Nebil ALPARSLAN

Nebil ALPARSLAN

Değer süzgecinde vicdan ve ahlâk

Öğrencilik yıllarında okuduğum “Denemeler” isimli eserin yazarı Montaigne, vicdan için, “Yaptığım hata karşılığı, önce kendimi yargılayan eli kırbaçlı celladımdır” diyor.

Vicdan kavramı, özellikle bireyin ahlâki ve inanç değerlerinin şekilleniş ve işleyişinde belirleyici olmakta. Ahlâkın, inancın, merhametin, doğru veya yanlışın, iyi ve kötünün, güzel ve çirkinin, hatta adalet duygusunun kontrol, karar ve icra merkezi olarak öne çıkmakta. Bazılarınca davranışlara yön veren bütün değerlerin tek kaynağı ve motoru sayılmakta.

Vicdan, gerçekten değerler sistemimizin ve davranışlarımızın tek kaynağı olabilir mi? Yaşayan insan sayısı kadar vicdan bulunan bir dünyada ortak iyiye, mutlak doğruya vicdanla ulaşılabilir mi?  Evrensel “Ortak iyi”yi en üst değer kabul edersek, bu değere hangi vicdanla ya da kimin vicdanıyla ulaşılacak? Herkesçe kabul edilebilecek makûl bir “değerler sistemi” nasıl ortaya konacak? Ortak doğruya, ortak ahlâka, ortak adalet duygusuna, en önemlisi “ortak iyi”ye nasıl ulaşılacak?

Kanımca temel soru şu. Herkes tarafından kabul gören, doğruluğu tartışılmayan, mutlak doğru kabul edilen bir ölçü, bir “üstün değer” var mıdır? Varsa nedir. Bireyler bu ölçüyü nasıl kabullenecek. Kabullenişte veya reddedişte vicdanının rolü ne olacak? Öte yandan bir değerler seviyesi de var mıdır? Bir değer başka bir değerle çatışınca hangisi üstün değer olarak kabul edilecek? Misal, insan hayatı birincil değer kabul edilince vatan savunması nasıl olacak? Zira birincil değer kabul edilen insan vatanı için ölmek zorunda. Böyle olunca da vatan toprağının değeri insan değerine göre üst değer sayılacak. Gerçekten böyle mi? Bu son görüş kabul edilirse insansız bir vatan, topraktan öte ne anlam taşır. Soruları çoğaltıp tartışmayı genişletmek mümkün.

Ancak sosyal bilimciler ve felsefecilerin ekseriyeti ve tabiî hukuk doktrinini savunanlar, ilk ve “en üst değer” olarak “insan”ı işaret etmekteler. Onlara göre insan temel ve en üstün değer olarak yaratılmıştır. Bu değer toplumsal statü kazanmadan, inanç, kavmiyet sahibi olmadan, hukukunu yüklenmeden, sosyal hiyerarşi kurulmadan, medenî bir toplumda ilişkilere başlamadan önce da var olan bir değerdir. Varlığı hiçbir şeye bağlı olmayan bir değerdir. İnsan kavramı; Irk, renk, cinsiyet, inanç, sosyal statü, şöhret, ilim, ahlâk ve benzeri ne kadar ayırt edici özellik varsa hepsini bir yana iter, bir tek ortak özellik taşır. O da “insan” olmaktır. Üst ve üstün değer olan budur. Bu değer doğuştan getirilmiştir. Fransızlar buna Honneur (onur) demişler. Tam karşılığı olmasa biz “şeref” demişiz. Bu bakımdan bizim indimizde insan Eşref-i Mahlûk yani şerefli bir varlıktır.

İnsan bu “değer”in mülkiyetine sahiptir. Kastedilen, etten ve kemikten oluşan kuru bir mülkiyet değildir. Bunları da içeren ama bunlardan aşkın bir değerdir. Eti kemiği de içererek aşmaktadır. Sahiplik bu “değer”i koruma ödevi de yükleyen bir sahipliktir. İhlâl edilemez. Değeri zedeleme hak ve yetkisi olmadığından insan, kendi mülkiyetini yok edemez, hatta devredemez. Bu nedenle intihara cinayet nazarıyla bakılır. İntiharda yok edilen etten kemikten bir obje değil en üstün “değer”dir. İntihar eden katildir. En üst değerin “insan”ın katilidir. “Değer”i öldürme suçuyla yargılanmalıdır. Ancak ortada yargılayacak suçlu kalmadığından yargı teoriktir.

Burada söylenen değer, yani insan, bütün insanlar için en üstün ortak değerdir. Zira bu değeri kabul edecek olanlar insandır. İnsan oldukları için insanı en üstün değer olarak kabul etmeliler. Etmezlerse kendilerini inkâr etmişler demektir. Bu değer bireysel değil geneldir. Lokal değil evrenseldir. İnsan için, insanlık için “ortak iyi” de işte bu değerdir. Yeni doğmuş her çocuk bu değerle dünyaya gelir. Taşıdığı değer en ideal/temel/üst değer olduğundan masumdur. Ortak iyi bu masumiyettir. İnsan topluma karışıp etkileşme başlayınca doğuştan getirdiği değere mutlak olmayan göreceli değerler eklenmektedir. Bu değerlerin çoğu doğuştan gelen temel değere eklemlenen virüstür. Kavmiyet, inanç, sosyal statü, haz ve şehvet talebi, zenginlik arzusu, mevki-makam hırsı, şan ve şöhret tutkusu gibi çok sayıda beşeri zaaf ve hevesler doğuştan getirdiği üst ve temel değere katıldıkça bu değer mutasyona uğramakta ve katılan değerlerin vasıf ve mahiyetine göre lokal, bireysel ve kozmopolit bir yapıya dönüşmektedir. Bu dönüşüm birey için kendine özel (sui generis) bir alan açar. Açılan bu alan “vicdan denilen kavramdır. Vicdan değerin aksine evrensel değil lokaldir. Genel değil bireyseldir. Mutlak değil izafidir.

Vicdanla beraber yürüyen başka bir kavram ahlâktır. Ahlâk bir bakıma vicdanın taşrasıdır. Kendini davranışlarla ortaya koyar. Vicdan tam bireysel iken ahlâk ona göre daha toplumsaldır. Oluşumu mutlak ve en üst değere dayanmadığı için kendisi de mutlak değildir. Zamana göre değişir. Mekâna göre değişir. İnanç, kavmiyet, cinsiyet etkileriyle farklılık gösterir. Bireylerin vicdani değerlerinin bileşkesi sonuçta toplumsal bir ahlâk oluşturur. Toplumsal iyiyi oluşturan öngörü de bu ahlaktır. Bu öngörünün belirlediği iyi, en üstün ortak iyi olamaz. Çünkü kaynağı olumsuz illetlerle maluldür. Misal Eski Yunan’da hırsızlığın –yakalanamamak kaydıyla-kahramanlık sayıldığı dönem yaşanmıştır. Hırsızlık “iyi” bir ahlâk kuralı kabul edilmiştir. Toplum vicdanı hırsızlığı ortak iyi haline getirmiştir.

İnsanoğlu bütün zamanlarda iki kulüpte kümelenmiştir. Erdemliler ve egemenler. Erdemliler kulübü hep mutlak iyinin takipçisi oldu. Onu hâkim kılmak, yaşatmak, yürütmek için çabaladı. Yaşanabilir bir dünya istedi. Savaşların olmadığı, çocukların ölmediği, terörün görülmediği, insanların yurtlarında sürülmediği, tabiatın kirletilmediği, yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin belli kişi ve ailelerce talan edilip sömürülmek yerine adil ve hakça paylaşıldığı, haksız kazancın, soygunların, yalanın, talanın olmadığı bir dünya. Egemenler kulübü ise hırs, tamah, iktidar, şan, şöhret, haz, konfor ve çıkar için ne kadar insanlık dışı yöntem varsa hepsini kullandı. Halâ kullanmakta. Peyami Safa “Yalnızız” isimli romanında egemenlerin dünyasından nefret eder.  “Simeranya” isimli ütopik bir dünya kurar ve kahramanlarını o dünyada yaşatır.

Her şey çift yaratılmış olup zıddıyla kaimdir. Gece gündüz, sıcak soğuk, aydınlık karanlık, varlık yokluk. Şüphesiz iyi ve kötü de böyle. Erdemliler ve egemenler de öyle. Onlar da var olmaya devam edecek. Aralarındaki yarış da.

Biz kendimizden sorumluyuz. Ve soru “hangi yakada yaşadınız” olacak.

Kötülük yerine iyiliğin hâkim olduğu bir dünya dileğiyle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.