Kasım Süleymani’den sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak

Metin AKOĞLU

Soğuk savaş sonrası ABD tarafından Ortadoğu’da izlenen politikalar, bu devlete lehine istenilen sonuçları vermediği görülmüştür.

ABD, dünyanın en stratejik bölgelerinden Ortadoğu’daki egemenliğinin altının oyulmaya başladığını ve bu sürecin devam etmesi halinde bölgedeki egemenliğini yitirebileceğini görmektedir.

Bu durum, ABD’nin Irak’tan sonra Suriye’de de izlediği saldırgan politikalar sonucu, ABD karşıtlığı her geçen gün artmaktadır.

1999 depreminde ülkemizi ziyarete gelen Bill Clinton’un, deprem bölgesinde kucağına aldığı bebeği öptüğü günlere yüzde 80’lerde olan ABD sempatisi, bugün yüzde 10’lar seviyesindedir.

Siyasal İslam’ın yükselişi çok güçlü bir Amerikan karşıtlığı yaratmaktadır. “Ilımlı İslam Modeli” de istenilen sonucu vermemiştir.

Pan-Arabizmin 1967, 1973 Arap –İsrail ve 1991’de Körfez Savaşı ile aldığı darbe, Arap Milliyetçiliğini büyük ölçüde etkilemiştir.

Modernleşmenin ve küreselleşmenin etkisi ve baskısı altında kalan Arap toplumundan yükselen muhafazakâr tepki, kendini politik anlamda Siyasal İslam’la ortaya koymaktadır.

Bu süreç tüm Arap ülkelerinin ortak dış politika sorunu olan Filistin sorunu da eklenince, Arap devletleri kendi halklarının gözünde meşruiyet kaybına uğramaktadırlar.

ABD Ortadoğu’da uyguladığı politikalarda değişikliğe gitme ihtiyacı duymaktadır. Çünkü bölgedeki çıkarlarının zedelenmesinin önüne geçememektedir. Amerikan derin devletinin, önümüzdeki günlerde Türkiye ile ilişkilerin tekrar eski günlere döndürmek için çalışmalar yaptığı batı basınında yazılıp çizilmektedir.

Geçtiğimiz yılın başlarında Hürmüz Boğazında petrol tankerlerine yapılan saldırılar,  İnsansız ABD uçağının düşürülmesi,  Amerika’nın sembolü olan Dünya Ticaret Merkezinin vurulmasından sonra, dünyadaki en anlamlı sembolü olan Amerikan-Arabistan ortaklığı ARAMCO’yu vurdular. En son olarak Irak’taki ABD Büyükelçiliğine yapılan saldırılar.

Daha neler olacak acaba derken, İran Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani öldürüldü. ABD ile İran asında 1979’da ortaya çıkan Tahran’daki ABD Büyükelçilik krizinden beri sürmekte olan örtülü ve ilan edilmemiş savaş, açığa çıkarılmış oldu.

Kasım Süleymani’nin öldürülmesi her hangi bir ülkenin diplomatının, generalinin hatta genelkurmay başkanının öldürülmesinin çok ötesinde bir anlam ifade ediyor olmalıdır.

Kasım Süleymani sadece İran’ın değil. NATO, Amerika, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, BAE eksenine karşı direnen Yemen’deki Husi’ler, Lübnan’daki Hizbullah, Filistin’de Hamas ve İslami Cihad, Irak’taki Merkezi Hükümet Güçleri,  Haşdi Şabi ve Suriye devleti açısından simgesel bir önem taşıyordu.

Irak’ta İŞİD, Suriye’de ÖSO, EL NUSRA’ya karşı Hükümet güçlerinin yanında, halk güçlerini de harekete geçirerek Irak ve Suriye’de Gayri Nizami harp teknikleri uygulayarak büyük başarılar elde etmiş olması, onun ortadan kaldırılması için yeterli bir sebep sayılabilir.  Onun İran toprakları dışında elde etmiş olduğu başarılar, İran’a büyük prestijler kazandırmıştır.

ABD ve Batı destekli İran’da gerçekleştirilen rejim muhalifi gösteriler, Kasım Süleymani’nin ülke dışında elde ettiği başarılar sayesinde,  her defasında savuşturulmuş ve iç cephe sağlamlaştırılmıştır.

Yıllardır süren Amerikan ve Batı yaptırımları, halk üzerinde ekonomik olarak etkili olmasına rağmen, beklenen toplumsal yarılmalar gerçekleşmemiştir.    

Kasım Süleymani’ye yapılan suikasttan sonra top İran’ın kucağındadır. ABD ve İsrail, İran’ın nasıl adım atacağını beklemektedir. Bütün misyonlarda güvenlik tedbirlerinin en üst seviyede alındığını, havaalanlarında bebeklerin ayakkabıları bile X-Ray sistemleri ile arandığı günlerdeyiz!!!

Amerikan toplumunun büyük bölümü suikastın, Kasım’da yapılacak Başkanlık seçimi ile direkt ilgili olduğunu, gereksiz yapılmış bu suikastın, sonuçlarının çok ağır olacağını düşünmektedirler. Terör saldırı beklentisi İnsanların yaşamlarını olumsuz ekilmekte olup, Cumhuriyetçiler bile konudan rahatsızdırlar.

İran bu suikasta misillemede bulunmadığı takdirde inandırıcılığını kaybedecektir.  Bu suikastın karşılığı, 2007 de olduğu gibi Lübnan Hizbullah’ının İsrail’e yapacak olduğu saldırılarla ortaya çıkması beklenmektedir.

Bu durumda Lübnan, makûs talihini yine yenemeyecek ve 1983’de olduğu gibi yeniden İsrail’in saldırısına uğrayacaktır.

Ülkemizi de zor günler beklemektedir. Eğer ABD ve İsrail tarafında saf tutarsak, son günlerde Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD’nin bölge politikalarına karşı geliştirdiği söylemlerle çelişecek,  kapalı kapılar arkasında sürdürülmekte olan ve bizim için hayırlı olacağına inandığımız Suriye ile yapılan görüşmeler tıkanacak, belki de son bulacaktır!!!

Komşumuz İran’ın yanında yer almamız durumunda, küçük Bush’un geliştirdiği  “ya bizimlesiniz ya teröristlerle” diyerek ülkemizi taşlatacaktır…

Milli Güvenlik Politikalarının kalesi olan Dışişlerimizin, değerli meslek memurlarının (“Monşerler”) üreteceği milli politikalarla, kırk katır mı kırk satır mı?  İkilemini aşacağımıza olan inancım tamdır. Bizi buralara duygusal danışmanlar getirdi. Bizi buradan çıkaracak olan yine Dışişleri Bakanlığımızın çok saygın meslek memurlarıdır.

Muhasebe yapmanın zamanı geldi ve geçiyor.

Sun Tzu “Savaş bir ülkenin baş sorunu, ölüm kalım yeri, var olma ya da yok olma yoludur; muhasebesiz olmaz” diyor.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.