Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus’a Mevlana Hazretlerinin Mektubu

Necdet BAYRAKTAROĞLU

TARİHİMİZDEKİ MUHTEŞEM MEKTUPLAR’DAN BİR MEKTUP

II. Gıyaseddin Keyhüsrev öldüğünde İzzeddin Keykavus, Rükneddin Kılıç Arslan ve Alaeddin Keykubat adlarında küçük yaşlarda üç oğul bırakmıştı. Sultan II. Gıyaseddin daha sağlığında Alaeddin Keykubat’ı veliaht tayin etmişse de devletin ileri gelenleri, eski Türk töresine uyarak büyük oğul İzzeddin Keykavus’u tahta çıkardılar. 1246 yılında Moğol tahtına Güyük Hanın çıkması nedeniyle yapılacak törene Moğolistan’a davet edilen İzzeddin Keykavus, ülke dışına çıktığında iç ve dış huzursuzluk çıkar kaygısıyla kardeşi Rükneddin Kılıç Arslan’ı gönderdi. Sultan II. İzzeddin vezirleri ile devletin işlerini nizama koymaya çalıştı. Ancak devlet adamları arasında ihtiras, rekabet yüzünden yetki çatışması yaşanmaya başladı. Bu arada törene gitmiş olan Rükneddin Kılıç Arslan Moğol Hanı tarafından Türkiye Selçuklu Sultanlığına getirildi. 1249 yılında Sivas’a gelen Rükneddin Kılıç Arslan’a, Sultan olarak biat edildi. Bu karışık ve huzursuzluğun çıkması üzerine Vezir Celaleddin Karatay üçlü ortak bir saltanatta tahta geçmelerini, adlarının yaşça büyüklük durumuna göre hutbe, sikke ve kitabelerde okunup yazılmasını önerdi. Teklif ilk önce reddedildi, ancak daha sonra kabul edildi. (1249-1254) ülkede bir müddet sükun sağlandı. Ancak devlet adamlarının kişisel ihtiras ve çıkarları yüzünden otorite ve huzur yeniden bozuldu.

Moğol Hanının, II. İzzeddin Keykavus’u Moğolistan’a ısrarlı davet etmesi üzerine Sultan bu sefer yola çıktı. Fakat, Vezir Celaleddin Karatay’ın ölümü üzerine geri döndü ve yerine kardeşi Alaeddin Keykubat’ı gönderdi. Ancak onun da Sultan olarak dönmesi düşünülerek Erzurum’da zehirletilerek öldürüldü. Üç kardeş saltanatı bozuldu ve saltanat iki kardeşe kaldı. Her ikisi arasındaki ilişkiler olumsuz gelişmeye başladı ve Ahmethisar yöresinde iki kardeş arasındaki savaşta (1254) Ruknettin Kılıç Arslan yenildi ve Burgulu Kalesine hapsedildi. Selçuklu tahtına II. İzzeddin Keykavus tek başına geçmiş oldu. Kısa bir süre ülkede huzur ve sükun sağlanmış ise de ancak Moğol baskısı ve Moğol kumandanlarının sonu gelmeyen istekleri karşısında sultan II. İzzeddin Keykavus Anadolu’ya gelen Moğol ordusu ile Aksaray yakınlarında savaştı ve yenildi. (1256) Ailesi ve adamlarıyla birlikte Aliyye (Alanya) kalesine çekildi. Sultanın Moğollar tarafından davet edilmesi üzerine gitmeyip Bizans’a sığındı. Bunun üzerine Moğol Baycu Noyan’ın emriyle Rukneddin Kılıç Arslan hapisten çıkartılarak Konya’da Selçuklu tahtına oturtuldu. (Mart 1257) IV. Kılıç Arslan’ın tek başına saltanatı fazla sürmedi. Moğol ordusunun Bağdat tarafına gitmesini fırsat gören II. İzzeddin Keykavus Bizans İmparatoru II. Thedoros Laskaris’ten yardım alarak Mayıs 1257’de Selçuklu tahtına tekrar geçti. IV. Kılıç Arslan adamlarıyla birlikte Tokat’a çekildi.

Moğol hanı Mengü’nün kardeşi Hülagü, İran ve batıdaki ülkeleri idare ediyordu. Sultan II. İzzeddin Keykavus elçi gönderip sultanlığa devam etmek istediğini bildirdi. Ancak Hülagü buna razı olmadı ve Mengü Hanın isteği doğrultusunda Selçuklu ülkesini iki kardeş arasında paylaştırdı. Ancak Selçuklu idaresi bu şekilde yürürken, II. İzzeddin Keykavus Moğollara vermesi gereken vergiyi vermediği gibi 1260 yılında Moğolları bozguna uğratan Memluklu hükümdarı Baybars’la ilişkiye geçip tek başına sultanlığa kalkıştı. Bunun üzerine Moğollar da ona karşı baskılarını artırdılar. Zor durum da kalan II. İzzeddin Keykavus, 1262 yılında Antalya’dan bir gemiye binerek aile ve yakın emirlerini de alıp, Bizans’a sığındı. Ancak Bizans İmparatoru Michail Sultan II. İzzeddin Keykavus’u hapse attırdı ve insanlık dışı davranışlarda bulundu. Altınordu Hükümdarı Bereke Han, II. İzzeddin Keykavus’u hapisten kurtardı ve Kırım’daki Sudak ve Solhat şehirleri dirliğinin başına verdi. 1279-1280 yıllarından ölümüne kadar burada yaşadı. Selçuklu Sultanlığı tek başına IV. Rükneddin Kılıç Arslan’a kaldı.

Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus, gerek tek başına gerekse kardeşleriyle ortak saltanat döneminde (1246-1249, 1249-1254, 1257-1259, 1259-1260) gönül, sohbet adamı Mevlana Celaleddin Rumi de  Konya’da yaşıyordu. Sultan II. İzzeddin Keykavus Mevlana’ya son derece hürmet gösterir, onun bilgi ve görgüsünden istifade etmeye çalışırdı. Mevlana’yı ziyaret eder, sohbetlerine katılırdı.

Mevlana 30 Eylül 1207 yılında Belh şehrinde dünyaya geldi. Mevlana’nın adı Muhammed’dir. Mevlana’nın babası Bahaddin Veled, Belh şehrinde alim ve ariflerin yetiştiği meşhur bir ailedendi. Büyük bir alimdi, ünü bölgeye yayılmıştı. Baba tarafının Hz. Ebubekir’e dayandığı belirtilmektedir. Moğol tehlikesi baş gösterince baba Bahaddin Veled ailesiyle birlikte Belh’ten ayrıldı. Belh’te siyasi istikrar bozulmuş, huzur kalmamıştı. Mevlana Belh şehrinden ayrıldığında 5 yaşında idi. Baba Bahaddin Veled aile ve yanındakilerle birlikte Nişabur’dan Bağdat’a, daha sonra Kufe yolu ile hac vazifelerini yerine getirmek için Kabe’ye gittiler. (1212-1213) Dönüşte Şam’a, sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Karaman’a geldiler. Burada yedi yıl kaldılar. Mevlana, kendileri ile birlikte bu yolculukta gelen Şerafettin Lala’nın kızı Gevher Hatunla evlendi. Bu evlilikten Sultan Veled ve Alaaddin adlı çocukları oldu.

Sultan Alaaddin Keykubat, Bahaddin Veled ve oğlu Mevlana’nın Karaman’da olduğunu öğrenince Konya’ya davet etmişti. Bu davet üzerine Mevlana ve ailesi Selçuklu Devleti’nin başkenti Konya’ya geldi. Mevlana bu sırada 24 yaşında idi. Baba Bahaddin Veled 1231 yılında Konya’da vefat etti.

Mevlana ilim ve tahsil için bir süre Şam ve Halep’te bulundu. Ciddi tahsil gördü. Halep Haleviye Medresesinde hocası Kemaleddin Bin Adim’den önemli ilim ve terbiye aldı. Lügat, arabiyat, fıkıh, tevsir, hadis, ma’kulat (akıl ile bilinen) ve menkulat (nakledilen) gibi ilimlerde eğitim aldı ve üstün başarı gösterdi. Medreselerde dersler verdi. Selçuklu Sultanı vezirleri tarafından takip edildi. 1273 yılında Konya’da hayatını kaybetti.

Mevlana lakabı efendi, sahip, malik anlamında Arapça sıfat olan “Mevla” kelimesi ile biz anlamındaki Arapça bitişik şahıs zamiri “na” oluşmakta ve “Efendimiz” anlamına gelmektedir. (1)

Mevlana devlet adamlarına, ilim sahibi kişilere mektuplar yazarak nasihatte bulunmuş, onları övmüş, yermiş veya ricalarda bulunmuştur. Ayrıca davet, taziye, tavsiye, şefaat, teselli, iyadet (hatır sorma) tebrik gibi yazılmış mektupları da vardır.

Mevlana Hazretleri kendisine büyük hürmet gösteren Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus’a da birçok nasihat, övgü dolu mektup göndermiştir. Nasihat dolu bu mektuplarında Sultana duyduğu sevgiyi, bağlılığı sunar, ona babaca öğütler verirdi. Sultan’a yazdığı bir mektubunda şöyle diyordu:

“Kutluluk, devlet, o alemin tek eri, Davut soyunun övüncü, dünyanın ter-temiz özü, hacetler kıblesi, mazlumların imdadına erişen, yoksulları kurtaran, padişahların övündükleri yücelikler denizi, Tanrıya tapan, elinin altındakileri okşayan, lütuf ve ihsanları yayıp döşeyen kişinin günlerine, ömrüne eş-dost olsun. Allah onların yüceliklerini daimi etsin; düşmanlarını mahvetsin; kötülüklerden korusun onları, gözcü-bekçi olsun onlara; boyuna hayırlara kavuşsunlar. Ululandıkça ululansın, Tanrı, bütün hallerinde, sözlerinde, işlerinde onları korusun; hayır ilham etsin onlara; lutfiyle, keremiyle doğru yola götürsün onları.

Selamlarınızı, dualarınızı, senalarınızı alıyoruz; buluşup görüşme dileğimiz pek artık. Yüce tanrı, kavuşmamıza bir sebep yaratsın; hem de tezce. Gerçekten de o, duaları kabul eder; duyar.

Kutlu, yomlu evlenmemiz mübarek olsun der, hayır-dualar ederiz. Hamdolsun Allah’ın lütfuna ki Hak, ehline ulaştı. Ululandıkça ululansın, Tanrı, yaratıklarını derleyip toplar; tapısına teslim olanlara, rahmetinin yoluna yönelip ona dayananlara, öylesine bir yerde lütfederki, iki dünyanın devletinin artmasına da sebep olur bu lütuf. «Kim Allah’a dayanırsa o, yeter o kişiye; ve Allah, işinde üstündür.» Yüce ve kutlu Tanrının lutfuna dayanıp güvenen kişiyi, şüphe edebilir miyiz ki Allah, herhangi bir halde kötülüğe uğrasın; hayır... Bu, şöyle dursun, Allah, binlerce iyilik çıkarır o kişinin karşısına; çünkü o, Allah konuğu olur. Allah da konuğunu incitmez. Tanrıya Tanrının has kullarına yüz tutan kişinin karşısına ne çıksa, o şey, onun kutluluğuna sebep olur. Hatta o yüzden bir gama uğrasa bile o gam, ortadan kalkar; bir-biri ardınca kutluluklar gelir.

Allah’ın, bana ayırdığı şeye razı oldum ben; İşimi, Yaradanıma ısmarladım.

Allah, geçmişte iyilikler verdi bana; Böylece kalan ömrümde de iyilikler verir elbet.

Yüce Allah der ki: «Ben, kulum beni nasıl sanırsa öyleyim ona; kim beni anarsa, anarken onunlayım ben. Malında beni ananı, malımda anarım ben; toplulukta beni ananı, toplulukta anarım ben. Kendi kendine beni ananı, kendim anarım ben.»

Ululandıkça ululansın; Hak, hangi kutluluk daha fazlaysa, hangi devlet, daha yüceyse, daha üstünse, o kutluluğu, o devleti, o azize lütfetsin. «Gerçekten de o duaları kabul eder

Duamızı, senamızı getiren, özü doğuru, gözümüzün ışığı, huyları güzel, yüce, soyu-sopu ter-temiz oğlumuz, kalplerin emini, vaktin Cüneyd’i zamanın Bayezid’i, şeyhlerin övüncü, gerçek yolcularını yola götüren; Allah Müslümanları, onun yaşamasıyla, ömrüyle faydalandırsın; Din ve Hak Husam’ının oğlu Sadrettin tapınıza yönelmiştir. O lütuf ve ihsan madenine, o yüce himmete o bağış padişahına vasiyete hacet yoktur.

Kılıcı biledikten sonra da gördüm ben,Kesse bile elle oynatmaya muhtaç.

Allah, arı-duru, ter-temiz devletle, yeter nimetle onları yaşatsın. O eşsiz zatın yoksulları okşaması, küçükleri yetiştirmesi, güneşten daha aydındır; bütün alemdekiler görür, bilir bunu. «Güneş, nerede olursa olsun, gizlenmez.» Bu tavsiye bizim de o sevapta payımız olsun diyedir. «Hayra delalet eden, o hayrı yapan gibidir. » Yaratıp olgunlaştıran yüce Tanrı, sonsuz cömertliklere, sonsuz ihsanlara sahip olan o eşsiz, o tek varlığı eksik etmesin; öyle olsun ey alemlerin Rabbi.”(2)

Mevlana gönülden gönüle giden sevgi yolunu keşfetmiştir. Mevlana sevginin, mutluluğun, huzurun formülünü sunmuştur. Mevlana’da esas olan gönül gözüyle bakmaktır. İlahi aşka dayalı insana sevgi besler. Kişi inanç ve düşünce özgürlüğüne önem vermiş, insanları sevgi ve saygıya davet etmiştir. Edep, vefa, sabır, eğitim gibi ahlak kavramlarının gerçek manalarını aramayı ve insanlara bunu anlatmayı kendisine iş edinmiştir. Onun için önemli olan insandı. Din, felsefe, ahlak insanı mutlu etme ve geliştirme yönünde araçtı.

Mevlana’nın Eserleri:Divan-ı Kebir, Mesnevi, Fihi Mafih, Mektubat, Mecalis-i Seb’a ve Rubailer.

Mevlana’dan Özlü Sözler

·        Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur.

·        Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap.

·        Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak, başka yere koymak.

·        Bir kimseyi tanımak istiyorsan, düşüp kalktığı arkadaşlarına bak.

·        Biz birleştirmek için geldik, ayırmak için değil.

·        Dünya tuzaktır. Yemi de istek. İstek tuzaklardan kaçının.

·        Eden kendisine eder. Yapan bulur ve çeker.

·        Unutma! Kazanmak koca bir ömür ister. Kaybetmeye ise anlık gaflet yeter.

·        Göz iki, kulak iki, ağzımız ise tektir. Çok görüp, çok dinleyip az konuşmak gerekir.

·        Hiçbir mal sizin değil, neyi bölüşemiyorsunuz? Hiçbir can sizin değil, niye dövüşüyorsunuz?

·        Ne diye böbürlenip büyükleniyorsun? Doğumun bir damla su, ölümün bir avuç toprak.

·        Misafirsin bu hanede, ey gönül, umduğunla değil, bulduğunla gül. Hane sahibi ne derse o olur, ne kimseye sitem eyle, ne de üzül.

Mevlana’nın Yedi Öğüdü

1.      Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.

2.      Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.

3.      Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.

4.      Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.

5.      Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol.

6.      Hoşgörülükte deniz gibi ol.

7.      Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

Mevlana’dan bir beyit:

Sen verdikçe dost görünen çok olur

İste de gör hepsi birden yok olur.

Sen kendi kendine yetmeyi öğren;

Tüm dünyanın malına gönlün tok olur.

 

1-     Adnan Karaismailoğlu-Mevlananın Hayatı Ve Çevresi-Karatay Belediyesi-2002-S.23

2-     Abdülbaki Gölpınarlı-Mevlana Celaleddin Mektuplar-İnkilap yay. İst.1999-S.139-141

3-     Prof.Dr.Osman Turan-Selçuklular Zamanında Türkiye-Boğaziçi Yay.İst.1993

4-     Prof.Dr.Osman Turan  -Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti-Boğaziçi Yay.İst.1996

5-     İbrahim Kafesoğlu-Selçuklu Tarihi- MEB. Yay.-İst. 1992

6-     Prof.Dr.Ali Sevim-Prof.Dr. Erdoğan Merçil- Selçuklu Devletleri Tarihi- Türk Tarih Kur.-Ank.1995

7-     Prof.Dr.Hakkı Önkal-Selçuklu-Osmanlı Sultanları ve Türbeleri-Vakıflar Y.Ank.1999

 

Hayat Yayınları

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.