Şanlıurfa’dan kalbe düşen notlar

Derler ya; “Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur” diye… İşte tam da böyle bir anı yaşadık Şanlıurfa’da. Uzun yıllar Aydın’da ticaret yapan Halil Çat’la tesadüfen Urfa sokaklarında karşılaşmak, insanın içini ısıtan küçük bir mucize gibiydi. Hasretle sarıldık, memleketi konuştuk, uzakları yakın ettik.

497555800-1345774337052814-4090073380192327857-n.jpg

Yolculuk dediğin sadece mesafe değil, bazen bir insanın yüreğine dokunmakmış, bunu da öğrendik.

Konakladığımız butik otelin taş avlusunda Danya ile tanıştık. Danya, savaşın gölgesinden kaçıp, umutla bu topraklara sığınmış bir yürek. Suriye’de tıp eğitimi yarım kalmış, Türkiye’de Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesini kazanmış ama maddi imkanlar, hasret ve hayatta kalma telaşı izin vermemiş. Yılmamış, Harran Üniversitesi Turizm Fakültesi’ni bitirmiş. Ne çok şey sığmış o gözlerde… Hem umut, hem hüzün, hem de dimdik bir duruş.

3e68279e-be4a-49eb-89d5-33cf3259a2a2.jpeg

Şanlıurfa'nın kalbi Balıklıgöl'de, yüzyıllardır anlatılan bir mucizeye tanıklık ettik. Rivayete göre, Hz. İbrahim’i ateşe atan Nemrut'un zalimliğine inat, Allah’ın emriyle ateşin suya, odunların balığa dönüştüğü o kutsal mekânda… Gölde yüzen her balık, sanki geçmişten bugüne uzanan bir dua gibi. Orada bir süre durup içimize çektiğimiz hava bile başka kokuyordu. Zamansız, tarifsiz, ruhu dinlendiren bir yer. İnsan orada kendi iç yolculuğuna da çıkıyor.

Ve Şanlıurfa’nın olmazsa olmazı: Sıra gecesi! Davullar çaldı, bağlamalar tellendi… Her türküde ayrı bir hikâye, her ezgide başka bir yürek sızısı vardı. Çiğköfte ellerde yoğrulurken dostluklar tazelendi, sofraya oturmanın, bir arada olmanın kıymeti bir kez daha anlaşıldı. Urfa insanının sıcaklığı, yorgun gönüllere şifa oldu.

Şanlıurfa Mozaik Müzesi’nde ise tarihle göz göze geldik. Taşların içine işlenmiş aşklar, acılar, sevdalar… Binlerce yıl öncesinden bugüne seslenen bir dilden bahsediyorum. Her bir mozaikte zaman durmuştu sanki. Dönemin insanlarıyla göz göze gelmenin garip bir hissi vardı.

Eyyub Peygamber’in Sabır Makamı'nda ise kalbimizi bıraktık. Yüzyıllar önce sabrıyla sınanan Hz. Eyyub'un, o mağarada yıllarca yaşadığı ve şifayı bulduğu rivayet edilen yerde… Sessizlik ve dua birbirine karıştı. İnsan, hayat telaşında unuttuğu sabrı, şükrü ve teslimiyeti orada hatırlıyor. Küçücük bir su kuyusu bile, insana büyük ders veriyor.

Halfeti… Zamana direnen taş evleri, suların altından yükselen minaresi ve Fırat’ın sessiz akışı… Kara güllerin, hüzünlü aşkların efsaneleriyle dolu bu belde, tekneyle gezdiğimiz o suların üstünde kalbimizi de sürükledi. Her dalgada geçmişe, her durgun suda geleceğe dair bir işaret aradık.

Ve tarihin sıfır noktası Göbeklitepe… Binlerce yıl öncesinden kalan devasa taşlar arasında dolaşırken, kiminin bir hayvan figürüne, kiminin anlamını çözemediğimiz sembollerine baktıkça, aslında ne kadar az şey bildiğimizi anladık. Henüz yazının bile icat edilmediği çağlarda, kim bilir hangi dualar, hangi sevdalar, hangi umutlar kazındı o taşlara… Diken diken oldu tüylerimiz.

Şanlıurfa, sadece bir şehir değilmiş meğer. Bir yürek, bir dua, bir tarih, bir ağıt, bir umutmuş. Orada öğrendik ki, insanın kalbi bazen yollarda büyür, geçmişteki hikâyelerde yankılanır. Ve her seferinde, bir başka şehirde, bir başka insanda, kendi eksik kalan parçanı bulurmuşsun.

İyi ki gitmişiz…
İyi ki dokunmuşuz Urfa’nın yüreğine.

Selamla, muhabbetle…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum