Atı Alan Üsküdar’ı Geçmeden

At, biz Türklerin bineği, arkadaşı, yoldaşı, dostudur.

Sütünden kımız içmişiz, sırtına atlamış gurbet ve sıla yollarına düşmüşüz. Koşturmuşuz, yarıştırmışız,  savaşmışız, öğünmüşüz, gururumuz olmuş atlar…

Çocukluğumuzda, oyunlarımızda yaşamımıza girmiştir, altımızda kargı veya uzun değnekleri at diyerek dehleyip koşuşturup da elde kılıç niyetine sopalarımızla oyunlar oynamadık mı?

Boşuna mı yazmış Yahya Kemal Beyatlı?

“Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi sendik;

bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!”

Bizim köyden Gazi Hacemmi, Kurtuluş Savaşında destan yazanlardan Fahrettin Altay Paşanın süvari ordusundadır. Savaşta atı düşman kurşunuyla vurulduğun da saatlerce başında ağladığını anlatırdı.

Atım da bizim gibi düşmanla savaşıyordu” diyerek gözyaşı dökerdi.   

Rahmetli dedemin muhtarlık yaptığı dönemde üzerine köyümüzde 27 gelinin baba evinden binip de koca evine geldiği kara atı hayal ederim. Bu kara at öylesine asilmiş ki, düğünlerde kulağının dibinde kurşun atılsa ürkmez, korkmazmış. Üstelik çalan davulun tokmak sesine adımlarını uydururda seyredenlerde bile bir haz yaratırmış. Kara at can verdiğinde, dedemlerin çadırında bir süre ailecek yas ilan edilmişçesine ağlamaktan helak olurlar.

Rahmetli Halam beyaz atlı türküsünü çığırırdı.

Beyaz atlı şimdi geçti buradan

Süvarisi can evinden vurulmuş.

Çıksın dağlar taşlar gayri aradan,

Beyaz atlı şimdi geçti buradan…

Sünnet olacağımda Mehmet amcanın cins doru atına bindirmişlerdi. Yıllar sonra Mehmet Amcanın eşi Gülsüm Yenge kalp krizi geçirerek dağ başındaki çeşmenin önünde vefat ettiğinde işte bu doru at, kadının başında kişneyerek beklemekte bulunur. Eceliyle öldüğünde özel bir mezar hazırlatılarak gömüldüğünü anımsarım.

Türkülerimizde at vardır.

Bizim köyümüzün türküsü bile kır atım diyerek başlar.

Kır atıma burçak verin kişnesin,

Yaralarıma fitil salın işlesin…

Ben gidersem nazlı yârim nişlesin?

Koyu gölgelerde gergef işlesin…

 

Kır atıma bindim köprüden geçtim,

Kumalar yaylasında al kanlar saçtım…

Altın çakmaklımı aldım Dinar’ı bastım

Duymadın mı ağalarım efem şanı mı?

Tarihte, dinde, masallarda, hikâye ve romanlarımızda olsa bile daha düne kadar sevdiği kızı atının terkisine attığı gibi kaçırmak her gencin de bir hayali idi.

Köroğlu’nun babası şu ünlü atını keçelerle çevrili, ışık görmeyen bir ahırda yetiştirir. Geçti mi yel estiren, gök yağdıran, bir yandan da Köroğlu’nu Köroğlu yapan kır atıdır. Küheylan’ı hatırlamayanımız var mı?

Siyasette de at yerini alır.

Süleyman Demirel’in şaha kalkmış kır at amblemli Adalet Partisi'ni hatırlarız. Bizim köyde seçim sabahı adam, okuma-yazma bilmeyen karısına öğretiyordu;

Kadın, bak kır atın böğrüne böğrüne mührü basacaksın ona göre ha!

Bir de Sayın Erdoğan’ı Başbakan iken kendisini düşüren, kimilerince ilgi çeken, gündem olan “Cihan” adlı at ise epeyce hafızalardan silinemeyecek anlaşılan.

Yıllar önce (1910) bir düğünde gelin atı, gelini bir türlü sırtına bindirmez. Her defasında kişneyerek şaha kalkar ve gelini sırtından atar. Anadolu’muzda gelin dediğin ata bindirilir, güvey tarafından kucaklanarak indirilir. Yaşlılar, at huysuz diyerek geçiştirirler ve getirilen kısrağa gelin bindirilir. Kız olmayan gelini, sevdiğini aldatan gelini asil at dediğin sırtına almaz denilerek yıllar yılı anlatılır…

At asildir, hislidir, dosttur.

Atalar sözüdür…

Atı alan Üsküdar’ı geçmeden demeye kalmayalım.

Yarınlarımız için, ülkemiz ve çocuklarımız için doğru karar verelim.

Bir oyumuz bile buna yetecektir inanın! 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum