Efendi BARUTÇU

Efendi BARUTÇU

40. yılında 12 Eylül askeri darbesi-5

GENÇLİĞİM EYVAH!

12 Eylül 1980 askeri darbesi uygulamaları ve sonrasında bazı Ülkücüler büyük ölçüde içe kapanarak sürekli kendilerini sorgulayan bir illete yakalanmıştır. Sistem ve iktidar ilişkileri ile devleti birbirine karıştıranlar kendilerini sevdalısı tarafından ihanete uğramış olarak hissetmişlerdir. İddiasız, idealsiz ve değersizlerin darbeciler tarafından makama, zenginliğe ve iktidara gark edilmesine karşın idealistlerin amansız bir biçimde üzerine gidilmesi değerler kaosunun yaratılmasına sebep olmuştur.

12 Eylül öncesin de şu ve bu grubun içerisine girerek ülkesine sahip çıkıp, sistemi-düzeni radikal bir biçimde değiştirmeye kalkanlar ezilmek, örselenmek, sürülmek, hapsedilmek, ölmek, sakat kalmak ve lanetlenmekle kalmamış devlet idaresinin her kademesinde yönetime, stratejik noktalara gelmeleri de engellenmiştir.

Onlar artık sonsuza kadar birer sakıncalıdır. Toplumdaki en zeki, en duyarlı, en idealist unsurlar böylece yönetimden soyutlanınca ülkenin yönetimi “Çaycılara”, “ Neme Lazımcılara”, “Etliye ve sütlüye karışmayanlara”, “Ot”lara ve “ Çöplere” kalmıştır. Bu bakımdan ülke kalbur altı kişilerin yönetimine terk edilmiştir.

Türkiye’nin uzun yıllar karşı karşıya kaldığı meselelerin bir türlü çözüme kavuşamayışının en önemli sebeplerinden biriside -bazı istisnalar hariç- beceriksiz, liyakatsiz, ufuksuz, heyecansız “Sıradan” insanlar tarafından yönetilmiş olmasıdır.

12 Eylül döneminde hapishaneler; itiraz, iddia, teklif ve gaye sahibi olan insanlar için tam bir cehennemdir. Hele hele hürriyetine en düşkün olan ülkücü kesimlerin haksız sanal gerekçelerle hürriyetlerinden mahrum edilmesi çok daha vahim bir durum olmuştur. Esaretin haksızlıkla birleşmesi de inanılmaz bir öfke patlaması yaratmıştır. 12 Eylül tam da bunu yapmıştır. Toplumun en diri, duyarlı, hırslı ve kararlı kesimlerini fiziki ve ruhi linçe tabi tutmuştur.

Bilindiği gibi “kişisel duyarlılıklar ve sosyal kriz dönemlerinde” artan “Tutunacak dal” ihtiyacı, daha bir “Bağlanma” ve “Ait olma”, hatta “ Keramet” bekleme eğilimi doğurur. Tutuk evlerine tıkılan idealistler, çaresiz, çözümsüz, yılgın ve yorgun hale getirilerek böyle bir krize zorlanmışlardır. 

5.2-2.jpgİnsanlar içerisine düşürüldükleri böyle anlarda daha çok mistisizme yönelir ve melankolik bir ruh haline bürünürler. Mistiklik ve melankoliklik hemen hemen bütün tarikatların mürit elde etmede kullandığı temel zemindir. 12 Eylül hapishaneleri bu şartlar içinde olan ülkücü gençlerin bir kısmını tarikatlara yönlendirdiler. Dinamik, diri ve asi gençler tarikata girince daha dingin, edilgen, yumuşak başlı ve olanı biteni kaderin bir cilvesi olarak göreceklerdi. 

Bir süre sonra nu gençlerin bir kısmı bir “şeyh” edinmiş, kurtarıcı “mehdi”yi ve “keramet”i beklemeye başlamışlardır. Bu gençler içeride hem uysallaştırılmış ve uyutulmuş hem de birbirlerine yabancılaştırılmıştı.

Nasıl oldu da hem darbeciler hem de bu sözde tarikatların ülkücüler konusundaki tavırları çakıştı? Çünkü Türk ve İslam ülküsüne hem darbeciler hem de tarikatlar düşman idi. Darbeciler Türk’ü İslam’dan; bu sözde tarikatlarda İslam’ı Türk’ten ayırmak istiyorlardı. Başını bazı eski ülkücülerin (M.P, B.K, M.S) çektiği Hizbullahçılık (Mazlum Der vs.) böyle doğdu. İşte bu noktalarda darbeciler ile tarikat tacirlerinin amaçları kesişmektedir. Bazı sözde tarikat şeyhleri ile darbecilerden birisinin Türk’e diğerinin de İslamiyet’e duyduğu alerji Türk İslam birlikteliğini ayrıştırmayı her ikisinin de bir strateji olarak benimsemelerine sebep olmuştur. 

Böyle olunca darbeciler toplumun en iddialı ve dik başlı kesimini daha kolay denetleyebilecektir. Maneviyatını yükseltmek, imanını güçlendirmek yada dini bilgisini arttırmak isteyen bazı gençlerde içinde bulundukları şartlarda mevcut durumu bir fırsat olarak gördüler. Onun için de muhtelif cemaat ve tarikatların mensubu olmakta bir sakınca görmediler. Bu dönemde daha İslam’ın temel esaslarını bile kavramadan Fetvacılığa soyunan, rüyalarında bir yerlere uçup giden arkadaşların varlığına şahit olduk. Ondan sonradır ki bir süre sonra hapishaneden dışarı çıkanların bazıları “ Vurana elsiz sövene dilsiz” hale geldiler. Bir kısmıda selefi akımlara kapılarak Türk milletinin 1000 yıldır anladığı ve yaşadığı İslam anlayışından uzaklaştılar. Hapishanelerde “mehdinin geleceği günü bekleyen” müritlerin sayısı her geçen gün artıyordu. Artık onlar için girilen yol dönüşü olmayan bir yol olup çıkacaktır. 

Özellikle 12 Eylül öncesi ve sonrası işkence gören, tutuklanan, fikirlerinden dolayı takibata uğrayan, işi ve ekmeği elinden alınan, binlerce ülkücü 12 Eylül’ün cellatlarına yakalanmamak için yurt dışına çıkarak 15-20-30 sene vatana ve sevdiklerine hasret kalmışlardır.

Babalarının, annelerinin cenazelerine kız kardeşlerinin düğününe katılamayan ülkücülerin insanın burnunun direğini sızlatan acıklı hikâyeleri – bu bazı devrimci kesimler içinde böyledir- kulaktan kulağa duyulurken yeni nesillerin bir daha aynı acıları yaşamaması için Türk Milliyetçiliği fikir ve inançlarından uzak tutulmaya çalışıldığı bir gerçektir. Sadece Ankara ölçeğinde bir misal vermek gerekirse 12 Eylül’ün hemen sonrasında bile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde Ramazan ayında 400- 500 kişilik gruplarla iftar yapan ülkücülerin sayısı 2020lere gelindiğinde 20-30 kişilik gruplara düşmüştür. Bu boşluğu yukarıda da anlatıldığı gibi bir takım sözde cemaatler doldurmuştur. 

15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü ile gerçek çehresi gün yüzüne çıkan paralel yapı bu ortamlardan istifade eden grup olarak gelişmiş toplumun kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiştir.

12 Eylülcülerin, 28 Şubatçıların himayesinde “Ilımlı İslam” sloganıyla memleketin ve milletin en zeki, en çalışkan çocukları fakir olanlar bedava okutulmak vaadiyle, varlıklı olanlar ise dinini, diyanetini öğretme vaadiyle bu habis örgütün pençesine düşürülmüştür.

Türk milletinin hayırseverlik duygusunu hayâsızca sonuna kadar sömürerek elde ettikleri büyük mali kaynaklarla vatan evlatlarını ailelerine, milletine, devletine yabancılaştırıp; şahsiyetsiz, ikiyüzlü, takiyyeci ve sinsi yaratıklar haline dönüştürmüşlerdir.

Bu habis örgüt 15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasından sonra çok iyi yetişmiş on binlerce vatan evladının cezaevlerinde çürümesine veya yurtdışında Türkiye aleyhtarı faaliyetler içerisinde yer almasına ve yeri kolay kolay doldurulamayacak bir neslin kaybolmasına sebep olmuşlardır. Türk milleti olarak bu büyük ihanetin siyasi sorumlularının –her ne kadar aldatıldık, kandırıldık teraneleriyle kendilerini masum göstermeye çalışsalarda- adalet önünde hesap vereceği günleri sabırsızlıkla beklediğimizi ifade etmeden geçemeyeceğim.

Türk Milleti “Gençliğim eyvah!” diyerek dizini dövdüğü bu on binlerle ifade edilen “yetişmiş insan unsuru” kaybını 20-30 senede zor telafi edebilecektir.

Bu aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin en büyük ve başarılı eğitim projelerinden birinin de ihanete dönüştürülerek hüsranla sonuçlanmasıdır.

Bugün Türkiye de ideolojik zeminleri, fikri yapıları, dünya görüşleri çok farklı olan birçok siyasi hareket iç ve dış şartların zorluklarıyla karşılaştığında “Milliyetçilik Fikrine” sarılmak mecburiyetini duyuyorsa bu Türk Milliyetçiliği fikrinin devlet ve millet hayatında meşruiyet alanının gittikçe genişlediğinin ve güçlendiğinin göstergesidir. 

Büyük Türk Milliyetçisi Nevzat Kösoğlu’nun “Türkiye’yi yönetenlerin milliyetçi olmaktan başka şansı yoktur.” sözü son yaşanan hadiselerle bir kere daha haklılık kazanmaktadır. Bu konuda samimiler mi onu da zaman gösterecektir.

Devam edeceğiz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.