“Efsane Vali” Recep Yazıcıoğlu

Orhan ERDEM

Vali Recep Yazıcıoğlu aramızdan ayrılalı 16 yıl oldu. Benim 40 yıllık arkadaşım ve aziz dostumdu.

Biz 68 kuşağıyız. Ülke meselelerini çok düşünen, çözüm arayan ve bunun için tartışan nesildik. Ülke meselesi her zaman bu kuşağın “birincil meselesi olmuştur.”

Yazıcıoğlu ile Aydın Lisesinde 1961 yılında öğrenci iken başlayan arkadaşlığımız kesintisiz olarak ölümüne kadar sürdü. Dostluğumuz 45 yıl sevgi, saygı, muhabbet dolu beraberlikle geçti. Askerliği de Isparta’da beraber yaptık.

Türkiye’nin çalkantılar geçirdiği yılları beraber yaşadık acılarını gördük. Bu açıdan çileli bir nesiliz. Bu kuşağın belirli bir özelliği Ülkesini her türlü şahsi hesapların üzerinde düşünmesi hesap adamı değil dava adamı olmalarıdır. İşte böyle bir zamanda Yazıcıoğlu’nun Kaymakamlık dönemi başlamıştır. Maiyet memurluğunu Aydın’da yaptı. O hızlı, atılgan, dinamik, statükodan ve bürokrasiden sıkılan, buna rağmen bir şeyler yapmak gerektiğine inanan bir idareciydi. Bahçe, Hamur, Kalkandere, Kırıkhan, Alaca, Akçakoca ilçelerinde kaymakamlık görevleri sıra dışı idarecilik sürecinde geçmiştir. Bu süreçte fikirlerini ve ideallerini uygulama fırsatını kendisi yaratmıştır. Çok hızlı karar alır ve uygulardı. Aldığı karar ve uygulamaları mevzuata uygun olup tavizsizdir. Eşit, adil, etkin bir idarecilik yapmıştır. Hizmet ettiği her yerde bir iz bırakmış. Cumhuriyet Türkiye’sinin seçkin idarecilerinden biri olmuştur. Yaptığı işlerde hep samimi olmuş, hata ve sevabı ile kendisini daima sevdirmiş, Uygulamalarına halkın katılımını sağlayabilmiş ender idarecilerden olmuştur.

Yazıcıoğlu Kaymakamlık yaptığı dönemde genç idarecilerin önünü açan, anlayışlı, değerli Devlet adamı valilerimizle çalışmıştır. Bu değerli valiler genç bir kaymakam olan Yazıcıoğlu’nun çılgınca sayılan ve karar ve uygulamalarını hep anlayışla karşılamışlardır. Onu, motivasyonunu bozacak idari işler ve işlemlerden uzak tutmuşlardır. Yazıcıoğlu’nun önünü açan bu değerli valiler, kendisine tanıdıkları hoşgörülü yaklaşımlarıyla onun daha çok çalışarak, başarılı olmasını sağlamıştır. İdarecilikte saygın örnekler ortaya koyarak, pek çok konuda öncülük yapmıştır.

Yazıcıoğlu dinamik, etkin, yetkin, sorumlu halka inen, devleti sevdiren, adil, sevecen, çalışkan, yatırımcı, bulunduğu il ve ilçenin uyuyan potansiyel kaynaklarını harekete geçiren yenilikçi yerli düşünceleri halka inandıran, devletini seven bir idareciydi. Ve bu tür idareci modelinin benimsenmesini sağladı. Yazıcıoğlu bu çerçevede bitmek tükenmek bilmeyen enerjisini ve sevdalısı olduğu ülkesi ve halkı için ömrünü harcadı. Korkusuzdu rahat nedir bilmedi, şahsını hiç düşünmedi. Ülkem varsa ben varım derdi. Haksız olarak makam valiliğinden alınıp, Ankara’ya çekildiğinde “Mahkeme kadıya mülk olmaz”,” Makam insanı yüceltmez” derdi.

Sert idareci sıfatının ona yakışmadığı görüşündeyim. Çünkü çok ince bir ruh yapısına sahipti. Hassas bir insandı. Onu yakından tanıyanlar ne kadar merhametli bir insan olduğunu çok çabuk anlarlardı. Vakur duruşu onun fikirlerinin, düşüncelerinin ciddiyetinden ötürüdür. Kibir ve gurur Yazıcıoğlu’na hiç bulaşmayan niteliklerdir. Kimseyle şahsi kavgası yoktu. Uzun yıllar aralıksız süren beraberliğimizde kimsenin aleyhinde konuştuğunu asla duymadım. Hatta çok özel konuşmalarımızda bile.

Vefalı bir dosttu. Büyük küçük herkesle konuşur gönül alırdı. Onun hiç sevmediği şey dostlukları istismar ederek,  nüfuz ve maddi çıkar peşinde koşmaktı. Böyle insanlardan hiç hoşlanmadı. Onlardan uzak durmaya çalıştı. Hatta pek çok zaman, kaba taşra politikacılarına karşı hep diklenmiştir. Devleti kendi benzetmesiyle “Foto Baydaş” ve "Sürveyan Bektaş” tasallutundan korumaya çalışan bir kimlik sahibi idareciydi. “Ülkeyi Foto Baydaş ve Sürveyan Bektaş gibiler yönetiyor” sözünü çok kullanırdı. Burada vurgulamak istediği, siyasi parti il ve ilçe başkanlarının iş takibi ve tayin işlerinden başka bir işe yaramayan insanlar olduklarıdır.

Recep Yazıcıoğlu, 33 yaşında Tokat Valiliğine atandı. Düşüncelerini uygulama imkânı buldu. Toplum kalınması için yaptığı işler onu gönüllerin valisi yaptı. Nev-i şahsına münhasır bir vali oldu. Ona  “4. Murat” dediler, “zıpkın gibi vali” dediler, “raftingci, paraşütçü vali” dediler. Herkes kendine göre bir isim koydu. Daha doğrusu herkes bir nebze kendini onda gördü. Aydın’da kısa bir süre kalabildi. Aydınlılar onun farkını anlayamadılar, kıymetini bilemediler. Yapmaya çalıştıklarını, icraat yapmasını istemediler. Şimdi düşünüyorum da dostum Yazıcıoğlu’nun karakteri ile memleketim Aydın’ın karakteri birbiriyle uyuşmadı. Aydınlılar idarecileri hizmetleriyle değil, kendilerine yakınlıklarıyla değerlendirirler. Yerel politikacılar onunla çok uğraştı. Fitne ve fücur ocakları hiç boş durmadı. Hakkında bir sürü asılsız dedikodu çıkardılar. Ona iftira attılar. Çıkarcı çevreler, hesabı bozulanlar, kendini adam sayanlar onu rahmetli Özal’a şikâyet ettiler. "Bize yüz vermiyor, bizi adam yerine koymuyor" dediler. "Ben devletim" diyor diye konuştuğunu söyleyerek onu sürekli gammazladılar. Ondan kurtulmanın çaresini aradılar.

Vali bey, bir gün beni arabasına aldı. Şoförüne “güzergâh” dedi. Şoför ne yapacağını biliyordu. Şehrin içinde yaptığı eğitim, öğretim ve sosyal kurum inşaatlarını teker teker denetliyor ve bana bilgi veriyordu. Bu denetim saatlerce sürdü. Hayret ve hayranlığımı gizleyemedim. “Vali bey bu kadar kısa zamanda sadece şehrimizdeki yatırımları nasıl planlayıp hayata geçirdiniz” dedim. İl çapındaki yatırımlar şehirdeki yatırımların belki yüz katı saymakla bitmez. Vali Bey’in eğitim, öğretime yaptığı hizmet sayesinde o yıllarda üçlü öğretime geçilmemiştir. Vali bey Aydın’a tayin olduğunda ilk, orta ve liselerde sınıflar 50 60 kişiydi. Ben espri olsun diye “bu kadar kısa zamanda, bu hizmetleri yapmışsınız Aydın’daki şer odakları bunu hazmedemez. Kıskanırlar. Sizin Aydın’daki göreviniz yakında son bulur dedim.” “Deme yahu” dedi. Bende sayın valim biraz zamana yaysaydınız daha iyiydi dedim. Bu hususta hiçbir duyumum yoktu. Aradan iki ay geçmişti ki valimiz Erzincan’a tayin oldu. Rahmetli beni arayıp “dediğin oldu” dedi. Aydın’da genellikle hoş geldin, güle güle siyaseti her zaman geçerlidir. 1991 yılında ağustos ayında Erzincan’a vali olarak atandı. Erzincan valiliğinde 8 yıl kaldı. Orada çok önemli işler yaptı. Erzincan depreminin yaralarını sarmak için çok uğraştı. Yepyeni modern bir Erzincan yarattı gidip görün, hayran kalacaksınız. Bende 67 li yıllarda Erzincan’da bir süre öğretmenlik yapmıştım. Oranın halkı beni “Aydınlı öğretmen” diye bilir. Valinin Aydın’dan geldiğini duyunca bizim “Aydınlı öğretmen ne yapıyor” diye sorarlarmış. “Bak buradaki hemşerilerin seni özlemiş” diyerek beni Erzincan’a davet etti. Davetine icabet ettim bir süre misafir oldum.

Sohbet esnasında “Orhan, sen burada 28 yıl evvel öğretmenlik yaptın. Erzincanlılar bu kadar zaman geçmesine rağmen seni unutmamışlar. Bu nasıl oldu?” dedi. Bende esprili bir şekilde “sayın valim, nasıl siz sıradan bir vali değilseniz, acizane bende sıradan bir öğretmen değildim. Okuyan, çalışan, okulunu ve öğrencilerini seven bir öğretmendim” dedim. “Fazla lafa gerek yok taşı gediğine koydun” dedi. Bir gün makamında otururken Fırat nehrinin üzerine yapılamaz denilen, meşhur köprünün yapılış ve montaj resimlerini planlarını gördüm. Bu köprü 100 ton ağırlığında bir bütün bloktur. Bir ucu derme çatma bir tesisatın üzerine konulmuş. Fırat’ın azgın sularına meydan okuyacak nehrin en dar yerine taşınarak feribotun üstünden bin bir güçlükle montaj edilmişti. Hiçbir kurum, hiçbir mühendis böyle bir uygulamaya teknik olarak onay vermemiş, yapılamaz denmiş. Yapılması için risk almaktan kaçmışlar. Bu köprü sayın valinin sorumluluğunda yapılan bir çalışmadır ve o’nun eseridir. Vali Yazıcıoğlu 70 yıldır lafı edilen ama becerilemeyen köprüyü bütün riskleri göze alarak, her türlü zahmete katlanarak sayısız tehlikeler göğüs gererek gece gündüz demeden çok çalışarak tamamlamıştır. Vali bey resimler, haritalar, planlar üzerinde yapılan bu işi bana bir de kendisi anlatınca gayri ihtiyari çok heyecanlandım. Gözlerim yaşardı. Bana “ne oldu” dedi. Yapılan işin büyüklüğü karşısında heyecan ve şaşkınlığım içerisinde zorluklar cevap verdim. “Sayın valim bu fotoğrafta görüldüğü gibi yan yana giden feribotun üzerindeki yüzlerce tonluk demir köprü kayıp Fırat’a düşseydi bunca emek, bunca zahmet ve yapılan milyonlarca masraf zayi olsaydı, bunun hesabını nasıl verecektin. Bu inanılmaz büyüklükteki sorumluluğu niye üstüne aldın?” diye sordum. Hiç unutmam bir an bile duraksamadan cevap verdi. “Halkın mutluluğu ve refahı için ülkemin kalkınması için bundan daha büyük sorumlulukları üstlenmeye, daha büyük tehlikelere atılmaya daima hazırım. Memleketin meselesi büyüktür. Büyük meseleler, sorumluluk üstlenmeyi gerektirir. Meseleyi çözmek için risk almak şarttır. Ben risk almazsam, hiç kimse bir iş yapmaz” dedi.

Dostumun bu sözlerinden diama ibret almışımdır. Bir mesele ile karşılaştığımda hep o köprü gelir gözlerimin önüne. Hep aziz dostumun sözleri çınlar kulaklarımda. O köprü bana daima halka hizmetin ne denli kutsal, ne kadar riskli olduğunu hatırlatır. Vali recep Yazıcıoğlu’nu her anışımdan memleket meselelerini çözmek için yola çıkanlar bu amaçla görev üstlenenler kendine vazife çıkararak, risk almalıdırlar diye düşünüyorum. Halk onun farkını anladı. Fikirlerini, icraatlarını benimsedi. Onu çok sevdi. Onu bağrına bastı. Ona benim valim dedi. Rahmetliyi her geçen yıl daha da özlüyoruz.

Sevgili valim fikirlerin ve eserlerin ile gönüller valisi olarak halkın gönlünde daima yaşayacaksın. Ruhun şad olsun!

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.