Yıllar önce bir televizyon programına İlyas Salman'ı izliyordum. Konuşmasındaki bir cümlesi dikkatimi çekti ve hala aklımda ve adeta düstur niteliğinde...
Sanki bu gün söylenmiş gibi etkisinde kaldığım cümle aynen şu şeklindeydi:
"Ben bu güne kadar aktör oldum, fabrikatör oldum ama hala insan olabilmek için çırpınıyorum"
6 yılı aşkın zamandır sosyal medyadan koptum ve tüm hesaplarımı askıya aldım.
Yanılmıyorsam Facebook'un kendinizi kısaca tanımlarsınız şeklindeki sorusunu; "İnsan olmaya çalışan biri!" diye yanıtlayıp, kendimi o şekilde tanımlamıştım.
Oldum olası mütevazı alçak gönüllü insanlardan hoşlanırım. Çünkü onlardan insanlığa zarar gelmez.
Siz, siz olun hiçbir halta yaramadığı halde kendini bir halt sanan, her şeyi bildiğini iddia eden, bir yerlere sırtını dayayarak güç etrafına güçlülük taslayan, ruh hastası narsist yapılı insanlardan korkun. İnsanlık hep onlardan çekmiştir.
İster yetkili ol, ister yetkisiz ol....
İster Müslüman ol, ister inançsız ol...
İster milliyetçi ol, ister milli değerleri önemseme...
İster Sünni ol ister alevi..
Hanefi, şafi, Şii ne fark eder....
İster siyaset ile ilgilenen biri ol, istersen apolitik...
İster (A) partisinden ol, ister (B) partisinden.
İster Galatasaraylı ol, İster Beşiktaşlı ol.
Ne fark eder ki;
İnsan olmadıktan/İnsan olamadıktan sonra...
İllaki bir yerlere ait olmak (aidiyet) gerekli midir?
Kendi kişiliği ile birey olup ayakta kalamadıktan sonra…
Bundan 77 yıl önce 10 Aralık 1948 de İnsan hakları savunucuları tarihe şu notu düştüler...
"İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu,
İnsan haklarını göz ardı etmenin ve hor görmenin, insanlığın vicdanında infial uyandıran barbarca eylemlere yol açtığını ve insanların korku ve yoksunluktan kurtulması, konuşma ve inanma özgürlüğüne sahip olacağı bir dünyanın ortaya çıkmasının sıradan insanların en yüksek özlemi olarak ilan edilmiş bulunduğunu, insanın zorbalık ve baskıya karşı son çare olarak başkaldırmak zorunda kalmaması için, insan haklarının hukukun egemenliğiyle korunmasının önemli olduğunu,
Uluslar arasında dostça ilişkiler geliştirmenin önemli olduğunu,
Birleşmiş Milletler halklarının, Birleşmiş Milletler Kuruluş Belgesinde, temel insan haklarına, kişinin onuruna ve değerine, erkekler ile kadınların hak eşitliğine olan inançlarını teyit ettiklerini ve daha geniş özgürlük içinde toplumsal gelişme ve daha iyi bir yaşam düzeyini sağlamaya kararlı olduklarını,
Üye Devletlerin, Birleşmiş Milletlerle işbirliği içinde, insan haklarının ve temel özgürlüklerin evrensel olarak saygı görmesi ve gözetilmesini sağlamayı taahhüt ettiklerini,
Bu hak ve özgürlüklerde ortak bir anlayışa sahip olmanın, bu taahhüdün tam olarak gerçekleşmesi için büyük önem taşıdığını göz önüne alarak,
Bütün halklar ve uluslar için bir ortak başarı ölçüsü olarak bu insan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder; öyle ki,
Her birey ve toplumun her organı bu Bildirgeyi daima gözönünde bulundurarak, bu hak ve özgürlüklere saygının yerleşmesini amaçlayan eğitim ve öğretim yoluyla; ve hem üye Devletlerin halklarında hem de egemenlikleri altındaki halklarda bu hak ve özgürlüklerin evrensel ve etkin olarak tanınmasını ve gözetilmesini amaçlayan ulusal ve uluslararası tedrici önlemler alarak çaba göstersin"
İnsan Hakları Evrensel Bildirisini düzenlerken yukarıdaki satırları "önsöz" olarak yazdılar.
"Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar."
"Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir."
"Ayrıca, bağımsız, vesayet altında ya da kendi kendini yönetemeyen ya da egemenliği başka yollardan sınırlanmış bir ülke olsun ya da olmasın, bir kişinin uyruğu olduğu ülke ya da memleketin siyasal, hukuksal ya da uluslararası statüsüne dayanarak hiçbir ayrım yapılamaz."
"Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır."
"Hiç kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; her türden kölelik ve köle ticareti yasaktır."
"Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz."
Herkesin, nerede olursa olsun, yasa önünde bir kişi olarak tanınma hakkı vardır.
"Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eşit korunmaya hakkı vardır. Herkes, bu Bildirgeye aykırı herhangi bir ayrımcılığa ve ayrımcı kışkırtmalara karşı eşit korunma hakkına sahiptir." şeklindeki cümleye izafeten bizimde anayasamızda;
"Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
Diye yazıldıktan sonra;
"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. "
Denilmiştir.
Dememiz ve yasamızda yazmasının ne önemi var. Uygulamadıktan sonra...
Anayasamızın mevcudiyeti bizi "Anayasal" yapmıyor çünkü.
Önemli olan Anayasayı kanıksayıp, içine sindirip uygulamaya dökebilen anlayıştır.
Beni bu yazıyı yazmaya iten olgu:
Son günlerde gelecek yıl uygulamaya geçecek, asgari ücret miktarı, Emekli ve çalışanlara verilecek maaş zammının oranı tartışılırken Üst düzey yönetici ve bürokratlara ayriyeten "Otuz Bin lira Seyyanen Zam" yapılacağı haberleri oldu.
Velev ki TÜİK verileri kapsamında zam oranı %20 oldu.
Ülkemizde "asgari ücret 22 Bin" en düşük "emekli maaşı16 Bin" kademeli olarak artan maaşların 50 Bin, 100 Bin, hatta 200 Bin olduğunu kabul edersek, Asgari ücretli 26.400 TL, en düşük emekli 19.200 TL. 50 Bin alan çalısan 60.000 TL. 100 Bin TL alan ise 120.000 TL alacağı ve 200 Bin TL alan bürokrat ya da üst düzey yöneticinin maaşı 240.000 TL olacağı muhakkaktır.
En yüksek maaş alanların bu rakamlara bir de 30.000 Tl ekstra ödeme yapıldığını düşünün. İşte o zaman "Yasa Önünde Eşitlik İlkesi"nin sadece kağıt üzerinde olduğunu anlarsınız.
Hakların varlığı ve hürriyetlerin kullanımı konusunda Dünyaya paralel olarak ülkemizde de geriye gidiş, yaşayan herkesin malumu...
Demek oluyor ki Mevlâna Celâleddin Rûmî şu sözü boşuna söylemiş.
“Her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”
"Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde."
beyti ile de Ziya Paşa ne güzel ifade etmiş günümüzün çıkarcı, yalancı ve rantçı politikacılarını....