Son günlerde neredeyse her sabah, ülkemizde yaşanan ve hepimizi sarsan haberlerle uyanıyoruz. Yaklaşık bir aydır arabesk müziğin ünlü ismi Güllü ile televizyonları açıyor, yine Güllü ile kapatıyoruz. Bir sanatçının, bir annenin, kendi kızı tarafından beşinci kattan atılarak öldürüldüğü iddiaları; insanlık ve toplum adına kan dondurucu bir tabloyu gözler önüne serdi.
Televizyon kanalları bu trajik olayın haberini ve yorumunu yapmak için adeta birbiriyle yarıştı. Buna yayıncılık mı denir, kamuoyunu bilgilendirme mi, yoksa sanat, müzik ve medya dünyasının magazinleşmiş yaşam tarzlarının sergilenmesi mi; doğrusu ayırt etmek zor. Ancak görünen gerçek şu ki, aile huzuru ve toplumsal ahlâk açısından ciddi bir çöküş yaşıyoruz.
Tam “bu kadar magazin yeter” derken, bu kez medya dünyasının merkezine haber spikerleri, televizyon yöneticileri, sosyal medya fenomenleri, spor camiası ve hatta büyük kulüplerin başkanları oturdu. Ev aramaları, gözaltılar, tutuklamalar… Suçlamalar ise uyuşturucu kullanımı ve temini iddiaları.
Sanki birileri çöp torbasını yırtmış da, bu “ünlü” dünyanın neyi varsa etrafa saçılmış gibi. Gazeteci Şamil Tayyar’ın “Tutuklananlardan daha ağır isimler var” sözleri, Cem Küçük’ün “yaklaşık yüz isim” iddiası, soruşturmanın boyutlarını daha da düşündürücü hale getiriyor.
Ancak beni asıl ürküten, bazı televizyon yorumcularının “zaten kullanıyorlardı” gibi ifadeleri oldu. Bu sözler, meselenin ne kadar normalleştirildiğini ve çürümenin ne denli derinleştiğini açıkça ortaya koyuyor.
Düşünüyorum… Çağ kapatıp çağ açan Fatih Sultan Mehmet’in torunlarıyız biz. Gençlere örnek olacak rol modellerimiz gerçekten bunlar mı olmalı? Şair Niyazi Yıldırım Genosmanoğlu’nun dizeleri düşüyor aklıma:
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan,
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan!
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan…
Ama o dizeler marşlarda kaldı, salonlarda kaldı. Kahramanlık türküleri sustu sanki. Belki unuttuk, belki de ruh pınarlarımız kurudu.
Bugün ekranlarda gördüğümüz birçok ünlü; paranın, makamın ve lüks hayatın cazibesine kapılarak kültür, sanat, spor ve siyaset dünyamızda ciddi kırılmalara neden oluyor. Üstelik suçlara bakışta bile tuhaf bir ayrımcılık var: “Muhafazakâr yaparsa başka, seküler yaparsa başka” gibi adalet duygusunu zedeleyen söylemler havada uçuşuyor.
Oysa suç suçtur. Mahallesi olmaz. Bu noktada Pir Sultan Abdal’ın uyarısı hâlâ geçerli:
“Bu bir rıza lokmasıdır,
Yiyemezsin demedim mi?”
Haram lokma insanın nefsini şımartır; şımarmış nefis ise her yanlışı meşrulaştırmaya çalışır.
Asıl sormamız gereken soru şudur:
Hangi tohumu, hangi toprakta büyütüyoruz?
Ehliyetin, liyakatin ve adaletin yok sayıldığı; “bizim çocuklar” anlayışıyla beslenen hormonlu kadrolarla nereye varacağız? Atalarımız boşuna dememiş:
Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz.
Son sözü ise Aydın’ın Karacasu ilçesinde yaşamış âlim ve mutasavvıf Yemenizade Süleyman Rüşdi Hazretleri’ne bırakalım:
“Dünyada insanlara iyilikle anılacak bir eser bırak,
Yarın seni Allah’ın huzurunda utandıracak işlerden vazgeç.”
Ne oldum değil, ne olacağım demek gerek.
Kalın sağlıcakla.