Mısır’ın ihtişamından cehaletin karanlığına uzanan dram

Antik dönemde Ön Asya’da Hitit Devleti, Arap Yarımadası’nda ise Eski Mısır Devleti her bakımdan dönemin en güçlü iki imparatorluğuydu. Bu iki büyük güç, kuzey Suriye sınırları içinde bulunan Amurru ve Amka gibi ticaret yolları açısından kritik bölgelere hâkim olmak için karşı karşıya geldi. Buna göre bazı tarihçilere göre MÖ 1274’te, bazılarına göre ise MÖ 1258’de gerçekleşen Kadeş Savaşı’nda Hitit ve Mısır orduları büyük bir meydan muharebesinde buluştu.

Hitit ordusunda 3 bin savaş aracı ve 17 bin zırhlı asker bulunurken, Mısır ordusu Amon, Ra, Ptah ve Sati isimli dört tümen hâlinde 20 bin asker ve 2 bin savaş arabasından oluşuyordu. II. Ramses, tümenlerin en önde ilerleyen Amor birliğinin başında yer alıyordu.

Savaş sonunda Hititlilerin Amurru ve Amka topraklarını ellerinde tutmayı başardığı kaydedilir. Mısır kayıtları Ramses’in büyük bir zafer kazandığını ileri sürerken, Hitit kaynakları savaşın galibinin kendileri olduğunu yazar. Her iki tarafın da zafer iddia ettiği bu çatışmanın ardından tarihin bilinen ilk yazılı barış anlaşması olan Kadeş Barış Antlaşması MÖ 1259’da imzalandı.

Savaşın temel sebepleri, Anadolu ve Kuzey Suriye’ye hâkim iki emperyal gücün birbirine rakip hâle gelmesi ve ekonomik çıkarlarının aynı coğrafyada kesişmesiydi. Anlaşmanın en önemli maddesi ise “Bu barışı yapan iki ülkeden birine bir saldırı olursa, diğeri yardım edecektir.” hükmüydü. Bu madde özellikle doğuda güçlenen Asur tehdidine karşı güvence niteliği taşıyordu.

Mısır’da Ebu Simbel Tapınağı’nın duvarlarında Ramses’in bu savaşı kazandığı uzun uzun anlatılmıştır. Hitit çivi yazılı tabletlerinde ise tam tersine Hititlerin kazandığı belirtilir. Buna rağmen, antik dönemin iki büyük kralı diplomasiyle tarihe yön vermeyi başarmıştır.

Bugünün koşullarından bakıldığında ise antik dünyanın bu iki görkemli devletinin bulunduğu coğrafyaların durumu tek kelimeyle facia olarak tanımlanabilir. Bir zamanlar refah içinde yaşayan halkların bugün açlık, yoksulluk ve huzursuzluk içinde olması insanı düşündürmektedir. Bu durum geçmişin bir mirası mı yoksa kader mi, tartışılmaya değerdir.

Eski Mısır’ın bıraktığı anıtsal tapınaklar, mezar yapıları ve sanat eserleri bugün bile insanları hayranlık içinde bırakmaktadır. Dünyanın yedi harikasından biri olan ve hâlâ tüm ihtişamıyla ayakta duran piramitler bunun en güzel örneğidir. Antik çağda bu kadar büyük eserler yaratmış bir medeniyetin halkının 3.500 yıl sonra böylesine zor koşullarda yaşaması ise düşündürücü ve hüzün vericidir.

Eski Mısır’ın yıllarca bir kadın firavun tarafından yönetildiğini ve halkın o dönemde refah içinde yaşadığını hatırlayacak olursak, bugün “resimde gördüğünüz” kadının durumu ayrı bir trajedidir.

r.jpg

Modern Mısır’da yaşanan bazı trajik olaylar ise cehaletin nasıl bir yıkım gücüne sahip olduğunu yeniden gözler önüne seriyor:

Eski Mısır devlet başkanı Enver Sedat’ı öldüren kişilere hâkim sorar:

— “Neden öldürdünüz?”
Katil: “Çünkü laikti.”
Hâkim: “Laik ne demek?”
Katil: “Bilmiyorum.”

Edebiyatın büyük ismi rahmetli Necip Mahfuz’u öldürmeye çalışan sanığa hâkim sorar:

— “Neden vurdun?”
Sanık: “Sokak Çocuklarının Hayalleri adlı kitabı yüzünden.”
Hâkim: “Peki okudun mu?”
Sanık: “Hayır.”

Yazar Farac Foday’ı öldüren üç kişiye hâkim sorar:

— “Neden öldürdünüz?”
Sanıklar: “Kâfirdi.”
Hâkim: “Hangi kitabından anladınız?”
Sanıklar: “Biz okuma yazma bilmiyoruz.”

KISSADAN HİSSE:

Her dönemde, her çağda kötülüğün başı cehalet olmuştur.
Okuyun… Çünkü mürekkebin akmadığı yerden kan akıyor.

Antik dönemin insanı hayranlıkla izleten o büyük eserlerini yaratan Mısır halkının bugünkü hâline bakınca insanın içi sızlıyor.

Ne de güzel söylemiş Gazi Mustafa Kemal Atatürk:

“Yokluk ve sefaleti yenmek için önce cehaleti yenmek gerekir!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.