Siyasetin finansmanı!

Metin AKOĞLU

Jean Jacques Rousseau şöyle demiş:

Özgürlük her iklimde yetişen bir meyve değildir, onun için her ulus ulaşamaz ona.”

İnsan, Montesquieu’nün koyduğu bu kural üstünde ne kadar düşünürse, doğruluğunu o kadar anlar; ne kadar çürütmeye kalkarsa, yeni yeni kanıtlarla doğrulanmasına o kadar fırsat verir.

Dünyanın bütün yönetimlerinde devlet tüketir, üretmez. Öyleyse tüketilen nesneler nereden geliyor ona? Yaşayanların ihtiyaç fazlasından. Kamuya gerekli ihtiyaçlar, bireylerin ihtiyaç fazlasıyla karşılanır. Bundan çıkan sonuç şudur: Toplum hali, insanların emeği kendi gereksinimlerinden fazlasını sağladığı sürece ayakta durabilir.

Ama bu fazlalık dünyanın bütün memleketlerinde bir değildir. Birçoklarında önemli, kimisinde orta derecededir. Bazılarında sıfır, hatta bazılarında sıfırın altındadır. Ürününün tüketime olan durumu, iklimin uygunluğuna, toprağın gerektirdiği üretim araçları ve emek biçimine, ürünlerin çeşidine, halkın gücüne ve gerekli yiyecek içeceğinin azlığına, çokluğuna bağlıdır.

Öte yandan, bütün hükümetlerin özü bir değildir. Kimisi az tüketir, kimisi çok tüketicidir. Aralarındaki farklar başka temele dayanır. Genel giderler, kaynakları ne kadar aşarsa, yurttaşa yükü o kadar ağır olur. Bu yükün ağırlığını ölçerken, vergilerin tutarından çok, çıktıkları ellere dönmek için geçmek zorunda oldukları yolu ölçmek gerekir.

Bu dolaşım çabuk ve düzenli olursa, verginin az ya da çok olması önemli değildir. Halk her zaman varlıklı, devlet hazinesi dolu demektir. Tam tersine, halk ne kadar az vergi öderse ödesin, vergi eline dönmüyorsa, durmadan vergi ödediği için elinde avucunda bir şey kalmaz olur; devletler de hiçbir zaman varlıklı olamaz ve halk hep yoksul kalır.

Buradan şu sonuç çıkar: Halk ile Hükümet arasında uzaklık ne kadar artarsa, vergiler de o ölçüde ağırlaşır. Bundan ötürü halk, demokrasilerde en hafif vergi yükü altındadır; aristokraside daha ağır, monarşilerde en ağır yükü taşır. Demek, monarşi yalnız çok varlıklı uluslara, aristokrasi varlık ve büyüklükçe orta halli devletlere, demokrasi de küçük ve yoksul devletlere elverişlidir.

Gerçekte, insan bu konuda ne kadar çok düşünürse, özgür devletlerle monarşik devletler arasında o kadar ayrılık bulur. "Özgür devletlerde her şey ortak yarara harcanır. Monarşi ile yönetilen devletlerdeyse, kamu gücü ile kişilerin gücü birbirini karşılıklı olarak etkiler; birinin güçsüzlüğü, öbürünün gücünü artırır. Zorbalık yönetimi ise, uyrukları mutlu etmek amacıyla yönetecek yerde, yönetmek amacıyla yoksul duruma sokar onları” demiş.

Tam 262 yıl önce bunları öngörmüş ve ortaya attığı “Toplum sözleşmesi” ile demokrasi havuzuna katkı yapanlar sıralamasındaki yerini almıştır.

İnsanın; kendine, ailesine, yaşadığı topluma, devletine ve de insanlığa yararlı olma ülküsünden hareket ederek ürettiği ne varsa, çok değerli olmalıdır.

İnsanı insan yapan da budur.

Nasıl?

Bize uyuyor mu?

Hayır.

Neden?

Kuruluş felsefesinden uzaklaştığımız için;

İçimize soktuğumuz virüslerledir ki, demokrasi içinde devleti güçlendirerek, halkın mutluluk ve refahını artırma projelerini bir kenara bıraktık/bıraktırıldık.

Türkiye’nin, kendine özgü ve hiçbir ülkede eşi benzeri olmayan demokrasi anlayışıyla yıllarımızı kaybederek buralara geldik.

Politikacıların çıkarlarının, halkın ve ülke çıkarlarının önüne geçtiği bir nizama evrildik ve bu süreci uzun yıllardır yaşıyoruz.

Biz, tercihlerimizle kaderimizi belirledik!

Bunu düşünmek zorundayız.

Türkiye’nin önündeki en temel mesele de budur.

“Kayıtlı ekonomi olmazsa demokrasi olmaz” diyen ve “kayıt dışı ekonominin” isim babası olan ve hepimizin çok sevdiği ve yakından tanıdığı Sayın Prof. Osman Altuğ, parakrosi kavramını da siyaset literatüre geçirmiştir.

Bunu çözmeden, demokrasimiz hep yerinde kalacaktır.

Savaşan neslin son temsilcileri ile birlikte Atatürk, bir Cumhuriyet bıraktı bizlere;

Kurumlarının, kurallı işletildiği bir demokrasi hala ortada yok;

Aradan da yüz yıl geçmiş…

Daha fazla demokrasi diyerek, Anayasa ve yasa yapma yetkisini eline geçirenler, siyasetin finansmanı konusunu hep görmezden geldiler.

Neden?

O konu, hep onlara lazım da ondan,

Bunlar kim?

Kayıt dışı ekonomiyi yaratanlar.

Devlet bütçesinden bile siyasi partilere para aktarılıyor.

Batı’da böyle bir para tahsisi yok;

Demokrasi, bize özgü olunca böyle oluyor.

Hakmış gibi;

Devlete kurşun sıkanlar bile nasiplerini aldılar!

O paralar, sözüm ona bağışlar, kaynağı belli olmayan ve de sorulmayan paralarla yapılan seçimleri geride bıraktık.

Döküldü, saçıldı…

Fatura…

Her zaman olduğu gibi…

Bu yarışın; su parası-emlak vergisi tahsil etmek, çöp toplamak, park yapmak, parke taş döşemek, lokma ve pilav hayırları yapmak için mi olduğunu zannediyorsunuz?

Eskidendi onlar…

Resimdeki yanlışın ne olduğunu da görmeyin dediler.

Bu seçimin, siyasi sonuçları olacaktır.

Özerklik ve federasyonların önünü açacak yeni anayasa metinleri, çekmecelerden çıkarılacağı günü bekliyor.

AKP, CHP, DEM ve “39…” hazırlar.

Türkiye, suni gündemlerle girdiği her seçimden, irtifa kaybederek bu günlere geldi.

Atatürk’ün çöpe attığı yüz yıllık proje dayatılıyor.

Yeni ittifaklar, birleşmeler olacağı gibi yeni parti de yolda ve onları, çok yakın bir zamanda Aslanlı Yolda görebileceğiz!

Atatürk’ün partisini yönetenler, 2-3 Belediye fazladan kazanmak uğruna, kendileriyle özdeşleşmiş İzmir Marşını hiçbir yerde yayınlamadılar.

Şirinlikte de sınır yok;

İstanbul’a karşılık, Özerklik öyle mi?

Yaptırmayacağız…

Atatürk: “Benin iki büyük eserim vardır. Biri Türkiye Cumhuriyeti diğeri de Cumhuriyet Halk Partisi’dir” demiş ama Cumhuriyet ve Cumhuriyetin kazanımlarının sigortası olması gereken partinin düştüğü hale bakar mısınız?

Halka, işin magazin tarafını bıraktılar.

Depremde şehirleri yok olmuş.

Ben diyor.

Partisi, yeniden aday göstermemiş.

Teşekkür etmesi beklenirken o da ben diyor.

Parti değiştirenler…

Bana/bize oy vermezseniz size hizmet…

Emekli maaşınızı alamayabilirsiniz…

Bir belediye başkanı, partisi tarafından aday gösterilmemiş ve giderayak 500 milyonluk ihale açabildi…

Rantlar o kadar büyük ki, nezaketi bile unuttular ve insanlıktan çıktılar.

Adeta, bizim sizi yönetmemiz şereftir diyorlar ve bizi de aşağılıyorlar!

Biraz utanma,

Biraz daha samimiyet,

Ve daha fazla da devlete sadakat bekliyoruz!

KAYNAK; Jean Jacques Rousseau Toplum sözleşmesi sayfa 74-75

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.