Osmanlı’nın idam fermanı, 1838 Balta Limanı Antlaşması!

Metin AKOĞLU

Devlet ve özel sektörün stratejik kurumlarında görev yapan Sayın Levent Biçer ’in, Osmanlı devletinin çöküşüne doğrudan etki yapan Baltalimanı anlaşması ve o sürece ilişkin yapmış olduğu çalışmayı okuma fırsatı buldum. Kendilerine çok teşekkür ediyorum.

Günümüze ışık tutacak olan bu çalışmanın başlangıç bölümünü, iznini alarak sizlerle paylaşmak istedim.

Sayın Biçer şöyle diyor:

“Konuyu anlamak için öncelikle o yıllarda dünyada hâkim olan ekonomik sistemi tanımak gerekir. O yıllarda özellikle Avrupa da Merkantilist Ekonomi kuralları geçerlidir.

Nedir Merkantilizm: XV. yüzyıl ile XVIII. yüzyıl arasında egemen olmuş, ticaret burjuvazisinin çıkarlarını öne alan, zenginliğin üretim alanında değil, ticarette ve anamal birikiminde olduğunu ileri süren öğreti.

Avrupa’daki merkantilist politika izleyen devletler, kendi tüccar ve üreticilerinin çıkar ve görüşlerinin etkisi ile dış ticareti; ulusal servetin artırılması ve işsizliğin azaltılmasının bir aracı olarak görüyorlardı. Bu nedenledir ki ihracatı artırıp ithalatı sınırlamaya çalışıyorlardı. Ayrıca bu devletler, dış ticaretin mutlaka kendi gemileri ile yapılmasını şart koşmaktaydılar. Bizde ise erken dönemlerden itibaren ticareti canlandırmak için Avrupa Ülkelerinin gemi ve tüccarlarına ayrıcalıklar tanınmaktaydı (Şevket Pamuk Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi İş Bankası Kültür Yayınları Şubat 2014).

Erken dönem ve Yükselme devirlerinde Türkler tarafından ticaret hep küçümsenmiş ve Türk’e yakışmayan bir iş kolu olarak gördükleri için Ticaret, Kapitülasyonlar vasıtasıyla Avrupalılar ile içeride küçümsedikleri Hristiyan tebaanın yapmasına müsaade edilmişti.

Devlet Aliye'nin verdiği kapitülasyonların çoğu, iki taraf için geçerli olsa da yani yabancı tüccarın hakları ne ise yerli tüccarın da hakları yabancı ülkede aynı idi ama ekonomisi güçlü olan taraf, kapitülasyonlardan fayda sağlarken zayıf olan taraf kapitülasyonlardan zarar görmüştür (İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman Nüfuzu, Alkım Yayınevi, 9.Baskı Mart 2006).

Kapitülasyonların Avrupalı tüccarlara sağladığı önemli avantajlar, İmparatorluk içerisinde ticaret ve yolculuk yapma, mallarını istediği yere götürebilme ve ticaretini yaptığı malları kendi gemileri ile taşıma hakkına sahip olmalarıydı. 17 ve 18. yy.’dan sonra Ticari Kapitülasyonlara, Hukuki Kapitülasyonlar eklenince kendi Ticaret Mahkemelerini kurmak ve anlaşmazlıkların, bu mahkeme de görülmesi ile devletin hükümranlık hakları hiçe sayılmaya başlanmıştı.

İlerleyen yıllarda denizaşırı ticaret ve keşifler sayesinde güçlenen Avrupalı Tüccarlar, içeride kendi devletlerinin politikalarında kuvvetlenip söz sahibi olmalarından dolayı, kendi devletleri tarafında daha fazla desteklenmeye başlandılar.

16 yy. kadar ülkedeki Müslüman Tüccarlar, ticarette önemli pay sahibi iken Avrupa da ticaretin öneminin artması ve Avrupalı Tüccarların da gücünün artması ile Avrupalı Tüccarlar ile iş birliği olanakları fazla olan ülkedeki gayrimüslim tüccarlar öne çıkmaya başladı.

Müslüman Tüccarlar, Avrupa yerine İran ve Hindistan üzerinden Asya ticaretine yönelmek zorunda kaldılar. 18 yy. da Müslüman Tüccarlar daha hızlı büyümeye başlayan Avrupa ticaretinden büyük ölçüde dışlanmaya başlamışlardı (Ş. Pamuk).

17 ve 18 yy. da İmparatorlukta devlet, vergi olarak yılda kişi başına üç günlük düz işçi ücreti kadar vergi toparlayabiliyordu. Bu da Devletin ekonomik gücünün sınırlarını çok iyi anlatmaktadır. Vergi toparlayamayan devlet, 18nci yy. ikinci yarısında Rusya ve Avusturya ya karşı giriştikleri savaşlarda sık sık yenilerek toprak kaybetti. Karlofça Antlaşması ile Avrupa’daki devletlerden gelen haraç gelirleri de kesildi. Ticaret Gemilerinin Okyanuslara açılması ile ticaret, denizlere kaydı ve geleneksel İpek ve Baharat yolları önemini kaybetmesi, devletin önemli bir gelir kaybına neden oldu. Yine bu yıllarda Polonya da bizim gibi vergi toplayamadığı için 18 yy. sonunda, Rusya ile Avusturya arasında paylaşılması, devleti nasıl bir tehlikenin beklediğini açıkça gösteriyordu.

Vergi toparlayamayan devlet, iç ve dış güvenlik ile iktisadi gelişme için gerekli kurumların oluşumunu ve güçlenmesini sağlayamıyordu (Ş. Pamuk sa. 59).

18 yy. başlarında Kapitülasyonlar sayesinde Avrupalı tüccarın, yerli tüccarın nefretini kazandıracak kendisine has imtiyazları vardı ama Avrupalı tüccarlar da yerli halka tanınan haklardan hiç yararlanamıyordu. Misal; toprak edinemiyor, herhangi bir işe talip olamıyordu.

Sanayi kapitalizminin, ticaret kapitalizmine üstün gelmesi ile birlikte Doğuya yapılan ticaretin eski yapıları ölmeye başlayınca, İngiliz kapitalisti de İzmir’de tüccar olmaktansa, Manchester de sanayici olmayı tercih etti.

Böyle olunca da kendileri adına ticareti yapacak birilerine ihtiyaç duyulmaya başlandı. Bunlarda memleketi tanıyan, dil bilen, ticari ilişkileri ve görgüsü olan, büyük pazarları gezip gören, İngiltere’den mal alıp gemilerine yükleyen ve Osmanlı limanlarına getirdikten sonra malı boşaltıp kervanlar ile ülke içerisine dağıtacak birilerine ihtiyaç vardı. Bunlarda olsa olsa Rumlar olur diye düşünülerek, Devlet-i Aliye içerisinde azınlıklara, Batı Kapitalizminin emrinde küçük devletler yaratmak için çalışmalar başlar.

Bu yıllarda İmparatorluk fakirdir. Anadolu halkı kanaatkâr ve oldukça tutumludur. Avrupa sanayii ve tarımının ürettiklerinden çok küçük bir miktarına ihtiyaç duydukları düşünülürse, Türk İmparatorluğuna yapılacak bu ticaret fazla kar getirmez ama Avrupa Türkiye’sini teşkil eden Hristiyan Prenslikler bağımsızlıklarını kazanırlarsa, Anadolu’ya yapılacak ticaretten çok daha fazla gelir getireceği ortadadır. Bu nedenle, İmparatorluğun Avrupa da ki eyaletlerinde milliyetçi hareketler başlatılır. Bunun sonucu 1804’te Sırplar, 1821 de Yunanlılar, 1856 da Romenler, 1913 yılında Arnavutlar bağımsızlıklarını kazanırlar (Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye Stefanos Yerasimos Bilim Araştırma Dizisi Ocak 1977 Basım sf.543-545).

Sayın Levent Biçer, dünü bilmeden bugünü anlayabilmemiz mümkün değildir diyerek yazısını bitirmiş.

Görüldüğü gibi Balta Limanı Antlaşmasıyla başlayan Osmanlı Devleti’nin yıkım süreci tam 80 yıl sürmüş ve 1918’de noktalanmıştır.

Küllerinden doğan genç Türkiye Cumhuriyeti, 1923-1950 yılları arasında Devlet olmanın yanında, Millet olabilme yolunda da güçlü adımlar atmış, sermaye yetersizliğine rağmen yeni kurulan bir devlette olması gerekenden fazlası yapılırken borçları da ödenmiştir.

1950’de çok partili sisteme geçiş sonrası ve NATO ile başlayan, küçük Amerika olma hedefli kalkınma modelleri sonrası geçen çalkantılı dönem ve arkasından 27 Mayıs…

1961 Anayasasıyla yeni bir dönem başlatılır…

Ucu açık Avrupa Birliğine üye olma görüşmeleri o dönemde başlamış ve halen…

Sanayileşme sürecinin altın yılları yaşanırken bir gün, “toplumsal gelişmeler, siyasi gelişmelerin önüne geçmiştir” denilerek 1971 muhtırası…

Gerekçe, 61 Anayasası’nın fazla özgürlükçü bulunmasıydı.

NATO virüsü girmişti bir defa;

Ara rejimden sonra başlayan koalisyonlar dönemlerinde; Boğaziçi Köprüsü, Demir Çelik, Tüpraş, sanayileşme, GAP hamlelerinin devam ettirilmesi, Kıbrıs Çıkarması ve Haşhaş ekim kararlarıyla oluşan ve daha fazlası için ivme yakalandığı bir dönemde; Alevi- Sünni, Sağ-Sol çatışmaları tezgahlandı ve bu uğurda binlerce gencimiz, kendi davalarının şehitleri oldu.

Günde 20 gencimiz katledilirken siyaset kurumu çözüm üretemiyordu.

Bir defa daha durumdan vazife çıkartılıp 12 Eylül müdahalesi yaptırıldı. Yeşil Kuşağın Batı Halkası onlara ait olmalıydı. Yeni proje; sağ ve sol akımlarla uğraşmaktansa, Siyasal İslam’ın taşlarının döşenmesiydi.

Siyasi tutuklamalar, Dil Okulu, Zincirbozan, Mamak, 1402 kapsamına girenler, yargılamalar, idamlar…

100 bine yakın genç ve yetişmiş insanımız, bir daha dönmemek üzere çeşitli yollarla Batı Avrupa’ya iltica ettiler.

Bütün bunlar, biz istediğimiz için yapılan işlerden değildi.

Ortalık biraz sakinleşir gibi oldu ama NATO, dur durak bilmiyor ve çıtayı hep yükseltiyordu.

!984’deki Şemdinli ve Eruh baskını ile PKK’yı tedavüle soktular. Atatürk’ün çöp yaptığı Sevr’e işlerlik kazandırmak adına, bizi, şimdilik kukla özerk yönetimlerle terbiye ederken Milli Güvenliğimiz de tehdit edilir hale getirilmiştir.

Irak ve Suriye’yi hala kavrayamayanlar var.

Balkanlar’ın nasıl elden gittiğini unutursak eğer Anadolu’yu tutamayız.

Bölücü terörle 40 yıldır devam eden mücadelede çok insanımızı yitirdik. Enerjimizi, zamanımızı boşa harcarken de beş yüz milyar doların üzerinde paralar kaybettirildik.

Bozulan/bozdurulan ekonomik dengelerle İlerleyen yıllarda kaynak sıkıntısı baş gösterdiğinde de Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana yapılan devasa yatırımları, özelleştirme adı altında elden çıkardık.

Buna rağmen, 475 milyar dolarlık dış borcun da sahibiyiz.

Evet, geçmişte 70 sente muhtaç olduk ama özelleştirmelerle elden çıkardığımız değerler, ülke envanterinde yerlerini koruyor ve üretim yapıyorlardı.

An itibariyle piyasalar toz duman ve borç arıyoruz.

Borç verecek ülke/ülkeler mutlaka var ama Türkiye’yi bir daha bu seviyede yakalayamayız düşüncesiyle onları baskılayıp, İMF çıpasına bağlamak istediklerini görmeyen kaldı mı?

IMF çıpasına bağlandığınızda, bağımsız politika yapacağınızı mı zannediyorsunuz…

“NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” diyen Makron, yeniden NATO çuvalının içine sokularak her gün Putin’e saydırır hale dönüştürülmedi mi?

Bekle beni Leningrad demesine az kaldı!

Bunların acelesi var.

Tarafını seç diyorlar.

Ortada daha IMF yok ama İş dünyasına, Rusya ile ticaret yapmayın ikazı yapan ABD ve İngiliz elçileri ve elçilik çalışanları sahada dolaşıyorlar.

Bankalarımız transferler konusunda uyarılıyor ve zorlanıyorlar.

Rusya’dan turist bekleyenler, Rusya’ya yaş sebze meyve ihracatı yapacak olanlar, reel sektörün Rusya için üretim yapan temsilcileri rahatsızlar.

Ürettiğini satamayan bir konuma gelmemiz isteniyor.

Yetmez…

Putin’e sen de saydıracaksın diyecekler ve Boğazların anahtarlarını da…

Boğazın anahtarlarını Atatürk beraberinde götürdü” denebilecek mi?

Bugün yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin siyasi sonuçları olabilecektir.

Tablo, Balta Limanı’ndan iki yüz sonra kurulacak bir masaya doğru gidiyor. O gün hedef, Balkanlar olarak belirlenmiş ama şimdi gözleri Anadolu topraklarında…

Allah aşkına biz ne ile uğraşıyoruz. Altı üstü yerel yönetici seçeceğiz. Ülke ekonomik kriz içindeyken harcanan paralara bakar mısınız?

Herkes aklına başına alsın ve bu rezalete son verilsin.

Bir metre uzunluğunda tercih pusulası olacak kadar bölünmüşlük yaşayan bir ülkeye ancak, dünya güvenliğini tehdit ediyorsunuz gerekçesiyle kayyum atarlar ve çökerler!

Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, yetkilerin paylaşılacağı bir milli hükümetle yola devam edilmelidir.

Bu işin şakası yok!

Hamit Karzai, Virginia’da görev bekliyor!

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.