Geçen hafta yazdığım “Bir Balon Hikâyesi” başlıklı yazımın beklediğimden daha çok ilgi gördüğünü bana yapılan geri dönüşlerden anladım.
Beni, nam-ı diğer “Topuklu Efe” hayal kırıklığına uğratmadı. Çıkarları için her yolun, her türlü yöntemin mubah olduğunu öngören bir kişilik yapısına sahip olduğunu bildiğim için, hiç şaşırmadım ve kızmadım kendilerine. Kendine yakışanı yaptı ve zira yıllardır düşünce ve kanaatimi açıkça belirttiğim için CHP’lilerin hedefine maruz kalsam da, haklı çıkmanın gururunu bir kez daha yaşadım.
Zira o şahsın Aydın’a verdiği ya da yaptığı, Aydın halkını mutlu edecek ve yıllardır adından söz ettirecek hiçbir eseri olmadığını, bundan sonra da yapamayacağını bildiğim için herhangi bir beklentim de yok. Sadece komşu iller Denizli, Muğla ve Manisa’ya son yıllardaki yapılan kent ölçeğinde gözlemlenen değişikliklere üstün körü de olsa, şöyle bir bakarsanız anlarsınız ne demek istediğimi.
Belki üç beş yandaş ve üstenci zengin olur o kadar.
Bu kadının çıkarının ve ihtirasının ötesinde öyle bir bilgisi ve vizyonunun olmadığı. Ayrıca yanında beraber çalıştığı kişileri de işin uzmanı ve ehli olanlardan seçme yerine sadece kendine biat eden ve talimatlarını kolaylıkla icra edebilen liyakatsiz şahsiyetlerden oluşturması neticesinde Aydın’da hiçbir alt yapı ve trafik sorununun yıllardır çözülemediği ve dolayısıyla Aydın’ın modern bir kent olma hakkından nasibini alamadığı için. koskocaman bir köy haliyle görünüm arz etmesi bu iddia ve tezimi yeterince izah ettiği kanısındayım.
Bilindiği üzere bu şahsiyet arkasında üç tane daha ilçe Belediye başkanını da sürükleyip götürdü, hem de seçmen iradesine ihanet ederek rakip gördüğü bir başka siyasal kuruma.
Beni de anılan şahıs ve diğer iki belediye başkanı şaşırtmadı. Çünkü o iki belediye başkanını hiç tanımıyorum. Ancak beni en çok şaşırtan ve hayal kırıklığı yaşamama sebebiyet veren Söke Belediye Başkanı oldu.
Söke Belediye Başkanını da hiç tanımam. Basından ve kamuoyunda hakkında anlatılandan anladığım kadarıyla bu kişi zamanında nerenin bilmiyorum. Bir Cumhuriyet Savcısıymış. Yani “Topuklu Efe” gibi kıytırık, iki yıllık bir okulu okumamış taşranın ücra bir kentinde…
Koskoca bir Hukuk Fakültesini bitirip Hukuk Tahsili Yapmış ve hukukun/demokrasinin evrensel kurallarının en ince ayrıntılarına kadar dip notları da dâhil okumuş, öğrenmiş ve bilen bir şahsiyetmiş. Ve biz ondan söz ediyoruz.
Böyle bir kişi, iki yıllık sıradan tahsil yapmış bir başka kişinin güdümüne girerek, onunla birlikte, onun arkasından yürüyerek, aynı törende kendi yakasına da rozet taktırmasını nasıl izah edebilecek Söke halkına. Kendisine güvenip oylarıyla destekleyen seçmenlerinin yüzüne nasıl baka bilecek.
İşte en büyük “Hayal Kırıklığı”nı işin bu tarafına, bu yönüyle bakınca yaşadım.
Yanılmıyorsam, bu Şahsiyet bir önceki Milletvekili seçiminde 4. Sıradan Aydın Milletvekili adayıydı. Yıllardır CHP Aydın Örgütünde emek harcayan, her türlü etkinliklere katılan, Aydın kamuoyunda herkesin bildiği, tanıdığı ve güvendiği hakiki CHP’liler listelerde yer alamayıp dışlandıkları halde bu şahsiyeti kim bulup getirdi ve hem de oturttu dördüncü sıraya…?
Geçen yazımda belirttiğim gibi Atatürk’ün Partisi CHP bu ülkenin kaderinin düzelmesi ve gelişiminde rol alacaksa, “Ülkeyi kurtarmak için öncelikle CHP’yi kurtarmak gerekir!” diye boşuna demiyordum, yani…
Emeği, onuru, nitelikli kişiliğiyle siyaseten bir yerlere gelip ülkeye hizmet etme ortamı, mevcut seçilenler (egemenler) ve onların seçmenler üzerindeki etkin kıldığı yanlış intiba ve anlayışla mümkün değil.
Emekle ve bilgi ile kazanılan, onur ve kişiliktir sadece.
Kolay yoldan ve bir makamlara gelip siyaseten yükselmek ve ülkeye hizmet edebilmek mümkün gözükmüyor bu ülkede yaşanan ve yaşadığımız siyasal iklimde.
Ahlaka ve vicdana uygun olmasa da olur, hiç fark etmez. Egemen siyasal anlayış ve yöntemlerle birilerinin paçasından tutunmak onun yalakası ve yandaşı olmak, Donkişotluğunu yapmak ve gerektiğinde trollüğüne soyunmak sizi bir makam ve yetki sahibi yapar. İşte o zaman kullandığınız yetki ve gücü kendi namı hesabınıza kullanıp yedi sülalenize yetecek büyük miktarlarda menfaat temin eder. İstediğiniz malvarlığı ve zenginliğe kavuşursunuz hem de en kolay yoldan.
‘Kral çıplak’ ve kralın çıplak olduğunu herkes görüyor ama herkes kralın giyinik olduğundan söz ediyor. Bu olgu çerçevesinde, ülkede siyaseten kendini pazarlamak bir şeyler kazanmak için, belli müesseselere sığınmak gerekir. O müesseselerden ilk akla gelen üçü; Başta Din, Arkasından Milliyetçilik ve ne yazık ki üçüncüsü de Atatürkçülüktür….
İşte onun için diyorum. Atatürkçülük gibi bir milli hasletimiz, kullanılıp, tahrip edilerek en büyük istismar aracı oldu son yıllarda….
Sorsan herkes Atatürkçü, Biliriz ki iki güzel cümle kurup, Atatürk’ten bahsedip, o’nun adını anmakla olmaz/olunmaz Atatürkçülük.
O’nu anlamak ve davranışlarla da göstererek, kanıtlamayı gerekir Atatürkçülük….
CHP’nin kurtulması ve Ülkeyi kurtarması için, öncelikle içine ayak oyunları ve ucuz yöntemler ile yerleşen, ülke ve halk çıkarlarını zerre kadar düşünmeyen, şahsi ikbal, makam, mevki ve statü peşinden koşan, rantçı anlayışta olan Atatürk Düşmanı ve gizli Fetöcülerden partinin arındırılması gerekir. Hem de derhal…
Bilinmeli ki o tip kişiler, o tür emellerine ulaşmaları adına mevcut siyasal yapı içinde kendilerine yer bulamadıkları için, yerel de olsa, küçük de olsa fark etmez deyip sahte solcu ya da sahte devrimci olabilirler kolaylıkla…
Umumiyetle dünya politik düzlemine baktığımızda “Sol”un “Sağ”a kaydığını gözlemlemekteyiz.
Ülkemizde de CHP hep “Sağ”a kayıyor ve sağa kayıp sağcı söylem ve uygulamalarla iktidara geleceği beklentisi ile büyük bir yanılgıya düşmekte…
“Sağ”ında nereye/kimlere/nasıl kaydığı malumunuz ve konumuz da o değil…
Biz yine CHP ekseni üzerinden devam edecek olursak; Yıllardır CHP’de sağcı söylem ve popülist uygulamaların yanı sıra rant peşinde koşan sahte solcuları ve kirli siyasal siteminde kendine rant kapısı bulamamış özünde sağcı olduğu halde solcu gözüken sahtekarlara sonuna kadar kapılarını açması ve o tipleri el üstünde tutması…
Buna karşın, özü sözü bir, dürüst, birikimli, yetkin kişilerin CHP’den uzaklaştırılması ve küstürülmesi ile dışlanması en büyük handikap!
Nitekim bu işlerin bu şekilde olduğunu ve böyle düşünen, bu taktiklerle muvaffak olan kişilerin yüzlerce örneğini yaşadığımız süreçte hep beraber gördük.
Şimdi bura da aklıma gelenleri tek tek sayarak polemiklere konu olmak istemem.
Benim görüp gözlemlediklerimi herkes görüyor aslında. İşine gelmeyenler görmüyor, görmek istemiyor olabilir.
Kimse görmese de, görmek istemese de, gördüğü halde dile getirmese de (Şekil A) görüldüğü üzere, her şey ayan beyan ortada…
Gerçek bir solcu ya da sosyalist, veya sosyal demokrasinin tüm ilke ve kurallarını benimseyen ve kanıksayan bir belediye başkanının ne işi var, hem de ülkenin kurucu iradesini tanımayan ve anayasasını takmayan anlayışın içinde?
Bu sorunun yanıtını anlattıklarımın içinde gerektiği kadar açıklandığımı sanıyorum.
Sükût-u hayale maruz kalmamak için “Görünen köyde kılavuza gerek yoktur…” demeliyiz, değil mi?