Müfettiş

Mehmet EROĞLU

Değerli okurlar 1978-1980 yılları arasında Kültür İl müdürü olarak Aydın’a atandım. Müzelerde kendi mesleğimden uzak kaldım.

O zamanlar ilim aleminin çok yakından tanıdığı Karacasu Afrodisias Müzesi ve antik kentide Amerika vatandaşı olan Kerim Erim kazılar yapıyordu. Antik kentin neresini kazarsanız kazın ya bir heykel parçasına veya önemlı bir parça bulursunuz.

Bu arada müze içinde teşhir tanzim çalışmaları da hızlı bir şekilde devam ediyordu. Müzenin teşhir ve tanzimi ve o koca lahitlerin başka yerlere taşınması için o zaman devletin ilgili kurumundan vinç alıp lahitleri taşımak istedik. Ama YSE müdürlüğünün vinçleri yetersiz kaldı. Bunun üzerine Rahmetli Erim ile DSİ müdürlüğüne münacat ederek büyük vinç alıp lahitleri gerekli yerlere yerleştirdik.

Bir komisyon toplantısının sonunda ben ayağa kalkarak sayın valiye şunlar söyledim.

“Sayın valim biliyorsunuz Karacasu Afrodias müzemiz dünya ilim adamlarının uğrak yeri ve yoğun bir ziyaretçi akımı var ama müzemizde hiçbir koruma ve ulaşımız yok. Acaba PTT müdürümüzden rica etsek müzeye bir telefon bağlantısı çekilmez mi? Ayrıca jandarma komutanımızdan müzenin güvenliğini sağlamak için ufak da olsa emniyet tedbirleri alamaz mıyız” diye ricada bulundum. Sayın vali PTT müdürü ile konuşun en kısa zamanda buranın ulaşımı için bir şeyler yapın diye emir verdi.”

Bir Pazar günü Sayın PTT müdürü ile gittik inceleme ve nasıl yapılacağı konusunda detaylı incelemeden sonra Sayın müdür müzeye 20’lik bir santral koydu.

1979 son baharında müzeyi ziyarete açtık.

Bu arada iktidar değişti. Beni de başka yere sürgün ettiler. Tabi kadro ve eş durumum nedeniyle Danıştay’dan döndüm. Yani beş tane Danıştay kararı olmasına rağmen kıyımdan kurtulamadım.

Bu arada müfettişlerin biri gitti biri geldi. Çok ceza aldım Ama Danıştay kararları ile bütün bu cezaları kazanarak temize çıktım. “Afrodias Müzesine bir günde iki defa telefon ederek hazineyi 340 kuruş zarara sokmuşsun” diye soruşturma açıldı.

Böyle yanlı ve yandaş müfettişlerin yanında aşağıda okuyacağınız PTT Müfettişinin de fedakârlığını siz okurlarıma bırakıyorum.

PTT müfettişliği yaptığı dönemde, PTT Müdürlüğünü teftiş etmesi gerekir. Daha önceki yazışmalardan, PTT müdürünün bir hastasının olduğunu hatırlar. Teftişe gitmeden önce o yazışmaları bir kez daha gözden geçirir.

Teftiş sonucu, kasanın 25 lira açık verdiğini görür. Müdür kızarır, bozarır; ama söyleyecek bir söz de bulamaz. Açıklaması yoktur. Osman Nihat müdüre,“ Sayımda hata yapmış olabiliriz. Mal Müdürünü al gel de, kasayı bir de o saysın." der.

Müdür, şaşırır; ama çaresiz mal müdürünü çağırır. Mal Müdürünün yaptığı sayımda para tamam çıkar. Osman Nihat de, teftişini tamamlar ve müdüre teşekkür ederek ayrılır. Müdür şaşırmıştır. Bir şeyler demek ister, ama beceremez.

Bir gün, Osman Nihat Akın, müfettişler odasında arkadaşlarıyla otururken, postacı bir mektup getirir. Mektup teftişe ettiği şube müdüründendir. Mektubu okurken gözleri dolar.

Arkadaşları;

- Üstat ne oldu? Kötü bir şey yoktur inşallah, diye sorarlar.

- Yok, yok! Duygulandım biraz, o kadar, diye cevaplar, Üstat.

Arkadaşları;

- Meraklandırdın bizi. Mektubu bize de okuman mümkün mü, deyince bakar arkadaşlarına ve mektubu uzatır. Şöyle demektedir mektup,

- Beni Mal Müdürünü çağırmaya gönderdiğinizde, 25 lirayı siz cebinizden tamamladınız ve haliyle kasa tamam çıktı. Evet, parayı ben almıştım. Hanımım çok hasta idi. İlaç ve doktor parası ödeyip sonra iade edecektim. Siz aniden geldiğiniz için yerine koyamadım. Sizin, ince ve hassas kalbiniz durumu anladı ki, bana mesele yaşatmadınız. Bu yüzden size minnettarım.

Herkes duygulanmıştır, üstadı kutlayarak ayrılırlar. Ama ne yazık ki, içlerinden biri üstadı, "Vazifeyi suiistimal etti ve yolsuzluğa çanak tuttu," diye şikâyet eder. Üst makam, üstadı çağırır ve olayı soruşturur. Üstadın karakterini bilen liyakat ve inisiyatif sahibi insanlar. Soruşturma gereği görmez ve konu kapanır.

Şair ruhu incedir. Üstelik o şair bir de bestekârsa, o incelik katmerlenir. Üstat bu durumdan çok etkilenmiştir. Bu olay sonunda senelik iznini alarak oradan ayrılır. Yalnız kaldığında Bakırköy'de her zaman gittiği, deniz kenarında oturduğu yere gider. Alır eline bir kağıt ve döker içindekileri:

Bir ihtimal daha var,

O da ölmek mi dersin?

Söyle canım, ne dersin?

Vuslatın başka alem,

Sen bir ömre bedelsin?

Sükût etme nazlı yar,

Beni mecnun edersin.

Vuslatın başka alem,

Sen bir ömre bedelsin.

Düşünüldüğü, ya da zannedildiği gibi, bu bir aşk şarkısı, ya da acı dolu bir aşkın ilham verdiği şarkı değildir. Bu bir dost, bu bir dostluk, insanlık hikâyesidir.

Bestecimiz Osman Nihat Akın. Soydan besteci, soydan sanatkâr, soydan zarafet dolu bir aileden geliyor. Ahmet Rasim’in torunudur.

Böyledir bu dünya;

İnandığı insanın masumiyeti zarar görmesin diye, kusurunu üstlenen de vardır; kusuru üstleneni şikayet eden de.. Ama duygularını önce satırlara, sonra da notalara dökmek için ruh taşımak gerekir.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.