Sayın Genel Başkanın Ecevit hayranlığı nereden geliyor?

Efendi BARUTÇU

Değerli okuyucularım hatırlayacaksınız, 9 Temmuz 2021 tarihinde Zülfi Livaneli’nin Halk TV’de eski başbakanlardan Bülent Ecevit’e yönelik ağır tenkidleri üzerine hem devreye giren MHP Genel Başkanı Doktor Devlet Bahçeli, Bülent Ecevit ile ilgili övgülerle dolu bir beyanatta bulunmuştu. Biz de –bir MHP’li olarak- bu övgülere katılmadığımızı ifade etmiş ve ülkemizin değişik şehirlerinden geçmişte ve yakın tarihlerde MHP’de önemli görevler almış bazı dostlarımıza “Bülent Ecevit deyince hatırınıza ne gelir?” sualini yöneltmiş ve aldığımız cevapları da özet olarak bu sütunlarda sizlerle paylaşmıştık.

Söze son günlerde moda olan bir deyimle başlayalım “40 yaşın altındaki kardeşlerim” sizlere sondan başa doğru sabık başbakan Bülent Ecevit’in ailecek nasıl bir Ülkücü, MHP’li düşmanı olduğunu anlatmaya çalışacağım. 

Yazımızın hemen yanında gördüğünüz gazete kupürüne dikkat ederseniz Mart 1996 tarihini taşımaktadır yani Türkeş Beyin vefatından yaklaşık 1 sene önce ve Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit ile birlikte yönettiği DSP ile Doktor Devlet Bahçeli’nin genel başkanlığını yaptığı MHP’nin koalisyon ortaklığına girmesinden yaklaşık 3 yıl önce. MHP’nin kurucu genel başkanı ve Türk milliyetçilerinin efsanevî lideri Alpaslan Türkeş’in “ruh hastası” teşhisini koyduğu Bülent Ecevit nasıl oluyor da 3 yıl sonra neredeyse evliya mertebesine çıkarılıyor, “yerli ve milli” (günümüzde maalesef bu kavramda kirletildi) bir siyaset ve devlet adamı olarak takdim ediliyor. Bu ve devam edecek birkaç bölümlük yazımızda bu soruya cevap bulmaya çalışacağız. Hem de Bülent Ecevit’in 40/50 yıllık meslek, siyaset, ideoloji arkadaşlarının yazdıklarından bir Ecevit portresi çıkaracağız.

Takvimler 4 Nisan 1997’yi gösterirken MHP’nin efsanevî lideri Alpaslan Türkeş hayata gözlerini yummuş ve 8 Nisan 1997’de yoğun kar yağışı altında, mahşeri bir kalabalıkla ahiret yurduna yolcu edilmişti. Daha sonra yapılan olağanüstü ve olağan kurultaylarda Doktor Devlet Bahçeli MHP Genel Başkanlığına seçilmişti.

Aynı dönemde arka arkaya kurulup bozulan koalisyon hükümetlerinden sonra 11 Ocak 1999’da Bülent Ecevit’in başbakanlığında bir azınlık hükümeti kurulmuştu. Türkiye 76 milletvekilliyle bir azınlık hükümetiyle genel seçimlere gidiyordu. Bölücü başı Abdullah Öcalan’ın ABD tarafından bu dönemde Türkiye’ye teslim edilmesi sanki Bülent Ecevit’in Türk siyasi hayatında yeniden parlatılması için atılmış bir adımdır ve oldukça da manidardır.

Bu olaydan sonra yapılan18 Nisan 1999 genel seçimlerinde DSP 136, MHP 129 milletvekili, FP 111, ANAP 86, DYP 85 milletvekili ile TBMM’ye girmişlerdi.

Daha işin başında Sayın Bahçeli, Doğru Yol Partisi ve Fazilet Partisi biraz dinlensin diyerek önüne çıkan başbakanlık fırsat ve imkânını geri çeviriyordu. Bu kararı almasında –her ne kadar bugünkü gibi beka denilse de- biz özgüven eksikliğinin yanı sıra 28 Şubatçı generallerin baskı ve bu doğrultudaki taleplerinin önemli bir rol oynadığı kanaatindeyiz.    

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in bir hükümet teşkili için parti liderleriyle görüşmelere başlayacağı günlerde, DSP’nin genel başkan yardımcısı -yeni tabirle eş genel başkanı- Rahşan Ecevit milliyet gazetesine verdiği demeçte MHP hakkında şunları söylüyordu: “Dişi bir kurtla bir Türk’ten türedik son Türk devletini biz koruruz dediler. Çocukları gençleri silahlandırdılar, sayısız can yaktılar. Kaba kuvvetle siyaset yapmaya kalkanlar, demokratik anlamda parti sayılamaz. Buna bir de din istismarı katılırsa milli birlik, laiklik ve demokrasi zedelenir… Eli kanlı katillerle hükümet kurulmasını içimize sindiremeyiz.”

Rahşan Ecevit’in bu ağır suçlamalar karşısında MHP genel başkanı sadece bir basın bildirisi yayınlamakla yetinerek Rahşan Ecevit’in Ülkücü milliyetçi camiadan özür dilemesini istedi.

Bu özür talebine Bülent Ecevit’in cevabı şöyle idi: “Rahşan Hanım DSP grubu ve örgütünde bulunan kaygıları dillendirmektedir. Kastettiği MHP değil Ülkücü milliyetçi camiadır.” (Bülent Ecevit’in bugün ki MHP’nin ülkücü milliyetçi camia demek olmadığını ta o zamandan keşfetmiş olması oldukça dikkat çekici.)

Siyasi entrika ve solcu siyaset cambazlığında rakipsiz olan Ecevitlerin Ülkücü milliyetçi camiaya karşı bu derin husumetlerinin arkasında birçok sebep aransa da en kuvvetli sebep MHP’yi köşeye sıkıştırıp suçluluk psikolojisine sürükleyerek, pazarlık gücünü artırmak ve hükümet ortağı olursa da bunu Ecevitlere borçlu olduğu duygusunu yaratmak içindi.

Bir başka sebep Dr. Devlet Bahçeli’nin başbakan yardımcılığına ve MHP’nin de hükümet ortaklığına getirilmesinin tamamen Ecevitlerin alicenaplığı sayesinde mümkün olduğu duygusunu yerleştirmekti. Nitekim Sayın Genel Başkan da üç buçuk yıllık hükümet ortaklığı döneminde Başbakan Bülent Ecevit’in bir dediğini iki etmemiş her talebini sadakatle yerine getirmiş ve halende arkasından medyun-u şükran olduğunu beyan etmektedir.

Bülent Ecevit’in isteyip de anında yerine getirilen talepleri nelerdi? Hatırımızda kalanlara kısaca göz atalım.

1) Seçim meydanlarında: Başörtüsü meselesini biz çözeriz(!) vaatleriyle milletimizin büyük desteğini alan MHP’nin, Bülent Ecevit’in ve 28 Şubatçı generallerin baskı ve tehditleri üzerine bu vaadini unutması.  Sırf başörtülü olduğu için Antalya’dan milletvekili seçilen Dr. Nesrin Ünal hanımefendi başörtüsünü daha TBMM açılmadan MHP Genel Başkan Yardımcısı Şefkat Çetin’in: “Nesrin hanım töreye uyacak başörtüsünü çıkartacaktır” beyanı üzerine başörtüsünü çıkartmıştır.

2) TBMM’nin 2 Mayıs 1999 tarihli açılış oturumunda, Fazilet Partisinden milletvekili seçilen Merve Kavakçı’nın başörtüsü ile genel kurul salonuna girmesi üzerine Bülent Ecevit'in oturumu yöneten Meclis Geçici Başkanını da hiçe sayarak, hiç yetkisi olmadığı halde ve bir kadına karşı nezaket kurallarını da hiçe sayarak “Burası devlete meydan okuma yeri değil! Bu hanımefendiye haddini bildirin!” diye avazı çıktığı kadar bağırarak milletvekillerini kışkırtması karşısında Sayın Devlet Bahçeli’nin bu emri vakiyi kabullenerek suskun kalması. (Bu talihsiz hadise daha sonraki yıllarda AK Partiyi iktidara taşıyacak en önemli kilometre taşlarından birisi olacaktır.)

3) Savunma Sanayi Müsteşarı Dursun Ali Ercan’ı hakkındaki yolsuzluk iddiaları ve psikolojik rahatsızlıklarına rağmen “askerler onu istiyor” diye değiştirememesi. Kendisine bağlı olan Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığına asaleten bir tayin yapamaması. 

DSP’li Milli Eğitim Bakanın, Ülkücü milliyetçi öğretmen ve idarecilere karşı uyguladığı  -1970’li yılların bakanları Mustafa Üstündağ’ı, Necdet Uğur’u aratmayacak- sürgün ve tasfiyeleri karşısında sessiz kalmıştır.

Yarın devam edeceğiz…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.