savaşının sonucunu şöyle değerlendiriyor:

“Dört Halife’den sonra din, daima siyasetin, çıkarın, zorbalığın aracı yapıldı. Bu hal Osmanlı tarihinde böyle idi. Abbasiler, Emeviler zamanında böyle idi. Ancak şurasını açıkça düşüncenize arz ederim ki böyle adi ve alçak hilelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini alet yapmaya tenezzül eden sahte ve imansız bilginler, tarihte daima rezil olmuşlar, hüsrana uğramışlar ve daima cezalarını buldular.

Artık bu milletin ne öyle hükümdarlara ne öyle bilginler görmeye tahammülü ve imkânı yoktur. Artık kimse öyle hoca kıyafetiyle sahte bilginlerin yalanına önem verecek değildir. En cahil olanlar bile o gibi adamların niteliğini pek ala anlamaktadır.”

Mustafa Kemal Atatürk, bu nedenle, din ile devlet işlerinin ayrılmasına, laikliğin yerleşmesini istemiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, Kur’an’ı neden Türkçeleştirdiğini şöyle anlatıyor:

“Türk, Kur’an’ın arkasından koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde ne var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu Kitap’ta neler olduğunu Türk anlasın.”

İmamlara da şu öneride bulunuyor.

“Bu mübarek (Ramazan) ayı vesilesiyle camilerde yaptığınız mukabelenin (Arapça Kur’an’dan bir bölüm okumanın) son sahifelerini Türkçe olarak cemaate izah ediniz. Halkın dinlediği Kur’an bölümlerinin manasını anlamasında çok fayda vardır. Herkes okunan Kur’an ayetlerinin manasını anlarsa dinine daha çok bağlanır.”

Benim yaşımdakiler hatırlar: Biz çocukluğumuzda yolda Arapça, Farsça yazılı bir kâğıt gördüğümüzde saygıyla yerden alır, üç kez öptükten sonra ya bir ağacın dalına ya da bir duvarın oyuğuna bırakırdık. O kâğıtta yazılı olanı okuyamıyor, anlamıyorduk; yazının Allah’ın kelamı olduğunu sanıyorduk. Arapça okuyana, konuşana ayrı bir saygı gösteriyorduk. Anamıza da sövse, babamıza da lanet okusa “âmin” diyorduk!

Dualarımızı öz dilimizle yapsak Allah bizi anlamaz mı?

Her şeyi bilen, gören, duyan, hisseden Allah, Türkçe mi bilmiyor mu?

İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı İncil’i ana diliyle okuyor, öğreniyor, günah mı işliyor?

Değerli yazar Celal Durgun’ un dediği gibi, Onlar Ay’a, Yıldız’a ulaşmaya çalışırken, biz kadının saçı, başı, giyim, kuşamı ile uğraşıyoruz!

Atatürk, İslam’la değil, Müslüman’ı tembelleştiren, uyuşturan sahte din adamlarıyla hesaplaştı.

“İslam toplumunun düştüğü zulüm ve yoksulluğun elbette birçok nedenleri vardır. İslam âlemi, dini hakikatler çerçevesinde Allah’ın emrini yapmış olsaydı, böyle bir sonla karşılaşmazdı. Allah’ın emri çok çalışmaktır. İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan çok çalışmak zorundayız. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre ilim ve fen her türlü medeni buluşlardan en üst seviyede yararlanmak zorunludur.

Bazı din bezirgânları var ya, din maskesi takan; bunlar Atatürk’ün kurduğu laik, çağdaş, aydınlık Türkiye’yi hazmedemediler. Emevi ve Abbasi döneminde olduğu gibi; soygun düzenini sürdürmek, çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşam sürmek için, halkı; dinle, imanla kandırmaya devam ediyorlar.

Büyük Hak Ozan Yunus Der ki:

“Çalışmadan zengin olanın,

Kitapsız bilgin olanın

Sermayesi din olanın

Rehberi şeytan olurmuş.”

Yine önemli yazar Celal Durgun’ un dediği gibi:

“Atatürk, olmazları oldurdu, biz olanları koruyamadık.”

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.