Et ve tırnak gibi iki temel kavram…

Ali AKSÜT

Cumhuriyet üzerine çok nutuklar attık, çok yazılar yazdık, çizdik. Her bayramda ne coşku dolu şiirler okuduk!
Konferanslar verdik, konserler, Cumhuriyet baloları, kokteyller düzenledik…

Hepsinin, bütün bu aktivitelerin hakkını verdik. Çünkü Atamız Atatürk’ün “En büyük bayramdır.” dediği 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyorduk.

Ama… 102 yıl geçmesine rağmen Cumhuriyeti ne kadar içselleştirdik?
Toplumsal yaşam tarzında, birey olarak, halk olarak, resmi kurumlar, bürokrasi ve siyasetçiler olarak Cumhuriyet değerlerine ne kadar bağlı yaşayabildik?
Esas üzerinde durulması gereken konu bu olmalı diye düşünüyorum.

Demokrasi için de, işlerliği ve etkisi bakımından benzer bir sorgulama yapmak gerekir.

Cumhuriyetin temel niteliklerini üç cümleyle özetleyelim:

  1. Cumhuriyet, halkın egemenliğine dayanan, yönetim yetkisinin millete ait olduğu bir yönetim biçimidir.
  2. Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında demokrasi, laiklik, eşitlik ve hukukun üstünlüğü yer alır.
  3. Bu nitelikler, bireylerin özgürce düşünmesini, inançlarını yaşamasını ve kanun önünde eşit olmasını güvence altına alır.

Peki, bütün bunları söyledikten sonra sormak gerekmez mi?
Siyasi rejimimizde, darbelerle ve muhtıralarla görevinden uzaklaştırılan; halkın oyuyla seçilmiş, milli iradeyi temsil eden hükümetlere ne diyeceğiz?
Hani demokrasi? Nerede halkın hür iradesi?

Demokrasi mücadelesinde “Altı defa gittim, yedi defa geldim.” sözüyle bilinen, rahmetli 9. Cumhurbaşkanımız, eski Başbakan Süleyman Demirel akla gelir.
Bir demokrasi kahramanı olan Demirel’in Birinci sınıf vatandaşlık, hür parlamento, açık rejim” üçlemesi, darbeler ve muhtıralarla sarsılan Cumhuriyet rejiminin yaralarını sararak olgunlaşma ve güçlenme evresine ulaşması gereken niteliklerin özeti gibiydi.

Oysa 2025 yılına geldiğimiz noktada, herkes birinci sınıf vatandaş değil.
Külfet herkese dağıtılırken (vergi, harç, enflasyon vb. zamlar), nimetlerin dağıtımında belki de kırk katmanlı bir vatandaşlık sınırlaması oluştu.

Parlamento hür gibi ama iyice pasifize edilmiş durumda.
Çünkü 600 kişilik meclisi sadece 3-5 genel başkan seçiyor.
Belediye başkanları da, siyasi parti il başkanları da çoğu zaman Ankara’dan atanıyor.
Tıpkı merkezi hükümetin bir bürokratı, bir valiyi, bir kaymakamı ya da bir daire müdürünü atadığı gibi…

Bu tür işleri pek halka bulaştırmıyorlar.
Adı “demokrasi” olan ama içi boşaltılmış bir kavramın içinde halkın etkisi neredeyse yok.

Demem o ki; açık rejim gitti, yerini siyasi partileri, genel başkanları ve genel merkezleri etkin kılan, kapalı devre bir sistem aldı.
Halka düşen görev, “Oyunu ver, başka işe karışma. Biz senin adına gereğini yaparız.” anlayışına boyun eğmek oldu.
Otokratik bir yapının adı artık demokrasi!

Halbuki insanı insan yapan “reyi ihtiyarisi”, yani özgür iradesidir.
Bu özellik insandan alındığında, Allah’ın kulu olan insan gider; onun yerine kişiliksiz, şahsiyetsiz bir varlık gelir.
O da başkalarının çıkarına, nefsine kul olan; ilkel ve hayvani hislerle beslenen bambaşka bir mahluk olur.

Viyana Kuşatması’nda Avrupa’nın boğazını sıkan Türk, nasıl oldu da 1. Dünya Savaşı’nda düşmanın ipiyle kendi boğazını sıktı?

Ey Türk Gençliği!
Tarihini okuyup öğrendikçe, kendi benliğine döndükçe, her 102 yılda ve akıp giden yıllarda Cumhuriyet daha güçlü olacak. Nitelikli kadrolarla, halkıyla bütünleşen, gelişen, güçlü bir demokrasi; gelecek yarınların aydınlık müjdecisi olsun.

Büyük Önder Atatürk’ün dediği gibi:

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır.”

Kalın sağlıcakla.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.