Dr. Aslan, aslında Tıbbi Genetik alanındaki köklü uzmanlığını psikoloji ve kamu yönetimi gibi farklı disiplinlerle harmanlayan çok yönlü bir zihin. Akademik yolculuğunda Ege Üniversitesi’nden Tınaztepe’ye uzanan geniş bir tecrübesi var. Dile kolay; 28 uluslararası, 8 ulusal makale, sayısız bildiri ve 4 akademik ödül… Şimdilerde ise Human Gene dergisinde yönetici editör olarak bilime yön vermeye devam ediyor. Ancak onu bizim için özel kılan, sadece bu akademik etiketler değil; insan davranışını okumadaki derinliği ve olaylara getirdiği o çok katmanlı, entelektüel bakış açısı.
Kendisiyle “Modern Toplumda Samimiyetin Sessiz İhlali” başlığı altında, o çok sevdiğimiz “yakınlık” kavramını, sınırları ve hayatımıza sızan görünmez denetim mekanizmalarını konuştuk.
Hocam, günümüzde "cana yakınlık" hepimizin sevdiği, aradığı bir özellik. Ancak siz bunun sorunlu bir tarafa evrildiğini söylüyorsunuz. Bu kavram neden bu kadar bıçak sırtı bir hale geldi?
Dr. Gülçin Itırlı Aslan: Haklısınız, modern toplumda “cana yakın olmak” neredeyse tartışmasız bir erdem gibi sunuluyor. İlgilenmek, merak etmek, sürekli temas halinde olmak… Bunlar dışarıdan bakıldığında harika birer sosyal beceri ya da duygusal zekâ göstergesi gibi duruyor. Ancak mesele şu ki; bu kavram sınırlarla desteklenmediğinde, hızla bambaşka bir şeye, bir özgürlük ihlaline dönüşüyor.
Bugün sıkça duyduğumuz “Seni merak ediyorum”, “Sadece iyiliğini düşünüyorum” ya da “Ben böyleyim, samimiyim” gibi cümleler ilk bakışta ne kadar masum, değil mi? Fakat bu söylemler bir süreklilik kazanıp karşı tarafın hiç istemediği alanlara taştığında, artık bir yakınlıktan bahsedemeyiz; bu düpedüz denetim üretmektir. Yani o masum “merak”, bir bağ kurma biçimi olmaktan çıkıp, sinsi bir kontrol aracına dönüşüyor.
Peki bu durumun sürekli maruz kalan kişinin iç dünyasında, psikolojisinde nasıl bir etkisi oluyor?
Dr. Gülçin Itırlı Aslan: Burada Erving Goffman’ın “mahrem sahne” tanımı durumu harika özetler aslında. Goffman’a göre hepimiz sosyal hayatta çeşitli roller üstleniriz ama günün sonunda kimseye açıklama yapmak zorunda olmadığımız, sadece bize ait bir kişisel alanımız vardır. İşte bu alan sürekli ihlal edildiğinde kişi, yavaş yavaş kendisi olmaktan uzaklaşıyor. Sürekli hesap veren, kendini açıklayan, hep savunmada olan yorucu bir role sıkışıyor insan.
Bu durum zamanla ciddi bir kaygıyı besliyor, kişinin özerkliğini zedeliyor ve en önemlisi içsel güven duygusunu aşındırıyor. İnsan bir noktadan sonra o tehlikeli soruyu sormaya başlıyor: “Ben olduğum halimle yeterli miyim, yoksa sürekli onaylanmam mı gerekiyor?”
Modern ilişkilerde bu sınır ihlallerini neden bu kadar sık ve açık bir şekilde görmeye başladık?
Dr. Gülçin Itırlı Aslan: Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernite” dediği o kaygan zemindeyiz artık. Günümüzde ne yazık ki yakınlık; güvenle veya sorumlulukla değil, “sürekli erişilebilirlik” üzerinden tanımlanıyor. Anında mesaja cevap verme beklentisi, attığı her adımı bildirme zorunluluğu, telefonun ucunda her an hazır olma hali… Bunlar aslında sevginin değil; derin bir güvensizliğin işaretleri.
Yakınlık, bize nefes aldıran bir bağ olmak yerine, nefes alma alanımızı daraltan bir baskı mekanizmasına dönüşüyor. Çok ince bir ayrım var orada; “yanında olmak” ile “üzerinde olmak” arasındaki fark silikleşiyor artık.
İşin ilginç yanı, bu baskıyı yapanlar genelde kötü niyetle yapmıyor gibi görünüyor. Bu görünmez baskı nasıl bu kadar kolay meşrulaştırılıyor?
Dr. Gülçin Itırlı Aslan: Tam da bu noktada Foucault’nun iktidar analizleri çok öğreticidir. İktidar her zaman elinde sopayla, açık bir baskıyla gelmez. Çoğu zaman “şefkat”, “ilgi” ve “koruma” maskesi takar. “Ben senin için söylüyorum”, “Senin iyiliğini düşündüğüm için soruyorum” cümleleri, aslında görünmez bir iktidar kurma biçimidir. Bu dil çok tehlikelidir çünkü karşı tarafın kendi adına düşünme ve karar alma kapasitesini yavaşça, hissettirmeden değersizleştirir.
Peki hocam, bu sarmaldan çıkış yolu nedir? Sağlıklı bir yakınlık kurmak nasıl mümkün olabilir?
Dr. Gülçin Itırlı Aslan: Sağlıklı yakınlık, erişimi sınırsızlaştırmakla değil; sınırlara saygı duymakla mümkündür. Gerçek samimiyet, her an her şeye ulaşabilmekte değil; ulaşılamadığında bunu olgunlukla kabullenebilmekte yatar. Sevgi, kontrolle büyümez; ancak güvenle derinleşir.
Bugün yalnız kalmaktan korkan bireyler, ne yazık ki bu korkularını başkalarının sınırlarını ihlal ederek bastırmaya çalışıyor. Yakınlık adı altında kurulan ilişkiler de çoğu zaman bir gönül bağı değil; bir bağımlılık üretiyor.
Son olarak okurlarımıza, bu konuda kendi içlerine dönüp bakmaları için ne söylemek istersiniz?
Dr. Gülçin Itırlı Aslan: Belki de hepimizin durup kendimize şu dürüst soruyu sormasının zamanı geldi: Kurduğum bu yakınlık gerçekten bir ilişki kurma biçimi mi, yoksa kendi yalnız kalma korkumu başkasının özgürlüğü üzerinden bastırma girişimi mi? Bu soruya vereceğimiz cesur ve dürüst bir yanıt, modern ilişkilerin en sessiz ama en derin yüzleşmesi olacaktır.
Son Söz
Dr. Öğr. Üyesi Gülçin Itırlı Aslan, disiplinlerarası akademik birikimi, eleştirel düşünce gücü ve insan ilişkilerine dair o derinlikli analizleriyle; çağımızın görünmez yaralarını görünür kılan çok kıymetli bir akademisyen. Bilimi sadece laboratuvarlara ya da makale sayfalarına hapsetmeyen, onu toplumsal yaşamın tam merkezine koyan bu yaklaşımı, çalışmalarını çok daha değerli kılıyor.
Kendisinin bu üretken zihninin, hem bilim dünyasına hem de toplumsal farkındalığımıza ışık tutmaya devam edeceğine hiç şüphemiz yok.