Bu yazımda biraz da olsa gündem dışına çıkmak istiyorum.
Zaten gündemdeki siyasi, ekonomik, sosyal konular yeterince hepimizi yordu.
Hele Aydın yerel gündemi ile ilgili konuları, olayları ve siyasi aktörlerin yaptıkları söz ve eylemleri, dağ taş, köy, kasaba, mahalle ve ilçe duymayan kalmadı.
Gerek ulusal medya, gerekse yerel medya yazarlarına epey haber ve konu malzemesi çıktı.
Bu, doğasının dışına çıkmış; suni, zorlamalı, mecburiyetten doğan, takiyye yapılarak “mış gibi”, mutluymuş gibi yapılan, formaliteyi tamamlayıcı evliliğin aile tarafları arasında tartışmalar hâlâ devam ediyor.
Bu transfer olayı ile ilgili taraflardan çok sevinen, mutlu olanlar da var.
İktidar kanadı tabanında tam kabullenmeyi içine sindiremeyen mutsuz bir kesim de var.
Hele muhalefet cephesinde kırılan, darılan, öfkelenen, “halkın iradesi, oyları satıldı” diyen de var.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi:
“Kolay insanlarla yola çıkarsanız; seni de satar, yolunu da satar, yolcuyu da satar.”
Gerçekten bu parti değiştirme olayı halkın çok büyük ekseriyetini mutsuz etmiştir.
Mert, dürüst, efelik ruhu ve karakteri içinde bir yaşam kültürü olan Aydın halkının; demokrasiye, siyasi seçilmiş kişilere olan güven ve inancı yara almıştır.
Tabii, haliyle hizmet makamında bulunan seçilmiş kişiler; yapması gereken hizmetler yerine, incir çekirdeğini doldurmayacak siyasi manevra ve kurnazlıklarla halkın umutlarını, hizmet beklentilerini heba etmektedirler.
Büyük usta şair Nazım Hikmet ne güzel söylemiş:
“Küstürmeyin insanları hayata,
Sonra her şeyden vazgeçiyorlar.
Yaşamaktan, güzel olan her şeyden.
Bir odada yalnızlığı,
Bir dağ başında kalmayı,
Nerede bir yalnızlık varsa onu istiyorlar.
Küstürmeyin işte bazı insanları…!”
Evet, yukarıdaki şiirin mısraları çok şey anlatıyor bizlere.
Ne olur gönülleri kırmasak?
Kötü sözlerle, nefret dilini kamçılamasak?
Kişisel ego ve hırsların bu kadar esiri olmasak; herkesi sevsek, herkesi kucaklasak ne olur? Ne kaybederiz?
Bazen düşünürüz: “Bu dünya Sultan Süleyman’a mı kaldı?” diye.
Bu dünyadan, bu makamlardan kimler geldi, kimler geçti?
Tarih kitapları hep o kahramanların iyi veya kötü hayat hikâyeleri ile dolu.
Yaşadığımız olayların etkilerinden bir türlü kurtulamadık yine.
Biliyorum, siz okuyucular da üzülüyorsunuz; belki bu moral bozucu gidişattan mutsuz da oluyorsunuz.
Bir şarkı mırıldansak Sibel Can’dan, hicaz bir şarkı:
“Unut beni kalbimdeki hicranla yalnız kalayım,
Kimsesizim bir garip gibi kucağında ağlayayım…”
Ne bileyim işte, bazen bu duygular içimizi biraz rahatlatıyor.
Halk şairi Karacaoğlan da şöyle der:
“Er isen erliğin meydana getir.
Kadir Mevlâ’m noksanımı sen yetir.
Bana derler gam yükünü sen götür,
Benim yük götürür dermanım mı var…?”
Ağır geçim şartları altında ezilen vefakâr ve fedakâr halkın tahammül edecek güç ve takati kalmadı.
Siyaset çok kirlendi.
Bazı siyasetçiler de…
Aynen doğa ve çevreyi kirlettiğimiz gibi.
Gediz Nehri’ni, Ergene Nehri’ni, Büyük Menderes Nehri’ni, daha nice akarsu kaynaklarını kirlettiğimiz gibi.
Kirlendi her şey: su, hava, doğa…!
Yaktık, yok ettik ormanları.
“Yeşil vatan da neymiş?” dedik.
Kıskandılar bizi.
Yeşil vatan sevdamızı, aşkımızı kıskandılar.
Halkımızın huzur ve refah içinde yaşamak hasretini, gelecek umutlarını çok gördüler.
İnsanı ezen bu sömürgeci liberal kapitalist düzen, adı ne bela güya yeni dünya düzeni imiş.
Evet, zulüm devam ediyor her yerde.
Ortadoğu coğrafyasının her yerinde:
Gazze’de, Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta, Musul-Kerkük’te, Afrika-Sudan’da, Çin’de Uygur Türklerinde, ABD’de… Her yerde!
İnsan haklarının çiğnendiği, adaletsizliğin olduğu, zulüm düzeninin yaşadığı her yerde.
Ey insanoğlu!
Ey mazlumların sesi olmak isteyen insan!
Bir dakika dur… ve düşün… sorgula!
Ve haykır!
Çığlık at…
İnlesin yer ve gök…
Taşlar, duvarlar, kayalar, ağaçlar, kuşlar;
Senin bu çığlık, haykırışlarına eşlik etsin!
İnsafsız zalim avcıya isyan eden bir kuş, bir keklik gibi…
Ve sesini yükselt!
Haksızlıklara, düzenin kirlenip kokuşmuşluğuna…
Biraz gündem dışına çıkalım derken çok mu uzattık yoksa?
Öyleyse son söz olarak, şair Salih Mirzabeyoğlu’nun şu çok anlamlı şiirinin mısralarıyla yazımızı tamamlayalım:
“Sen Eritre’desin çocuk,
Sen Moro’da…
Sen yıllarca zulmedilensin,
Türkistan’da, Azerbaycan’da, Kırım’da…!
Kan denizinde boğulansın Ortadoğu’da,
Mahzunsun Kıbrıs’ta…
Çığlık içimde düğüm…
Çığlık içimde yaş…!
Yitik bir mânâdır verdiğim savaş…!
Bekle çocuğum, uzanıyor namluya öpülesi eller…!
Geliyor kan pahası, can pahası,
İnsanca yaşatmak isteyenler…!”
Kalın sağlıcakla.