Tarih Şuuru'ndan günümüze

Efendi BARUTÇU

Tarihte yaşanan hadiseler, bir takvim yaprağının okunması gibi, bakılıp sonra bir kenara fırlatılacak kronolojik olaylar zinciri değildir. Geçmişte yaşananlar, bugüne ışık tutan, anlam kazandıran, gelecekle ilgili tasavvurların ortaya çıkmasını hazırlayan ve sonuçta çağdaş, gelişmiş millet anlayışını vücuda getiren en önemli mesnetlerdir. 

Tarihte yaşananlardan gerekli dersler çıkarılabilirse, olaylar arasında bağlantılar, sebep-sonuç ilişkileri ortaya konulursa, bunların oluşmasını sağlayan iktisadi, sosyal ve kültürel tesirler hesaba katılırsa, güne anlam kazandırılır. Bunun da ilerisinde geleceği yönlendiren psikolojik ve sosyolojik ortamın vücut bulması sağlanır. 
Tarih şuuru olmayan, tarihi kimliğini bilmeyen, tarihine ilgisiz kalan topluluklar milletleşme seviyesine ulaşamamış yığınlardır. Çünkü tarih geçmişte müşterek şekilde hangi maceraları yaşadıklarını, hangi sevinçleri ve hüzünleri paylaştıklarını anlatır. En önemli sosyolojik olay diye tanımlanan milletin toplumsal ve tarihi koordinatları bu idrak çerçevesinde belirlenir. 

Tarihi bilmek, doğru anlamak ve anlamlandırmak, milli şuur sahibi her Türk aydınının en önemli özelliği olmalıdır. Yani, tarihin bilinmesi, öğrenilmesi milli bir vecibedir. Ülkemizde tarih şuurunu bastırmaya çalışanlar, sadece kozmopolit, nihilist ve ideolojik saplantılar içerisinde, tarihimize yabancılaşan ve milletimizden kopan kimselerden ibaret değildir. Bu hususta eskiden beri sürüp gelen, gelenekselleşen ihmallerin, duyarsızlıkların önemli etkisinin olduğunu da kabul etmek zorundayız. 

“Geleneksel batı emperyalizmi, Türkler’in bu coğrafyadaki varlığını hiçbir zaman hazmedemedi. Bizi; bin yıl süresince, bu toprakları esas sahiplerinden gasp eden zorbalar olarak gördü. Bu coğrafyadan tasfiye edilmemizi, asli sahibi saydıkları Hıristiyan unsurların tekrar egemen olmalarını sağlamaya çalıştı.” 
Aslında, Türklüğün Hıristiyanlıkla olan zıtlaşması 1071 yılındaki Malazgirt zaferi ile başlamıştır. Haçlı Seferleri’nin amacı, Papa Urban’ın ifadesi ile “barbar Türkler’i Anadolu’dan söküp geldikleri yere göndermek” olmuştur. Yüzyıllarca süren haçlı seferleri, 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi, Balkan Faciası, Birinci Cihan Harbi ve Milli Mücadele bunların en çarpıcı örneklerindendir. 

Malazgirt Zaferi’nden itibaren, bir takım hasta zihniyetler, kurmakta olduğumuz şahane medeniyetimizin ışığından çok rahatsız olmuşlar ve bu yüzden de Türk’ü düşman ilan etmişlerdir. Öyle olunca da, bizi önce zayıflatmak, sonra da yenerek sömürgeleştirmek için çağlar boyunca ellerinden geleni artlarına koymamışlardır. Ne var ki, bunların geçtiği yollar ve işledikleri zulümler, insanlık yaşadıkça, kanlı birer utanç vesikası olarak kalacaktır. 

Tarih boyunca “bize en fazla düşmanlık eden düel-i muazzama denilen muazzam katiller sürüsüdür”. Osmanlı-Rus harbi başladığı sıralarda İngiliz başbakanı Vilyım Gledstın, avam meclisindeki konuşmasında “ümit ederim ki, Türkler, topu birden, pılısını pırtısını toplayıp, kahırlara boğdukları ve mukaddesatını ayakaltına aldıkları bu topraklarda çekip gideceklerdir.” türündeki konuşması Avrupa’nın art niyetini ve kanlı iştahını ortaya kayan bir belgedir. 

Meşhur Alman gazeteci-yazar Hans Bart 1986 yılında “Türk, Kendini Koru” (İstanbul, 1988, Türk Dünyası Araştırma Vakfı) adlı kitabında bu meselelerden geniş şekilde bahsediyor. “Türkler çok büyük meziyetlere sahip bir millettir… itimat ve dürüstlük, başka dinden olanlara da insanca davranmak, ölçülü davranış, alkollü içki içmeme, âlicenaplık ve misafirperverlik… hastalık derecesindeki temizlik arzusu Türklere has olan meziyetlerdir. Peki, niçin Avrupa’da Türkleri vahşi olarak tanıtıyorlar? Bart kendi sorusuna kendisi cevap veriyor: “Türkler, Hıristiyan olmadıkları ve Protestanlık ruhu da fanatik ve katı bir inanca sahip olduğu için yukarıda saydığımız meziyetleri dikkate alınmadan barbar olarak damgalanmaktadır.” 

Fırsat düştüğü zaman da, fert olarak veya toplum olarak, müslümanları öldürmek, köle ve cariye etmek, hıristiyanlaştırmak veya yerlerinden sürgün etmek, hiçbir şekilde gevşetilmeyen ve sürekli bir siyaset ilkesi olarak benimsenmiş ve günümüze kadar da uygulana gelmiştir. Öldürme, işkence, yağma, kundakçılık ve tecavüz gibi insanlık dışı işlerin en yakın Hıristiyan komşular tarafından işlenebilmiş olması, ekilen nefret tohumlarının zehirlilik derecesini göstermektedir. 

Tarih boyunca yaşadığımız bütün bu acılarla ilgili derin bir unutkanlık, hafıza noksanlığı kültürümüzü kaplamış vaziyettedir. Adeta acılardan kaçmaya çalışarak, bu dönemleri unutarak ıstıraplarımızı gömmek istemişiz demek ki! Hâlbuki milletler, haklarına ve geçmişlerine sahip oldukları ölçüde yaşama imkânı bulurlar, var olma hakkına sahip olurlar. 

Batı emperyalizmi ve küresel güçler bu defa da Türkiye’nin güneyinde, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde PKK, DEAŞ ve PYD gibi yeni bir katiller sürüsünü Türk Milletine karşı piyasaya sürmüşlerdir. Bugün bütün açıklığıyla anlaşılmıştır ki; bu azgın terör gruplarının bu coğrafyada yaşayan Kürtlerin özgürlüğü vesaire gibi amaçlarla hiç alakası yoktur. Asıl amaçlarının bölgede İsrail’ in güvenliğini sağlayacak bir yapay devlet oluşturmak, enerji havzalarına ve enerji yollarına hakim olmak ve bölgenin yıldızı olmaya namzet Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni iç gaileler ve dış saldırılarla zayıflatarak güçsüz hale getirmek amacını güden küresel güçlerin taşeronları olduğu ayan beyan ortadadır. 

Tehdit ve tehlikenin bu boyutlara gelmesinde son on altı yıldır ülkemizi yöneten zihniyetin de büyük ihmal ve gafletleri söz konusudur. Yıllarca Türk Milleti ‘Siz büyük fotoğrafı göremiyorsunuz. Türkiye’nin güneyindeki Kürt vatandaşlarımıza anadilde eğitim ve mahalli özerklik verirsek Irak ve Suriye’deki Kürtlerle birleşecekler sonra bu birlik Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile federasyona gidecek ve öylece Türkiye büyüyecek.’ Ham hayalleriyle uyutulmuş ve bir kısım ahmakların çabasıyla ‘açılım süreci’ başlatılıp utanç verici Habur rezaleti ile Milletimize ikinci bir “Kara Gün” yaşatılmıştır. Hemen arkasından uygulamaya konulan ‘çözüm süreci’ ile de şehirlerimiz bomba yığını haline getirilmesine göz yumulmuş ve bu şehirlerde yuvalanan PKK’lı hainlerce üç yüze yakın vatan evladı şehit edilmiştir. Birer harabeye dönen şehirlerimizin yeniden inşası için harcanacak olan yüz milyarlar da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütçesine ağır bir yük yüklemiştir. 

Halbuki devleti yönetenler çok değil yüz yıl öncesini hatırlayabilseler ve günümüzü tarihin ışığında iyi okuyabilselerdi bugün bu acıları yaşamayacaktık. 

Geçtiğimiz yüzyılın başlarında batılılar ve bitmez tükenmez saldırıları, arka arkaya yaşadığımız mağlubiyetler, Balkan komitacılarının Müslüman Türk katliamları sonucu bölgede önce özerklik sonra bağımsız devletçikler kurdurarak kocaman bir coğrafyanın elimizden zorla koparılıp alınmasına sebep olmuşlardır. Aynı hain plan 1.Cihan savaşı yıllarında Türkiye’nin Doğusunda katliamlar yapan kudurgan Ermenilere uygulatılmaya çalışılmış ve yüz binlerce Müslüman-Türk’ün katledilmesine yol açan bu hain plan İttihat Terakki yönetiminin son derece de şuurlu bir şekilde uyguladığı “Tehcir” neticesinde akim kalmıştır.

Bugün nihayet devleti yönetenler geç de olsa tehlikeyi görerek Allah’a şükürler olsun ki, yakın zamanda Zeytindalı harekatını başlatmıştır. Türkiye’nin güneyindeki her iki ülkedeki Kandil, Membiç, Afrin ve benzeri yerlerde kümelenen bütün bu terör odaklarının son ferdi yok edilinceye kadar devam etmesini temenni ettiğimiz Zeytindalı Harekatı da göstermektedir ki Türk toplumunun derin hafızasında milli hassasiyetler, varlığını koruma içgüdüsü ve şuuru canlı bir şekilde devam etmektedir. 

Yabancılaşmış ve yozlaşmış aydınımızın uzun yıllar süren olumsuz çabaları, tarihimizi hafızalardan silme gayretleri çok şükür ki toplumumuzun derinliklerine nüfuz edebilmiş değildir. Bunun bir başka anlamlı örneğini Hocalı-Karabağ katliamı ile ilgili olarak görmekteyiz.

Ayrıca 25-26 seneden beri Türkiye’de iktidarı ile muhalefeti ile(bölücü parti hariç) sendikaları, sivil toplum kuruluşları, üniversiteleri ve gençlik teşekkülleriyle yakın tarihimizin utanç vesikalarından biri olan Azerbaycanlı kardeşlerimize yapılan “Hocalı katliamı” ile ilgili anma toplantıları, beyanatlar, yazılı ve görsel medyadaki alakalar ermeni vahşetine ve onları destekleyen egemen güçlere karşı tek yürek olma görüntüsü yine bir tarih şuurunun ifadesi olduğu gibi Türk milleti olarak daima Azerbaycanlı kardeşlerimizin yanında olacağımızın bir kere daha teyid edilmesidir. 

Milletimiz devleti yönetenlerden aynı milli hassasiyeti Doğu Türkistan, Kırım ve diğer zulüm altındaki Türk toplulukları için de gösterilmesini beklemektedir.

Türk dünyası olarak; bir daha Karabağ-Hocalı ve Türkiye’nin güneyindeki benzeri ihanet ve kanlı saldırıları yaşamamak için milli birlik ve dayanışma zarureti vardır. 

Tarihin derinliklerinden Bilge Kağan’ın da çağrısında belirttiği gibi bu tür yabancı emperyalist kültür istilalarına karşı bütün dünya Türklüğünün kendi milli, islami ve yerli kültür birikimine ve hazinelerine yaslanması, oradan beslenmesi ve milli varlığını oraya sığınarak koruması temel bir zarurettir. “Türk dünyasının geleceği, öncelikle yüksek bir özgüven duygusuna sahip olmamıza bağlıdır. Eğer bir milletin kendine güveni yoksa özgüvenini kaybetmişse, tarihte yeniden var olacağına dair psikolojik zeminini kaybetmişse, gerçekten de çok büyük sıkıntı var demektir. Ama ne kadar zor şartlar olursa olsun bir milletin gençleri, fertleri, aydınları ‘ben bu tarihte özne oldum, tekrar özne olacağım!’ iradesi taşıyorsa ve güçlü bir özgüvenle tarihe bakıyorsa, o milletin tarihe mutlaka sunacağı yeni değerler var demektir”.

Bizler bir kere bütün zorluklar karşısında güçlü kimliğimize, kültür birikimimize tarihi derinliğimize, medeniyet ve büyük devlet kurucu tecrübemize, güvenerek, tarihte tekrar güçlü bir şekilde özne olacağımızın inancını taşımamız lazımdır. İnşallah, Türklüğün geleceği aydınlık olacaktır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.