Babalar ve evlatlar

Değerli okurlar, genelde arkadaşlarla buluşmak, sohbet etmek için ya Turistik Parka ya da havuz başındaki parka gider, sohbetlerimize orada devam ederiz. Günün koşullarında, ülke gündeminde ne varsa arkadaşların fikirleri ve yorumları alınarak değerlendirmede bulunuruz. Havuz başına gitmediğimiz zaman sanki bir eksiğimiz kalmış gibi oluruz.

Orada genelde yaşlı vatandaşlar çoğunlukta olur.
Bu yaşlı arkadaşlardan birçoğunun davranışları dikkatimi çekerdi. Hele birisi, her gün erkenden gelir, bir köşeye çekilir, akşama kadar yerinden kalkmadan aynı yerde otururdu.

Bir gün, yaşlı adamın yanına oturdum. Zorla, ısrarla bir çay ısmarladım. Bu yakınlaşmam üç veya dört gün devam etti. Sonunda neden erken geldiğini anlatmaya başladı:

“Ben falan kazanın filan köyündenim. İki yıl önce hanım öldü. Ben de ne var ne yok tarlamı, köydeki evimi satıp oğlana Aydın’dan ev aldım. Ama sonra düzenim bozuldu. Sabah ezandan sonra buraya geliyor, akşama kadar oturuyor, akşam geç vakitte eve gidiyorum. Ama hiç tadım tuzum yok. Bana başka bir şey anlattırma, beni dertlerimle baş başa bırak.”

İnanın, çok ama çok üzüldüm.

Che Guevara der ki:

“Bir insanın yaşayıp yaşamadığını anlamak için nabzına değil, onuruna bakın; duruyorsa yaşıyordur.”

Onursuz, çapsız adamlardan ne ailesine ne de ülkesine fayda gelmez.

BAŞKA BİR EVLADIN AİLE SEVGİSİ İSE

Yaşlı bir baba, kuzu etinden imal edilmiş yaprak döneri çok severmiş. Bir gün canı yaprak döneri çok çekmiş. Babasının isteğini fark eden oğlu, babasını alarak güzel bir lokantaya götürmüş. Baba, yemeği önce kendisi yemek istemiş. Ancak yaşlılığın verdiği zayıflık sonucu elleri titrediği için, lokmayı ağzına götürmek istediği her seferinde üzerine dökmüş, yağı sakalına damlamış. Lokantadaki insanların bakışları da pürdikkat onların üzerindeymiş. Aşağılayıcı bakışlar, alaycı tavırlar, surat ekşitmelerle arada bir yaşlı babaya bakıyorlarmış.

Bir süre sonra, oğlu sabır ve itina ile lokmaları babasının ağzına koymaya başlamış. Nihayet yemek bitmiş ve oğlu, babasını alıp lavaboya götürmüş. Elini, yüzünü iyice yıkamış, üstünü başını silip temizlemiş, saçını sakalını düzeltip taramış, gözlüklerini silip gözüne takmış. Ardından da koluna girip dışarı çıkarmış.

Lokantada bulunanların hakaretimsi bakışları hâlâ onların üzerindeymiş. Hiçbir bakışı umursamayan çocuğun ise yüzünde hep bir tebessüm varmış; babası çok sevdiği yemekten yiyip lezzet aldığı için…

Yemek parasını ödeyip tam çıkarlarken, arkalardan yaşlı bir amca seslenmiş:

“Hey evlat! Burada bir şey bıraktığını unutmadın mı?”

Az düşündükten sonra çocuk cevap vermiş:

“Hayır, masada bir şey bıraktığımı sanmıyorum.”

Yaşlı amca:

“Hayır evlat, yanılıyorsun. Sen burada çok değerli bir şey bırakıp gidiyorsun.”

Şaşkınlık içinde:

“Ne bırakmışım ki amca?”

Yaşlı amca:

“Sen burada, her evlat için bir ders ve her baba için bir umut bırakıp da gidiyorsun.”

Tam bir sessizlik hâkim olmuştu salona. Herkes yaptığından, düşündüğünden utanç duyuyordu. Unutmuşlardı bir an, her sıkıntıda babalarına sığındıklarını…

“Köpeğini evinde besleyip, ailesini huzurevine koyana hayvan sever denmez; düpedüz hayvan denir.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum